Iran–Contra Skandalı: Soğuk Savaş’ın gölgesinde gizli operasyonlar

Iran–Contra Skandalı, Soğuk Savaş’ın karmaşık siyasî dengelerini ve bu dengeler içinde ulusal çıkarların nasıl önceliklendirildiğini anlamak için çarpıcı bir örnek sunmakta.
Iran–Contra Skandalı, Soğuk Savaş’ın karmaşık siyasî dengelerini ve bu dengeler içinde ulusal çıkarların nasıl önceliklendirildiğini anlamak için çarpıcı bir örnek sunmakta.

1980’li yılların ortalarında Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkan ve dünya genelinde büyük yankı uyandıran Iran–Contra Skandalı, Soğuk Savaş döneminin karmaşık ve çok katmanlı doğasını gözler önüne serdi. Skandal, İran’a silah satışı, bu satışlardan elde edilen gelirin Nikaragua’daki sağcı Kontra güçlerine aktarılması ve bu sürecin ABD Kongresi tarafından getirilen yasakları ihlal etmesi etrafında şekillenmişti. Ronald Reagan yönetimini zora sokan bu olay, Amerika’nın dış politika hedefleri doğrultusunda nasıl etik ve hukukî sınırların aşıldığını ortaya koydu.

Olayın arka planı: Nikaragua ve İran’daki gelişmeler

Iran–Contra Skandalı, iki farklı bölgedeki çatışmaların birbiriyle bağlantılı hale geldiği bir süreci temsil etmekteydi. Nikaragua’da, 1979 yılında Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi (FSLN), diktatör Anastasio Somoza’yı devirerek sosyalist eğilimli bir yönetim kurmuştu. Bu durum, ABD yönetimi tarafından bölgedeki komünizm tehdidinin bir uzantısı olarak değerlendirilmişti. Ronald Reagan, Sandinista rejimini devirmek için Nikaragua’daki sağcı Kontra güçlerini desteklemeyi dış politika önceliği haline getirmişti. Ancak ABD Kongresi, 1982’de Boland Değişikliği’ni kabul ederek Kontra güçlerine doğrudan yardımı yasaklamıştı.

Diğer yandan, İran’da 1979 İslâm Devrimi’nin ardından Amerika karşıtı bir rejim iktidara gelmişti. İran, devrim sonrası rehin krizine neden olmuş ve ABD ile diplomatik ilişkileri koparmıştı. Buna rağmen, 1980’lerde İran-Irak Savaşı sürerken İran, acil silah ihtiyaçlarını karşılamak için gizli yollar aramıştı. Bu noktada, Amerika, İran’ın bu zayıf durumunu kendi çıkarları için bir fırsat olarak değerlendirmişti.

Nikaragualı Kontra isyancıları.
Nikaragualı Kontra isyancıları.


Gizli operasyonların başlangıcı

Ronald Reagan yönetimi, İran’a silah satışı yapma fikrini, birkaç stratejik hedef doğrultusunda geliştirmişti. İlk olarak, İran’a silah satışı, Lübnan’da Hizbullah tarafından kaçırılan Amerikan rehinelerinin serbest bırakılmasını sağlamayı amaçlıyordu. İran, Lübnan’daki Hizbullah üzerindeki nüfuzunu kullanarak bu rehinelerin bırakılmasında aracı olabilirdi. İkinci olarak, İran ile gizli bir ilişki geliştirmek, Soğuk Savaş döneminde bölgedeki Sovyet etkisini sınırlama stratejisine uygun bir hamleydi.

  • 1985 yılında, İsrail aracılığıyla İran’a ilk silah sevkiyatı yapıldı. ABD, TOW tanksavar füzeleri ve Hawk uçaksavar sistemleri gibi modern silahları İran’a gönderdi.

ABD'nin İran’a silah satma sebeplerinden biri, Lübnan’da Hizbullah tarafından kaçırılan Amerikan rehinelerinin serbest bırakılmasını sağlamaktı.
ABD'nin İran’a silah satma sebeplerinden biri, Lübnan’da Hizbullah tarafından kaçırılan Amerikan rehinelerinin serbest bırakılmasını sağlamaktı.

Bu satışların karşılığında, İran’dan Amerikan rehinelerinin serbest bırakılması talep edilmişti. Ancak bu süreçte, rehineler serbest bırakıldıkça yenileri kaçırılmış ve bu durum Amerika’nın Hizbullah ile dolaylı pazarlığını daha karmaşık hale getirmişti.

ABD, İran’a TOW tanksavar füzeleri ve Hawk uçaksavar sistemleri gibi modern silahları gönderdi.
ABD, İran’a TOW tanksavar füzeleri ve Hawk uçaksavar sistemleri gibi modern silahları gönderdi.

Elde edilen gelirin kontralara aktarılması

İran’a yapılan silah satışlarından elde edilen gelir, Nikaragua’daki Kontra güçlerine aktarılmıştı.

Bu bağlamda, Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görevli Albay Oliver North, bu operasyonun kilit isimlerinden biri olmuştu. North, İran’dan gelen paraları, Kongre’nin yasaklarını aşarak Kontra güçlerine ulaştırmak için bir ağ kurmuştu. Bu durum, Reagan yönetiminin, Kongre’nin Boland Değişikliği ile yasakladığı yardımı dolaylı yollarla sürdürdüğünü göstermişti.

North ve diğer yetkililer, Kontra güçlerinin Amerika’nın "komünizmle mücadelesi" açısından vazgeçilmez olduğunu savunmuşlardı. Ancak bu yaklaşım, ABD’nin uluslararası hukuku ve kendi iç yasalarını hiçe sayarak hareket ettiği gerçeğini değiştirmemişti.

Başkan Ronald Reagan (sağdan sola); Savunma Bakanı Caspar Weinberger, Dışişleri Bakanı George Shultz, Başsavcı Ed Meese ve Genelkurmay Başkanı Don Regan ile Oval Ofis'te Başkanın Iran-Contra Skandalı’na ilişkin açıklamalarını tartışıyor.

Skandalın ortaya çıkışı

  • 1986 yılında, İran’a gönderilen bir Amerikan kargo uçağının Nikaragua’da düşmesiyle skandal açığa çıkmaya başlamıştı. Uçağın yükü incelendiğinde, içinde silahların olduğu ve bu silahların Kontralara ulaştırılmak üzere gönderildiği ortaya çıkmıştı. Ardından, İran’a silah satışlarıyla ilgili bilgiler basına sızmış ve olay ulusal ve uluslararası boyutta büyük yankı uyandırmıştı.

Ronald Reagan, başlangıçta bu tür bir operasyon hakkında bilgisinin olmadığını iddia etmişti. Ancak kamuoyunda oluşan baskı ve medyanın yoğun ilgisi, bir soruşturma başlatılmasını zorunlu kılmıştı. ABD Kongresi, olayın tüm yönleriyle araştırılması için bir soruşturma komisyonu kurmuştu. Bu süreçte, Oliver North’un ifade verdiği sırada belgeleri imha ettiği ve kayıtları değiştirdiği ortaya çıkmıştı.

Operasyonun kilit isimlerinden Albay Oliver North, Iran-Contra duruşmalarında ifade veriyor. Washington, 1987.
Operasyonun kilit isimlerinden Albay Oliver North, Iran-Contra duruşmalarında ifade veriyor. Washington, 1987.

Hukukî ve siyasî sonuçlar

Iran–Contra Skandalı, Ronald Reagan yönetimi için büyük bir prestij kaybına yol açmıştı.

Başkan Reagan, televizyonda yaptığı bir konuşmada olaydan "hata" olarak bahsetmiş ve kamuoyundan özür dilemişti.
18 Kasım 1987'de, ABD Kongresi Iran-Contra skandalıyla ilgili son raporunu yayınladı ve Başkan Ronald Reagan'ın, İran'a yasadışı silah satışından aktarılan dolarlarla Nikaragua'daki Contra'lara yasadışı fon sağlamanın 'nihai sorumluluğunu' taşıdığı sonucuna vardı.
18 Kasım 1987'de, ABD Kongresi Iran-Contra skandalıyla ilgili son raporunu yayınladı ve Başkan Ronald Reagan'ın, İran'a yasadışı silah satışından aktarılan dolarlarla Nikaragua'daki Contra'lara yasadışı fon sağlamanın 'nihai sorumluluğunu' taşıdığı sonucuna vardı.

Ancak bu özür, skandalın boyutlarını küçültmeye yetmemişti. Albay Oliver North ve Ulusal Güvenlik Danışmanı John Poindexter gibi isimler, skandal nedeniyle yargılanmıştı. North, yasa dışı silah satışı ve belgeleri imha etme suçlarından mahkûm edilmiş ancak daha sonra cezası bozulmuştu.

Bu skandal, Amerikan halkında hükümete duyulan güveni sarsmış ve Reagan yönetiminin uluslararası alandaki itibarını zedelemişti. Ayrıca, ABD’nin dış politikada kullandığı yöntemlerin etik boyutu geniş çapta tartışılmıştı.

Başkan Reagan, skandalın ortaya çıkmasıyla kamuoyundan özür dilemişse de bu skandal, Amerikan halkında hükümete duyulan güveni sarsmış ve Reagan yönetiminin uluslararası alandaki itibarını zedelemişti.
Başkan Reagan, skandalın ortaya çıkmasıyla kamuoyundan özür dilemişse de bu skandal, Amerikan halkında hükümete duyulan güveni sarsmış ve Reagan yönetiminin uluslararası alandaki itibarını zedelemişti.


Uluslararası tepkiler ve etkiler

Iran–Contra Skandalı, uluslararası alanda da büyük tepkilere neden olmuştu.

  • İran, bu olayla birlikte Amerika ile dolaylı bir ilişki içinde olduğunun ortaya çıkmasından rahatsız olmuştu. İran liderliği, bu ilişkiyi "Büyük Şeytan" olarak adlandırdığı Amerika ile işbirliği yaptığı algısından uzak tutmaya çalışmıştı.

Nikaragua’daki Sandinista yönetimi ise Amerika’nın müdahaleci politikalarını eleştirmiş ve Kontra güçlerine yapılan yardımları, ülkenin iç işlerine doğrudan bir saldırı olarak nitelendirmişti. Bu süreç, Amerika’nın Latin Amerika’daki müdahaleci politikasına karşı bölgesel bir direnç dalgasını tetiklemişti.


Skandalın tarihsel önemi

Iran–Contra Skandalı, Soğuk Savaş döneminin karmaşıklığını ve Amerika’nın uluslararası politikada nasıl hareket ettiğini anlamak açısından önemli bir örnek olmuştu. Bu olay, Amerika’nın ideolojik hedefler uğruna hukukî ve etik sınırları aşmaktan çekinmediğini göstermiş, aynı zamanda,

İran’ın Amerika ile düşmanlık üzerine kurulu bir retorik geliştirmesine rağmen pragmatik çıkarlar doğrultusunda işbirliğine açık olabileceğini ortaya koymuştu.

Skandal, hükümetlerin dış politikada ne kadar ileri gidebileceği ve bunun demokratik denetimle nasıl sınırlandırılabileceği sorularını da gündeme getirmiştir. İran’a silah satışları ve Nikaragua’daki Kontra güçlerine destek, ABD dış politikasının etik boyutlarını sorgulatan bir dönüm noktası olmuştu.

Iran–Contra Skandalı, Soğuk Savaş’ın karmaşık siyasî dengelerini ve bu dengeler içinde ulusal çıkarların nasıl önceliklendirildiğini anlamak için çarpıcı bir örnek sunmaktaydı. İran’a silah satışı ve Nikaragua’daki Kontra güçlerine yardım süreci, Amerika’nın hem iç hukuku hem de uluslararası normları nasıl çiğneyebileceğini gözler önüne sermişti. Skandal, etik ve hukukî açıdan birçok soruyu beraberinde getirmiş ve ABD dış politikasında derin bir iz bırakmıştı. Diğer taraftan da İran’ın gerektiğinde ne kadar da pragmatist olduğunu göstermişti.