Moğollara karşı: Celâleddin Harizmşah
Kaynakların kısa boylu, hafif şişmanca ve olabildiğince esmer olarak tasvir ettiği Celâleddin Harizmşah, gözü pek cesur bir hükümdardı. Silahşörlüğü ile ünlenen sultan, siyasî tedbirler ve politika konularında aynı kabiliyete sahip değildi. Nitekim dış siyasette güvenilmez bir portre çizmiş ve Moğollara karşı oluşan ittifak girişimlerinin boşa çıkmasına neden olmuştu. Halkına karşı merhametli olmamasına rağmen Moğol istilasına karşı son ümit olduğu için çok sevilmişti. Hatta insanlar onun öldüğüne inanmamış; kimisi bir derviş kılığında İslâm diyarlarında gezdiğini kimisi ise sınır boylarında mücahit olarak küffara karşı savaştığını iddia etmişti.
12. asrın hemen başlarında, Asya'nın orta ve batı kesim şehirleri; ilim, sanat ve ticarette altın devirlerini yaşıyorlardı. Her biri, Kaf dağının ardından sıyrılıp gelmiş süslü masal şehirleri gibi olan; Semerkant, Buhara, Gürgenç, Nişabur, Belh güzellik ve estetikte birbiriyle yarışıyorlardı. O günlerde, bölgede bir büyük güç hüküm sürüyor, onun yanı sıra bazı diğer unsurlarda bu toprakların yönetiminde etkili olmaya çalışıyorlardı. Bu büyük güç; Harizmşahlardı…
Harizmşahlar
Büyük dedeleri, Selçuklular tarafından Hazar denizinin doğusunda; tarihin eski zamanlarından itibaren Harizm olarak bilinen bölgeye vali olarak atanan Harizmşahlar, bu bölgede, bu isimle hüküm süren üçüncü hanedandı. Moğol kökenli Karahitayların, Selçuklu Sultanı Sencer’i yenmesi ve Selçukluların dağılmaya başlamasıyla; bölgedeki otorite boşluğunu iyi değerlendiren Harizmşahlar, çok kısa sürede toprakları bugünkü İran’dan Afganistan’a, Hindistan’dan Türkistan içlerine kadar, geniş bir coğrafyayı içine alan, devasa bir devlet kurmuşlardı.
Harizmşahlar, bölgede Selçuklukluların yıkılmasına neden olan ve Orhun kitabelerinde "Doğudaki Türk düşmanı kavim’’ diye kendilerinden bahsedilen; Karahitaylarla mücadele halindeydi. Orta Afganistan’da, Gur denilen bölgede kurulan ve Gaznelileri tarih sahnesinin dışına iten, Müslüman Gurlular da onlar için güneylerinde önemli bir tehditti. Batıda Abbasi halifesi ve irili ufaklı diğer Müslüman emirlerde zaman zaman güç mücadelesinde Harizmşahları uğraştırmaktaydı. Fakat günler, bölgenin hemen doğusunda önce bölgeyi, sonraları tüm dünyayı alt-üst edecek yeni bir süper güce gebeydi.
Hayatının çok erken yıllarında babasız kalan ve zor bir gençlik geçiren Temuçin, Moğollar arasında birliği sağlamış, kendisini ‘’güçlü, kuvvetli’’ anlamında ‘’Cengiz’’ adıyla büyük han olarak ilan etmişti. Daha sonra civardaki Uygurlar gibi Türk, Karahitaylar gibi Moğol, çeşitli büyük göçebe topluluklarını birliğine dâhil etmiş ve Çin üzerine seferlere çıkmıştı.
‘’İskender-i Sani’ Alâeddin Muhammed
Aynı zaman diliminde, Harizmşahların başında, kendisine Selçuklu sultanına nispetle; ‘’Sencer’’ ve ismi efsanelere karışan Makedon Kralına atıfla; ‘’İskender-i Sani’’ lakaplarını seçen Alâeddin Muhammed vardı. Aâeddin Muhammed, gençliğinde meşhur İslam âlimi Fahreddin Razi’den dersler görmüştü. O, babası Tekiş’in ölümü üzerine tahta geçmiş, Gurlular ile mücadelesinde büyük oranda başarılı olmuş, geniş topraklar elde etmişti. Kara Hitaylarla girdiği çeşitli çatışmalarla beraber ancak bir takım kazanımlar elde edebilen Alâeddin, Moğollar eliyle bu dişli rakibinden de kurtulmuştu.
Sınırlarının genişlemesiyle komşu olan iki hükümdarın, birbirleri hakkındaki kanaatleri başlangıçta kuşkulu ve yetersizdi. Çünkü her iki devlet de çok kısa bir sürede kurulmuş ve genişlemişti. Bu durum, rakiplerin birbirleri hakkında derin tahliller yapmasına engel oluyordu. Alâeddin Muhammed, her halükarda bölgede kendisine rakip olabilecek bir büyük güç istemiyordu. Hatta onun Moğolların yeni ele geçirdiği Çin topraklarını ele geçirme hedefi vardı.
Cengiz içinse önemli olan ticaretti. O, batıya doğru bir ticaret koridoru açmak istiyordu. İki devlet arasında ilişkiler ilk başlarda bazı istisnai çatışmalar hariç olumlu seyretti. Harizmşahlar adına bir elçilik heyeti, 1215 yılında, Cengiz Çin’deyken, ona ulaştı. Bu heyetin en önemli amacı, Moğol gücünü ve faaliyetlerini gözlemlemekti. Cengiz, elçilik heyetine kendisinin doğunun sultanı olduğunu ve Alâeddin Muhammed’i de batının sultanı olarak tanıdığını söyledi. O, hükmettiği bozkırın üretimde zayıf kaldığını, buna karşılık Harzimşah şehirlerinin, zanaatkâr zenginliğini ve ürün bolluğunu, kendi devleti için bu şehirlerle ticaretin ise hayati derecede gerekli olduğunu biliyordu. Cengiz, bu nedenle Harzimşah elçilik heyetine çeşitli ticarî taleplerini bildirdi.
Kısa bir süre sonra Moğollardan da bir elçilik heyeti, Harzimşahların başkenti Gürgenç’e ulaştı. Bu heyetin arkasından Müslüman tüccarlardan oluşan 450 kişilik bir ticaret kervanı da Moğol ülkesinden Harzimşah topraklarına gönderildi. Tarihçi İbnül Esir’in ‘’insanlığın gördüğü en büyük felaket’’ olarak andığı olaylar silsilesi de böylece başlamış oldu.
Harzimşah hükümdarı Alâeddin Muhammed, elçilik heyetini iyi karşılamakla beraber Moğollar hakkındaki şüphelerini bastıramadı. Onun, elçilik heyetinde bulunan Müslümanlara casusluk teklif ettiğini ve bunun elçiler tarafından reddedildiğini ya da savuşturulduğunu bazı tarihçiler aktarmaktadır. Yine de Moğol elçilik heyeti, imzalanan ticarî anlaşmalarla, iyi bir muamele gösterilerek geri gönderildi.
Otrar Faciası
Heyet, henüz Harizmşah topraklarını terk etmeden, Cengiz tarafından gönderilen ilk ticaret kervanı, Harizm sınırında küçük bir şehir olan Otrar’a ulaşmıştı. Otrar’ı; kaynaklarda ismi Gayır han veya İnalcık şeklinde anılan bir vali yönetiyordu. İnalcık, şehre ulaşan tüccarları casusluk ithamıyla tutuklattı ve mallarına el koydu. Hükümdarın bilgisi dâhilinde bunları yaptığı varsayılan İnalcık, daha sonra –Cengiz’e geri kaçan bir deveci hariç- kervanın tamamını katletti. Elde ettiği ticaret mallarını da başkente gönderdi.
Valinin, tarihe ‘’Otrar Faciası’’ olarak geçen bu kıyım için herhangi bir makul bahanesi yoktu veya öne sürülen bahaneler büyük bir kervanı yok etmeyi meşru kılacak derecede değildi. Sultan Alâeddin Muhammed ve vali İnalcık, işlerin varacağı noktaları iyi kestirememişlerdi.
Olayı öğrenen Cengiz, Alâeddin’e bir elçilik heyeti göndererek durumu protesto etti ve valinin kendisine teslimini istedi.Kendisine gelen elçiyi katlettiren sultan Alâeddin, diplomatik bir hakaret olarak elçiye refakat edenlerin sakallarını kazıtarak Cengiz’e gönderdi. Moğollar, batıya doğru bir askeri teşebbüs niyeti taşımasa da Sultan Alâeddin’in bu tutumu onları böyle bir faaliyete zorladı. Ya da en azından böyle saklı bir niyetleri olsa bile onu erkene almalarına neden oldu.
Cengiz, Otrar olayı üzerine 150.000 ile 200.000 kişi arası bir ordu topladı. Bu ordu çeşitli Moğol ve Türk boylarından oluşuyordu. Daha önce Çin seferinde yaptığı gibi, yüzünü yere koyarak üç gün boyunca gökten intikamı için dua ederek yardım istedi. Ordusu onun otoritesine boyun eğiyordu ve çok iyi teşkilatlanmıştı.
Durum; Alâeddin Muhammed cephesinde böyle değildi. Bir Kıpçak Türkü olan annesi Türkan, onu sevmiyordu. Alâeddin’in, Gürgenç’in tanınmış sufilerinden Necmeddin’i Kübra’nın dervişlerinden birisini idam ettirmesi ve Bağdat'taki Abbasi halifesine karşı askerî-siyasî bir kavgaya girmesi, kendisine olan muhalefeti artırmıştı. Bunu iyi kullanan Türkan Hatun, oğluna karşı kuvvetli bir nüfuz elde etti. Alâeddin Muhammed çoğunluğu annesinin boyundan olan komutanlarına güvenmiyordu.
Bu yüzden, onları çeşitli gruplara ayırarak tarihî ismi Maveraunnehir olan Seyhun ve Ceyhun nehirleri civarındaki şehirlere dağıttı. O, burada bir savunma hattı kurmak istiyordu. En önemli yığınak -önemine binaen- Semerkant şehrine yapıldı.
Harizmşah ordusu çeşitli Türk boylarından ve bir takım yerel unsurlardan oluşuyordu. Orduda filler de vardı. Alâeddin, çeşitli savunma tedbirleri için halktan üç defa vergi toplasa da bu parayı kullanmadı ve en son maiyetiyle beraber; savunma hattının çok gerisindeki Belh şehrine çekildi. Tarihçiler nezdinde bu savunma tarzı aslında o şartlarda başvurulacak en kötü taktikti.
Moğol orduları, 1219 yılı Eylül ayında Otrar önlerine geldi. Cengiz burada kuvvetlerini üçe ayırdı. Oğullarından Ögeday ile Çağatay’ı birkaç tümen askerle Otrar önünde bıraktı. Büyük oğlu Cuci’yi beş bin kişi ile ismi Sir derya olarak da bilinen Seyhun ırmağı boyunca kuzeye doğru gönderdi. Kendisi de geri kalan askerlerle beraber Buhara üzerine yürüdü.
Cengiz’in maiyetinde Müslüman danışmanlar, bölgeyi iyi bilen Müslüman tüccarlar vb. olduğu için ordu çok hızlı ve güvenli ilerleyebiliyordu. Bu Müslüman rehberler, Harzimşahların bölge şartlarını kullanarak, geleneksel taktikleri olan kanallar vasıtasıyla nehir sularını düşmanlarına karşı yönlendirmek gibi çeşitli hamlelerini, verdikleri kritik bilgilerle engelliyorlardı. Cengiz, propaganda için Harizm topraklarına özel istihbarat elemanları göndermişti. Bunlar edebiyatın tüm imkânlarını kullanarak ülke sakinlerini Cengiz konusunda uyarıyorlardı. Onun Çin’de kendisine direnenlerin kemiklerinden ve kafataslarından yaptığı dağları anlatıyorlardı. Neticede, bazı ufak yerleşimler kendiliğinden Moğollara teslim oluyor bazıları da hızla batıya doğru göç ediyorlardı.
Buhara'nın küle dönüşü
Cengiz, Ocak 1220’de Buhara önlerine geldi. Şehirde 30.000 kişilik bir Harzimşah ordusu bulunuyordu. Moğol ordusu çok kalabalıktı. Orduda, Cengiz’in Çin’den getirdiği daha önce Asya’nın bu tarafında görülmeyen kuşatma aletleri de vardı. Buhara'daki Harizm ordusu şehri terk etmeye karar verdi. Denenen bir yarma hareketiyle, ordudan geriye Moğolların elinden kurtulabilen ancak çok küçük bir birlik hayatta kalabildi.
Şehir, muhafızları tarafından terk edilince, ahalisi onu Moğollara teslim etmeye karar verdi. 16 Şubat 1220’de Buhara’ya giren Moğollar, askerlerden kalanları kılıçtan geçirdi. Cengiz han, bizzat ilk defa bu denli büyük bir yerleşime giriyordu. Halk evlerini terk etmeye mecbur bırakıldı. Boş kalan evler yağmalandı. Yağma esnasında çıkan yangın, şehri büyük ölçüde kül etti. Buhara’da ancak Ulu Camii ve birkaç tuğla eser ayakta kaldı. Direnenler –bilhassa din adamları- ve evlerini terk etmeyenler ya katledildi ya da esir edildi. Bu yıkımdan bir asır sonra Buhara’yı ziyaret eden meşhur seyyah İbn-i Batuta tarihe şu şekilde not düşecekti; "Cami, medrese ve pazarların ufak bir kısmı hariç, tamamı yerle bir olmuş ve hala harap haldeler. Şehirde kendisine soru sorulacak bir ilim sahibi de kalmamış."
Semerkant'ın Cengiz'e teslim edilmesi
Cengiz, Buhara’dan sonra Semerkant’a yöneldi. Semerkant; zenginliği, geniş ve bereketli arazileri, güzel yaylaları ile her hükümdarın iştahını kabartacak bir avdı. O, aynı yılın mart ayında şehrin dışına karargâhını kurdu. Aynı noktaya yıllar sonra yine bir istila hareketine girişen Timur da karargâh kuracaktı. Bu sırada Otrar’ı ele geçiren oğulları da ona katıldı. Otrar, beş ay direnmiş ve sonunda akıbeti Buhara gibi olmuştu. Vali İnalcık Cengiz’e teslim edildi. Daha sonra o, Cengiz’in emriyle feci bir şekilde katledildi.
Semerkant’ta kalabalık bir Harizmşah ordusu vardı. Bu yüzden Moğollar, düşmanı korkutmak için Otrar, Buhara ve diğer küçük yerleşim yerlerinden beraberinde getirdikleri esirlere kendi kıyafetlerini giydirerek sancakları altında topladılar. Bu sayıyı çok gösterecek bir aldatma hareketiydi. Şehirde bulunan askeri garnizon bir çıkış harekâtına giriştiyse de hamle tam bir felaketle sonuçlandı. On binlerce Harzimşahlı kırıldı. Harzimşahlıların sultanı çok uzaktaydı ve orduyu bir arada tutan yegâne şey paraydı. Oysa onların karşısında dirayetli ve güçlü bir han, bu hana güvenen sistemli devasa bir ordu vardı.
Neticede, kuşatmanın beşinci günü Semerkant teslim olmaya karar verdi. Şehre giren Moğollar, direnen Buhara ulemasının aksine kayıtsız teslim olan Semerkant ulemasına ve onların korumaları altında olanlara iyi davrandılar. Moğolların genel tavrı, kendilerine direnmeyen ruhanilere hangi dinden olursa olsunlar iyi muamelede bulunmaktı. Cengiz’in askerleri önce surları yıktılar. Ardından halk evlerinden çıkarılarak şehir yağma edildi. Semerkant kalesi içinde yeni yapılan bir camiye sığınan bin asker öldürüldü, cami yakıldı. Harzimşah ordusundayken Moğol tarafına geçen otuz bin kişi de kendi sultanlarına ihanet ettikleri için, Cengiz’in emriyle kılıçtan geçirildi. Zanaatkârlar esir edilerek çeşitli işler için orduda alıkonuldu. Bu kıyımından sonra şehirde nüfusun ancak dörtte biri kalmıştı. Yolunu Semerkant’a da düşüren İbn-i Batuta’nın yaklaşık yüzyıl sonraki gözlemleri, şehrin olağanüstü bir yeniden doğuşun ve refahın izlerini taşıdığı yönündeydi.
Cengiz'in damadı Alâeddin'in peşinde
Cengiz, Semerkant’ın ele geçirilmesinden sonra, şehrin yakınlarındaki bereketli otlaklara sahip dağlara, ordusunu dinlendirmek için çekildi. Burada damadı Tokutşar’ı beraberinde üç tümen askerle Alâeddin Muhammed’i yakalamak üzere gönderdi. Sultanın ele geçirilmesi hem halkın direniş gücünü tamamen kıracak, hem Otrar’ın intikamı alınacak hem de olası bir karşı mücadele hamlesi başlamadan bitirilecekti. Yola çıkan tümenlere vakit kaybetmeden, yollarına çıkan hiçbir şehre veya yerleşime dokunmadan hızla Sultan Alâeddin’i ele geçirmeleri emredildi.
Alâeddin Muhammed, Semerkant’ın düşüşünü ve üzerine gelen Moğol birliklerini Belh’teyken öğrendi. Hızla maiyetiyle beraber batıya hareket eden sultan, hazinesini sağlamlığı ile meşhur Ardahan kalesine gönderdi. Eline geçen büyük bir ordu kurma imkânını, bozulan moralinden dolayı değerlendiremedi. Kovalamaca dokuz ay sürdü. Sultan, Moğollara izini Hemedan şehrinde kaybettirdi. Büyük oranda sağlıklı karar verme yetisini kaybeden Alâeddin, Hazar denizi kıyısında Abaskun limanına yakın bir adaya maiyetiyle beraber sığındı. Burada müzmin bir akciğer iltihabına yakalandı. Ölümüne birkaç gün kala annesinin Moğollar tarafından ele geçirildiği haberini aldı. Harezm’de sığındığı bir kalede ele geçirilen Türkan Hatun, Moğol topraklarına gönderilmişti. Oğulları öldürülmüş, kızları ve hizmetçileri ise Cengiz tarafından çeşitli Moğol asilleri arasında paylaştırılmıştı. Aldığı bu haberin üzerinden birkaç gün geçmeden Sultan Alâeddin de Moğol atlılarından çok daha amansız ve tavizsiz olan ölüm meleğine yakalandı.
Zaferlerle ve büyük toprak kazanımlarıyla başlayan hayat serüveni, çok talihsiz bir şekilde sonlanmıştı. Kolay kazanılan toprakların getirdiği, kullandığı lakaplara kadar yansıyan gururu, annesinin, önemli komutanlarının ve ulemanın kendisine olan düşmanlığı, saldırgan tutumu ile çevresinde kendisine yakın bir dost devlet bırakmayışı sultanı bu feci akıbete sürüklemişti. Alâeddin’in Moğollara karşı en büyük zaferi, kendisini onların elinden kurtarması olmuştu. Ne var ki Cengiz Han’ın içindeki intikam ateşi ancak Alâeddin Muhammed’in daha sonra ele geçirilen kemiklerinin yakılması ile sönecekti. Alaaddin Muhammed, gerisinde yalnızca kemik değil Moğolları uzun bir müddet uğraştıracak olan bir oğul da bırakmıştı. O, şehzade Celaleddin’di.
Celâleddin Harizmşah
Asıl adı Mengübirtî olan şehzade, kendisine devrinin genel lakap âdetine uyarak, Celâleddin lakabını almıştı. Annesi Hintli bir cariye olan Celâleddin’in ilk çocukluğu ve gençliği hakkında kaynaklar çok az bilgi verir. İyi bir tahsil görmüş, kendisini çok seven babası Alâeddin tarafından yeni ele geçirilen Gur topraklarına melik olarak tayin edilmişti.
Fakat babası, oğluna olan muhabbetinden dolayı bu kararından dönmüş, onu başkentte alıkoymuştu. Celaleddin, babasının bu teveccühü oranında babaannesi Türkan hatunun da hoşnutsuzluğunu üzerine çekmişti. Türkan hatun, kendisi gibi bir Kıpçak anneden olan Uzlagşah’ı, annesi Hintli bir cariye olan Celâlledin’e öncelemekteydi. Alâeddin Muhammed, ilk olarak Uzlagşah’ı veliahd olarak ilan etmek mecburiyetinde kaldı. Fakat sığındığı adada annesi Türkan’ın esir düştüğü haberini alınca, ölümünden hemen önce bu kararından vazgeçti. Artık bir engel kalmadığı için asıl niyetini gerçekleştirdi ve Celâleddin’i gerçek varisi olarak ilan etti.
Babasının ölümü ile kardeşlerini ve maiyetini yanına alan Celâleddin, Gürgenç’e doğru hareket etti. Yolda halktan büyük teveccüh gördü. Başkente ulaşan Celâleddin, burada sultanlığını ilan etti. Kardeşi Uzlagşah ilk başlarda bu duruma razı olduysa da; şehirde bulunan ve kendisini destekleyen komutanların tazyiki ile Celâleddin’e karşı geldi. Komutanlar, anne tarafından Uzlagşah ile aynı soydan gelmektelerdi. Uzlagşah, kardeşi Ak-şah ile beraber Celaleddin’e karşı bir suikast tertibine girişti. Durumdan önceden haberdar olan Celâleddin, Moğollara karşı kahramanca savaştığı için ismi etrafında modern zamanlarda bile efsaneler dönen Timur Melik ile beraber Horasan dağlarına çekildi.
Kardeşleri, Moğolların yaklaştığını öğrenmeleriyle beraber üç gün sonra onun takibi için Horasan’a doğru yola çıktılar. İki kardeş ve maiyetleri Celâleddin’e ulaşamadan yolda Cengiz’in Harzimşah hanedanını kökünden bitirmek için görevlendirdiği askerler tarafından katledildiler. İki kardeşin başları mızraklara takılarak şehir şehir gezdirildi. Diğer taraftan Celâleddin, yolda karşılaştığı 700 kişilik bir Moğol birliğini kılıçtan geçirerek yüklü miktarda ganimet almıştı.
Başkent Gürgenç'in kuşatılması
Aralık 1220’de Moğol orduları başkent Gürgenç’in etrafını kuşattı. Şehir ahalisi, hanedan şehirden çıktığı ve taht kavgası verecek kimse kalmadığı için birlikte hareket etti. Cengiz'in oğulları Çağatay ve Ögeday, onlara kuzeyden gelerek katılan kardeşleri Çuçi, yüz binlerce kişilik Moğol ordusuyla birlikte Harzimşahlar’ın efsanevi başkenti Gürgenç’i 5 ay kuşattılar. Şehir, Moğollara büyük kayıplar verdirdi. Moğol şehzadeleri arasında çeşitli ihtilaflar çıktı. Fakat kuvvetli kuşatma sonunda şehir yerle bir oldu.
Zanaatkârlar, Moğol topraklarına götürülmek üzere alıkonuldu. Bu zanaatkârların bugün Çin’de yaşayan Dunganların ataları olduğu düşünülmektedir. Gürgenç’te kadınlar ve küçük çocuklar esir edildi. Geri kalan herkes kılıçtan geçirildi. Meşhur mutasavvıf Necmeddin-i Kübra da hemşehrileriyle beraber direnerek şehit oldu. Şehir yakıldı ve kanalların tahribi nedeniyle su altında kaldı. Moğollar stratejik konumu ve ekonomik önemi nedeniyle şehri yeniden inşa edeceklerdi. Bu şehir daha sonraları yeni bir yerleşim yerine taşındığı için, terk edilmiş anlamında, köhne ismiyle anılacaktı.
Manzara gerçekten korkunçtu… Mâverünnehir'den Türkistan içlerine, İran’dan Irak sınırlarına kadar geniş bir coğrafya, küçük Moğol atları tarafından çiğneniyordu. Yüz binlerce insan katledilmiş yine yüz binlercesi de yerinden edilmişti. Birçok şehir yerle bir olmuş, birçoğu da bir daha yeniden inşa edilemeyecek şekilde tarih sahnesinden çekilmişti. İlim, sanat ve hikmet ya katledilen ulemayla beraber yok olmaya yüz tutmuş ya da kervanlarla Moğol atlılarından emin olduğu düşünülen batıya doğru göç yoluna düşmüştü. İslâm dünyasının askerî, siyasî ve ilmî ekseni batıya; Anadolu’ya kaymıştı. Başlayan bu istila Türk-Müslüman âleminin bilinçaltında tamiri için uzun yıllar gerekecek bir tahribata yol açmıştı. Moğollar; tüm bunları harekâtlarından çabuk ve kesin bir sonuç almak için yapmışlardı. Ancak Celâleddin Harzimşah; giriştiği mücadeleyle Moğolların istila işinden çabuk netice almak emellerine balta vuracaktı.
Horasan’dan Nişabur’a geçen Celâleddin, oradan Gazne şehrine hareket etti. Yolda asker toplayan -tahtına oturma imkânı bulamamış- Sultan, Gazne’de büyük bir sevinçle karşılandı. Burada kendisine katılan Harzimşah ve Gur emirleri ile ordusu 60.000 kişiye ulaştı. O sırada geniş bir arazide meydanı boş bulan Moğol askerleri irili ufaklı birlikler halinde yağma ve çapul peşindeydiler. İki Moğol komutanının yakınlarda bir kaleyi kuşattıklarını öğrenen Celâleddin, bir baskınla bu Moğol gücünü bozdu. Yenilgi haberini yine civardaki başka bir kale kuşatmasında alan Cengiz, Celâleddin üzerine Şigi Kutugu Noyan komutasında büyük bir ordu gönderdi. Kabil şehrinin kuzeyinde Pervan denilen yerde iki gün süren; Moğolların at üzerine cansız manken kuklalar yerleştirerek düşmana kalabalık görünmek gibi çeşitli hileler denediği savaş, Celâleddin’in azmi ve dirayetli duruşuyla Harzimşahlar lehine neticelendi. Moğolların mağlubiyet haberi Harizm topraklarında hızla yayıldı. Birçok şehirde isyan çıktı. Cengiz han duruma çok öfkelenerek isyanların sert bir şekilde bastırılmasını emretti ve bizzat ordusuyla Celâleddin’in üzerine yürüdü.
Galibiyetten sonra Celâleddin’in komutanları arasında ganimet kavgası çıkmıştı. Askerlerinin bir kısmı bu kavga sonucu Celâleddin’i terk etti. Bu şartlarda Cengiz’e karşı koyamayacağını anlayan Celâleddin Harzimşah; İndus nehrini geçerek Hindistan topraklarına sığınmaya karar verdi. Ordusuyla Önce Pervan’a gelen Cengiz, burada mağlup olan asker ve komutanlarına yaptıkları taktiksel hataları gösterdi. Daha sonra Gazne şehrine girdi. Celâleddin’in 15 gün önce şehirden ayrıldığını öğrenen Cengiz han, ordusu bulunmayan şehri yağmalattı ve yaktırdı.
Gazneliler devletinin meşhur Sultanı Mahmud’un kemikleri de mezarından çıkarılarak yakıldı. Bu hareket hem Moğol inancından esintiler taşıyor hem de egemenlik göstergesi sayılıyordu.
Daha sonra Celâlleddin’in peşine düşen Moğollar, İndus nehri kenarında Harzimşah ordusuna yetiştiler ve onu kuşatma altına aldılar.
24 Kasım 1221’de karşı karşıya gelen iki ordu arasında; amansız bir savaş gerçekleşti. Celâleddin’in komuta ettiği Harzimşah ordusunun merkez kısmı; Moğol ordusunu bozdu. Hatta Cengiz Han ve maiyeti kaçış hazırlığına başladı. Fakat ihtiyatta duran 10.000 Moğol süvarisinin savaş meydanına girişi; gidişatı değiştirdi. Celâleddin’in tüm maiyeti; ailesi, annesi ve çocukları nehirde boğuldu. Ancak kendisi canlı olarak karşı kıyıya geçebildi. Kaynaklar Cengiz’in Celâleddin Harzemşah’ı oğullarına ve komutanlarına göstererek; "her babaya böyle bahadır bir evlat gerek" dediğini aktarır. Oğlu Çağatay’ı Celâlledin’i canlı olarak getirmesi için gönderen Cengiz, Gazne’ye geri döndü. Sultan Celâleddin ise Hindistan içlerine doğru hareket etti. Çağatay bir süre sonra takibi bırakıp geri dönecekti.
O günlerde Hindistan’ın kuzeyi Türk komutanlar tarafından yönetilmekteydi. Delhi Sultanı Şemsettin İl-tutmış sonradan bu komutanları hükmünde birleştirecekti. Celâleddin’in tüm maiyetinden yoksun, maddi ve manevi açıdan perişan Hindistan'a sığınması yerel yöneticilerin iştahını kabartmıştı. Celâleddin 500 süvarisiyle üzerine gelen birçok birliği dağıttı. Bu başarılar onun şöhretine şöhret kattı. Çevreden binlerce asker gelerek emrine girdi. Celâleddin Harizmşah’ın güçlenmesi hem Moğolları hem de Delhi sultanlığını endişelendirdi. Cengiz, Celâleddin üzerine bir ordu gönderse de; sultan bu orduyla karşılaşmaktan çekindiği için Delhi içlerine ilerledi. Burada Şemsettin İl-tutmuş’un büyük bir ordu topladığını öğrenen Celaleddin, yerine bir naib bırakarak, İran civarından kendisine katılan emirlerin tavsiyesi üzerine yönünü batıya çevirdi. Cengiz Han da tüm bu yorucu seferden sonra artık Moğolistan’a doğru harekete geçmişti.
Celâleddin, kardeşi Gıyâseddin'e baskın düzenliyor
Celâleddin’in başka bir anneden olan kardeşi Gıyâseddin Pîrşah; Azerbaycan topraklarında hüküm sürüyordu. Celâleddin, kardeşine bağlı komutan ve emirlerin kendisine olan sevgisini çeşitli yollardan öğrenmişti. Kendisinin ne sığınacak bir kalesi, ne de oturacak bir şehri vardı. Celâleddin, kardeşine karşı kurnazca bir politika izleyerek makûs talihini bir kez daha değiştirecekti. Ülkesiz sultan, çeşitli mektuplar kaleme alarak civardaki irili ufaklı beyleri kendi sancağı altında toplanmaya çağırdı. Kardeşine bir mektup yazarak, her şeyini kaybettiğini, dünyanın artık kendisi için çekilmez bir yer olduğunu söyledi. Bu arada yanındaki adamlar vasıtasıyla kardeşi Gıyâseddin’in komutanlarına kıymetli yüzükler gönderdi. Bu komutanların birçoğu yüzükleri kabul ederek Celâleddin’e itaat etti. Az bir kısmı ise olayı acele bir şekilde Gıyâseddin’e aktardı. Fakat Gıyâseddin harekete geçmek için geç kalmıştı. Celâleddin; kendisine katılan emirlerle beraber bir gece baskınıyla kardeşi Gıyâseddin’in o zaman Rey şehrinde bulunan karargâhına saldırdı. Canını zor kurtara Gıyâseddin daha sonra gelerek abisine itaat etti.
CelÂleddin; ülkesiz ve tahtsız geçen dört yılın ardından sonunda 1224 yılında emellerine kavuşmuştu. Civardaki hanlar, emirler ve beyler boyunlarına kefen bağlayarak gelip sultan önünde yer öptüler, itaat arz ettiler. Birkaç ay içinde Azerbaycan, İran ve Horasan’ın önemli bir kısmı ona boyun eğdi. Bu topraklarda sükûneti tesis eden Celâleddin, hızla devlet işlerini yoluna koydu ve çeşitli atamalarla yönetim sistemini işler hale getirdi.
Celâleddin, Abbasi halifesi Nâsır'ın üzerine yürüyor
İşleri yoluna koyan Celâleddin, ilk olarak babasından itibaren Harzimşah devleti aleyhine çalıştığını düşündüğü Abbasi halifesi Nâsır üzerine yürüdü. Nâsır, hilafeti yalnızca bir ruhani olarak değil aynı zamanda güç sahibi bir muktedir olarak da elinde tutmaya çalışıyordu. Celâleddin’in amacı ise halifeyi aynı Selçuklular zamanında olduğu gibi kendisine bağlı siyasi yönü olmayan bir dini lider olarak itaat altına almaktı. Halifelik topraklarına karşı genel bir taarruz planlayan Sultan, hilafete bağlı Basra başta olmak üzere bazı şehirleri kuşatsa da başarılı olamadı.
Halife, kendisine bağlı emirlerden iki ordu teşkil ederek Celâleddin’in üzerine gönderdi. İlk etapta Celâleddin’le karşılaşan 20.000 kişilik birinci hilafet ordusu sayıca kendisinden az Harzimşah kuvvetleri karşısında bozguna uğradı. İkinci orduyu da bir baskınla imha eden Celâleddin, iç karışıklıklar nedeniyle Azerbaycan’a geri dönmek zorunda kaldığı için bu zaferlerinden siyasi bir kazanım elde edemedi. Aynı yıl içinde 45 yıl tahtta kalarak, Abbasi tarihinde en uzun süre hilafet kılıcını kuşanan halife unvanına sahip Nâsır-lidînillâh vefat etti. Celâleddin, bundan sonra başa geçen Abbasi halifeleri ile iyi ilişkiler kurdu.
1225’te halkının, kötü yönetimden şikâyetçi olduğu Meragay'ı kolaylıkla ele geçiren Celâleddin, Tebriz şehrine yöneldi. O, Tebriz yöneticisi Atabey Özbek’ten gelen ve kendisine çeşitli imtiyaz teklifleri getiren elçileri reddetti. Özbek, Celâleddin Harizmşah karşısında tutunamayacağını düşünerek tüm ailesini ve şehrini geride bırakarak kaçtı. Özbek’in hanımı, kocasının kendisini ve şehri böylece bırakarak kaçmasına kırılarak şehri Celâleddin’e teslim etti. Daha sonra da onunla evlendi. Komutanları vasıtasıyla civardaki kale ve küçük şehirleri de hükmü altına alan sultan, böylece Azerbaycan’ı tamamen ilhak etmiş oldu. Celâleddin; Tebriz’i devletinin yeni başkenti olarak ilan etti. Ancak ilerleyen zaman bu bölgelerin idaresinin, ilhakı kadar kolay olmadığını gösterecekti.
Harzimşah sultanı, hedefine Gürcistan’ı koydu. Gürcüler sık sık kendi bölgesine sarkıyor, halkına rahatsızlık veriyordu. Gürcü sınırındaki birkaç sınır kalesini ele geçiren Celâleddin; burada bugünkü Ermenistan-Gürcistan sınırı yakınlarında büyük bir Gürcü ordusunu imha etti. Fakat zaferinden Tebriz’de firari eski yönetici Özbek taraftarlarının isyan çıkarması nedeniyle tam anlamıyla faydalanamadı. İsyanı ivedilikle bastıran Sultan, aynı günlerde her şeyini kaybeden Özbek’in kederinden öldüğü haberini de aldı. Şiddetli kışa rağmen yeniden sefere çıkan Celaleddin; askerlerinin bir kısmını pusuda bırakarak Tiflis’i kuşattı. Düşman bu savaş hilesini sezemedi ve Harzimşah ordusu üzerine Tiflis kalesini terk ederek hücuma geçti. Pusuya düşen Gürcü ordusu Harzimşah kuvvetlerince ezildi.
Tiflis burçlarına 1226 yılı baharı başlangıcında Harzimşah bayrağı dikildi.
Celâleddin’in sınır komşusu olan iki hükümdar, onun bölgedeki faaliyetlerini çok dikkatli bir şekilde takip ediyordu. Bunlardan ilki Anadolu’nun büyük bir kısmına hükmeden, tedbirli yönetimi ve olgun siyasetiyle tanınan Anadolu Selçuklu Sultanı Alâaddin Keykubad’dı.
Diğeri ise o gün Meyyâfârikin ismiyle bilinen Diyarbakır’ın Silvan ilçesini kendisine merkez olarak seçmiş, Eyyûbîlerin kuzey kolunun yöneticisi el-Melikü’l-Eşref’di. İki hükümdar arası ilişkiler gergindi. Anadolu’nun doğusunda, çeşitli küçük beylikler, bu iki sultan arasında siyaseten dengeleri gözeterek var olmaya çalışıyorlardı. Moğol tehlikesinin boyutunu kestiren ve durumu iyi tahlil eden Sultan Alâaddin, Harzimşah devletini kullanarak kendi ülkesiyle Moğollar arasında bir güvenli bölge oluşturmak istiyordu. Bu nedenle Celâlleddin Harzemşah ile Alâeddin Keykubad arası ilişkiler iyi başladı. Karşılıklı gidip gelen elçiler iki sultanın birbirlerine iltifat dolu mektuplarını ve hediyelerini taşıdı. Bu iki hükümdarın yakınlaşması el-Melikü’l-Eşref’e karşı da Anadolu’da doğal bir ittifak doğurmuş oldu.
Celâleddin, 1226 yılında Anadolu'nun kadim şehri Ahlat’ı kuşattı. Ahlat, el-Melikü’l-Eşref’e tabiiydi. Şehir, etrafında çok şiddetli çarpışmaların gerçekleşmesine karşın düşmedi. Azerbaycan’dan bazı Türkmen gruplarının huzursuzluk çıkardığı haberinin gelmesi ve kışın şiddetli bastırması nedeniyle Celâleddin kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı.
Alamut kalesi civarında hüküm süren, haşhaşi olarak bilinen İsmaililer'in Moğollarla kendi aleyhinde işbirliği yaptığından kuşkulanan Harzimşah sultanı, Alamut üzerine 1227’de bir sefere çıktı. Bu bölgede çeşitli yağmalar yapan sultan karşılaştığı bir Moğol ordusuyla küçük çaplı bir savaşa tutuştu. Savaşı kaybeden Celâleddin, gerisin geriye Azerbaycan’a dönmek zorunda kaldı. Bu bir Moğol keşif birliğiydi. Aynı yıl yayılan bir haber Moğol steplerine ateş düşürdü. Cengiz Han, katıldığı bir seferde hastalanarak ölmüştü. Cengiz, ölmeden devletini oğulları arasında bölüştürmüş; merkezi yönetimi Ögeday’a bırakmıştı. Ögeday’ın başkanlığında toplanan kurultayda iki önemli karar alındı: Bunlar Çin’in istilasının tamamlanması ve Celâleddin Harzimşah meselesinin kökten çözülmesiydi.
Bu minvalde hareket eden Ögeday, Celâleddin üzerine büyük bir ordu sevk etti. 1228 yılında İsfehan şehrine ulaşan bu orduya karşı, Celaleddin Harzimşah daha kalabalık bir orduyla İsfehan’a geldi. Harzimşah ordusunun bir kısmını sultanın kardeşi Gıyâseddin’in askerleri oluşturmaktaydı. Daha önceki bir kırgınlığı bahane eden Gıyâseddin, savaş meydanını askerleri ile beraber terk etti. Harzimşah ordusunun gücü azalmış moraller düşmüştü. Moğollarla karşılaşma çok şiddetli geçti. Savaşta ilk günün sonunda Harzimşah ordusu galip gelmiş; Moğollar geri çekilmişti.
Komutanlarının tavsiyesi üzerine Moğolları takip eden Celâleddin, ordusu ile pusuya düştü. Aniden saldıran Moğollar, sultanın kuvvetlerini bozdular ve önemli birçok komutanını öldürdüler. Harzimşah ordusu, dört bir tarafa kaçtı. Kendisinden haber alınamayan Celâleddin’in de öldüğü şayiası hızla yayıldı. Celâleddin savaştan sekiz gün sonra İsfehan’a döndü. Halk onu sevinç gösterileriyle karşıladı. Sultan hemen bir ordu toplayarak kazanmalarına rağmen ağır kayıplar veren ve ilerleyemeyen Moğollar üzerine yürüdü. Bölgede aldıkları büyük hasar nedeniyle şimdilik tutunamayacaklarını anlayan Moğollar, Harzimşah topraklarından çekilmek zorunda kaldılar.
Gıyâseddin, abisine ihanetinden sonra sığındığı bir emir tarafından, kendisini zehirleme teşebbüsünde bulunduğu iddiasıyla öldürüldü. Mağlubiyete alışkın olan ve Moğol badiresinin yaralarını kısa sürede saran Celâleddin, Gürcülerin Tiflis’i almak için büyük bir ordu topladığını öğrendi. Askerlerin tam olarak toplanması için biraz daha beklemesini tavsiye eden vezirini kafasına divit kutusu vurmak suretiyle susturan Sultan, Gürcü ordusunun üzerine yürüdü. Gürcü ordusu saflarında bulunan Kıpçaklarla haberleşerek onların ordudan ayrılmalarını sağladı. Celâleddin, savaş meydanına çıkarak Gürcülere hünerlerini göstermek istediğini söyledi. Sırasıyla karşısına çıkan bir Gürcüyü, onun üç oğlunu ve bir diğer savaşçıyı öldürdü. Harzimşah askerlerinin moralleri yükseldi. 1229 yılı başlarında cereyan eden savaşta Gürcüler, büyük bir bozgun yaşadı. Celâleddin, civarda bulunan Kağızman gibi birkaç muhkem kaleyi fethetti.
Celâleddin’in saldırgan tutumu ve Moğollar karşısındaki yenilgisi, Sultan Alâeddin Keykubad’ın ona karşı olan yaklaşımını değiştirmişti. Sultan Alâeddin, Celâleddin Harzimşah’ın Moğollarla baş edemeyeceğinden artık emindi. Celâleddin ise daha önce kuşattığı halde alamadığı Ahlat’ı almak bir an önce almak istiyordu. 1229 yılı yazında Harzimşah ordusu Ahlat’ı kuşattı.
Harzimşah sultanı, Alanya’da bulunan Alâeddin Keykubad’a bir elçi heyeti gönderdi. Sultan Alâeddin, Celâleddin’in elçilerine Gürcistan fethine ara vermelerini, Ahlat kuşatmasını kaldırmalarını ve Moğollarla anlaşma yapmanın yollarını aramalarını tavsiye etti.
- Sultan Alaeddin, elçilere ayrıca ancak Celâleddin’in kılıcını İslâm ülkelerinden çekmesi ve Moğollar üzerine yoğunlaşması şartıyla yardım edeceğini söyledi.
Bu elçilik heyetinin hemen arkasından kendisi de hediyelerle beraber bir elçiyi Celâleddin Harzimşah’a gönderdi. Elçi Celaleddin tarafından alıkondu. Bu defa Alaaddin Keykubad, içinde hakarete varan ifadelerin bulunduğu bir başka mektubu daha Celâleddin’e gönderdi. Aynı mektubun birer kopyası civardaki devletler ve hilafetle de diplomatik bir girişim olarak paylaşıldı. Harzimşah sultanı, bu mektuba cevap vermedi. Bir yıl süren kuşatmanın ardından Ahlat teslim olmak zorunda kaldı.
Dönen elçiler Alâeddin Keykubad’a Celâleddin Harzimşah’ın tavsiyelerine kulak asmadığını ve Doğu Anadolu’da halka zulüm ettiğini anlattılar. Bu sıralarda civardaki bazı beylerin tahrikiyle Celâleddin Harzimşah, Anadolu Selçuklularını ortadan kaldırmaya karar vermişti. Aslında Ahlat’ın alınması da bu hedefe yönelik bir basamaktı. Alâeddin Keykubad, Harzimşahlar'a karşı Eyyübiler ile anlaştı.
Celâleddin, Sivas’a ulaşmak düşüncesiyle kendisine tabi olan beylerden aldığı birliklerle beraber kurduğu bir orduyla yola çıktı. Harzimşah ordusu, Eyyübilerin desteklediği Alâeddin Keykubad’ın ordusu ile tarihçilerin bugün Sivas Suşehri-Erzincan sınırında olduğunu düşündükleri bir ovada karşılaştı. Öncü kuvvetlerin çarpışmasında Harzimşah ordusu galip geldi. 9 ağustos 1230 Cuma günü başlayan savaş, ertesi gün Selçuklu-Eyyübi ordusunun sayıca üstünlüğü nedeniyle Celâleddin Harzimşah’ın galibiyetten umudunu keserek savaş meydanını terk etmesi ile son buldu. Birçok Harzimşah askeri kaçarken uçurumdan yuvarlanarak civarda akan ırmakta boğuldu. Birçoğu da Celâlleddin Harzimşah’la iyi ilişkiler içinde olan Trabzon Rumlarına sığındı. Savaş meydanında cesetlerden, yaralı bedenlerden ve ganimetten bir derya oluşmuştu. Sultan Alaaddin, rakibinin bu ani kaçışına ilk etapta inanmamış ve bunu bir harp hilesi sanmıştı. İlerleyen saatler meselenin öyle olmadığını ona gösterdi.
- Tarihçi Zehebi; ele geçen bol ganimet nedeniyle Anadolu’da köle, binek ve zırh fiyatlarının çok düştüğünü aktarır. Bu ganimetler içinde Celaleddin’in şahsi değerli eşyaları da vardı.
Celâleddin, yenilginin ardından Ahlat’a gitti. İşe yarar her şeyi şehirden alan sultan Ahlat’ı yaktırdı. Böylece kadim bir şehir tarihin derinliklerine gömüldü. Buradan Azerbaycan’a geçen sultan, Moğollar üzerine geldiği için çeşitli arayışlara girişti. Eyyûbîler ve Selçuklular herhangi bir düşmanlık gütmeyeceklerini belirtseler de; Harzimşah sultanın yardım taleplerini de reddettiler.
Tüm bu olumsuzluklar üzerine Celâleddin, son darbeyi veziri Şerefü’l-mülk’ten yedi. Vezirinin kendi aleyhine diğer devletlerle yazışmalarını ele geçiren Celâleddin, onun toprakları üzerinde gözü olduğunu anladı. Celâleddin’in haremine dahi göz koyan vezir, zalim yönetimi ile halka da çok çektirmişti. Fakat savaş cephelerinde ihtirasla koşturan Celâleddin, tüm olan biteni fark edememişti. Arka arkaya Azerbaycan’ın birçok yerinde isyanlar çıktı. Bunda hem kötü yönetimin hem de alınan mağlubiyetlerin etkisi vardı. Sultan, vezirini önce hapsettirdi sonra öldürttü.
İsyanları güçlükle olsa da bastıran Celaleddin, Moğolların üzerine yeniden geldiği haberleriyle moral olarak çöktü. Sultanın maiyetinde bulunan tarihçi Nesevi, onun memleketinin kaybına, kendisinin öleceğine ve bütün varlığının düşmanının eline geçeceğine ağladığını yani gözü pek bahadır Celâleddin’in ilk kez düşmandan çekindiğini üzülerek sultanın hayatını anlattığı kitabında yazmıştır.
Civardaki emir ve beylerden son kez yardım talep eden sultan; gelecek yardımdan ümitsiz bir şekilde Anadolu’ya doğru çekildi. Tarafına geçen bir Moğol kumandanın tavsiyesi üzerine Van gölü civarında bir ordugâh kuran Celaleddin, daha sonra Hani’ye giderek bir savaş meclisi topladı. Burada ona yardım taleplerinin reddedildiği haberi geldi. Haberi getiren tarihçi Nesevi aynı zamanda sultana Moğolların yaklaşmakta olduğunu da söyledi. Celâleddin, kendisini destekleme sözüyle beraber Anadolu’ya sefere teşvik eden Diyarbakır emirinin sözüne uyarak yönünü Anadolu içlerine çevirdi.
Diyarbakır civarında Moğollar tarafından bir baskına uğrayan sultanın canını, sarhoş olduğu için sürükleyerek kaçırmak suretiyle bir yakını zor kurtardı. Diyarbakır'a sığınmak isteyen Celâleddin’i, Diyarbakır halkı taşladı ve geri çevirdi. O, son bir ümitle Meyyâfârikin’e sığınmak istedi. Fakat kendisine yetişen 15 Moğol süvarisi nedeniyle bu hedefini gerçekleştiremedi. Süvarilerden ikisini öldüren sultan; dağlara doğru kaçtı. Dağda bir eşkıya grubu tarafından esir edildi.
- Tüm eşyaları soyulan Celâleddin, 1231 yılının ağustos ayı ortalarında, tüm vaatlerine ve hayatta kalma çabalarına rağmen eşkıyalar tarafından öldürüldü.
Eyyûbîler'in Meyyâfârikin yöneticisi tarafından eşyaları ve naaşı dağdan getirtilen sultan; burada defnedildi. Onun eşyalarını ve cesedini tanıyanlar teşhis etmişti. Sultan Celaleddin’den geriye eşya olarak; atı, eğeri, meşhur kılıcı ve saçının ortasına tılsım için diktiği çubuk kalmıştı. Sultanın ölümünden sonra ordusundan geriye kalanlar Selçuklu ve Eyyûbî devletlerinin himayesine girmişti. Harzimşah ordusunun bakiyesi olan askerler, Anadolu’da ve Orta Doğuda önemli roller oynayacak, Celâleddin’in ölümünden 13 yıl sonra Kudüs'ü haçlıların elinden alacaklardı. Ne var ki başıbozuk tavırları nedeniyle burada da fazla tutunamayacak ve Müslüman devletlerin diğer unsurları arasında eriyip kaybolacaklardı.
Kaynakların kısa boylu, hafif şişmanca ve olabildiğince esmer olarak tasvir ettiği Celâleddin Harizmşah, gözü pek cesur bir hükümdardı. Silahşörlüğü ile ünlenen sultan, siyasi tedbirler ve politika konularında aynı kabiliyete sahip değildi. Nitekim dış siyasette güvenilmez bir portre çizmiş ve Moğollara karşı oluşan ittifak girişimlerinin boşa çıkmasına neden olmuştu. Halkına karşı merhametli olmamasına rağmen Moğol istilasına karşı son ümit olduğu için çok sevilmişti. Hatta insanlar onun öldüğüne inanmamış; kimisi bir derviş kılığında İslam diyarlarında gezdiğini kimisi ise sınır boylarında mücahit olarak küffara karşı savaştığını iddia etmişti. Bu söylentiler o dereceye varmıştı ki zaman zaman bazı insanlar Celaleddin Harzimşah olduğu iddiası ile meydana çıkmıştı. Bu iddialar en çok Celâlleddin’in azminden ve mücadele ısrarından bıkan Moğollar’ı endişelendirmişti. Moğollar Celâleddin’in kendisi ile mücadele ettikleri kadar hayaletiyle de yıllarca uğraşmak zorunda kalmışlardı. Savaş meydanlarında geçen dramatik bir hayatın sonunda Celâleddin Harzimşah, adını tarihe bitip tükenmez ümidi, bahadırlığı ve azmiyle beraber yazdırmıştı.