Hollanda’nın Endonezya’da ne işi vardı?
Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, Avrupa’ya naklederek yüksek kâr oranlarıyla sattığı ürünlerini çoğunlukla kolonileştirdiği topraklardan temin ediyordu. Kimi zaman çiftçilerden vergi olarak alıyor kimi zaman da ürünlerin tamamına el koyuyordu. Özellikle Endonezya topraklarında faaliyet gösteren şirket, halkın ekonomik bağımsızlığını elinden aldığı gibi inancına ve yaşam tarzına da müdahale ediyordu. Genel Vali Coen, bölgede “gerçek Hristiyanlığın” yayılmasını sağlamak üzere adamlarına emir veriyordu. 1618 yılında yayımlanan bir kararnamede, Endonezya’da açılan Hristiyan okuluna giden her öğrenciye, her gün yarım kilo pirinç hibe edilmesi söyleniyordu.
Asya’yla Avrupa arasındaki ticaretin belkemiğini oluşturan İpek ve Baharat Yollarında Osmanlı Devleti’nin denetimi arttıkça, Avrupalı devletlerin hareket alanı daralıyor ve istedikleri ürünlerin temini noktasında sıkıntı yaşıyorlardı. Bu durum onları yeni arayışlara mecbur bıraktı. Coğrafi Keşifler’in ardından gelen kolonileştirme ve sömürü faaliyetleri, dünyanın geri kalanında olduğu gibi Güneydoğu Asya ülkelerinin de tarihini değiştirecekti.
- 1581 yılına kadar İspanya Krallığı’nın eyaletlerinden birisi olan Hollanda, krallığın İngiltere ile girdiği mücadeleyi fırsat bilerek Kral II. Philip’in hâkimiyetinden bağımsızlığını ilan etti. Hollandalılar o zamana kadar Portekizli denizcilerin yanında sefere çıkıyorlardı. Ancak aynı tarihlerde İspanya’nın Portekiz limanları üzerindeki kontrolünü artırması ve Hollandalıların buralarda çalışmasını, ticaret yapmasını yasaklaması, onları tek başlarına hareket etmeye zorladı. 16. yüzyılın sonu itibariyle Hollandalı şirketler, kendi seferlerine çıkmaya başladılar.
Güney ve Güneydoğu Asya ülkeleri, iklimleri sayesinde çok zengin biyolojik çeşitliliğe sahipti ve bu hem hammadde hem de ürün yelpazesini genişletiyordu. 1500’lü yılların başında buraya gelen Portekizlilerin, özellikle Avrupa’ya naklettikleri baharatlardan elde ettikleri gelirler her devletin iştahını kabartıyordu. Hollanda, vaktiyle Portekizlilerin yanında sefere çıkmış denizcileri bu yolda istihdam etmeye karar verdi. Ayrıca ele geçirilen kitaplar ve atlaslar, onları bu yolculukta daha güvenli kılacaktı. İlk olarak, bölgeye hâkim olan Cornelis de Houtman kaptanlığında, dört gemilik bir filo, Afrika’nın güneyindeki Ümit Burnu’nu geçerek Doğu Hint adalarına doğru sefere çıktı.
Bu seferin finansörü, Hollandalı dokuz tacirin bir araya gelerek kurduğu “Compagnie van Verre” yani Uzak Ülkeler Şirketi’ydi. Houtman ve filosu, Endonezya’nın en büyük adalarından Cava’nın batısındaki Benter limanına yöneldi. Benter, “bölgenin karabiber deposu” olarak anılıyordu. Ardından Bali ve Sumatra Adalarına da uğrayan Houtman, Hollanda’ya ancak iki sene sonra geri dönebildi. Gemilerden biri batmış, mürettebatın ise ancak üçte biri hayatta kalmış olsa da, Houtman ve filosunun elde ettiği kâr bunları gölgede bırakıyordu. Bu seferden hemen sonra, 1597 yılında 10 yeni şirket, 1598 yılındaysa beş şirket daha sefere çıkacak, bölgeye giden Hollandalı gemi sayısı 100’e yaklaşacaktı. Bu durum, küçük şirketlerin kendi aralarında rekabet etmelerine yol açıyordu.
Güneydoğu Asya ülkelerindeki fırsatların farkında olan Hollandalı şirketler, seferlerini artırarak sürdürüyordu. Hollanda yönetimi, bölgede emelleri olan diğer devletleri de biliyor ve şirketlerinin kendi aralarında rekabet etmeleri yerine bu ülkelerle rekabet etmelerini istiyordu. 1602 yılında Hollanda, irili ufaklı tüm şirketleri bir araya gelerek tek bir çatı altında çalışmalarını sağlayacaktı. 20 Mart’ta Hollanda yönetiminin de ortak olduğu “Vereenigde Oost- Indische Compagnie” yani “Birleşik Doğu Hindistan Şirketi” kuruldu.
- Sonraki yıllarda özerk bir devlet gibi çalışacak olan bu şirket, Hollanda’dan önemli imtiyazlar alarak yola çıkıyordu. Ülkesi adına Ümit Burnu ve Macellan Boğazı arasında kalan tüm alanda ticaret yapma tekelini elinde bulunduran Birleşik Doğu Hindistan Şirketi, aynı zamanda devlet adına antlaşmalar yapma, askerî üsler inşa etme, silahlı asker bulundurma ve gerektiğinde başka ülkelere savaş açma yetkilerine de sahipti.
Birleşik Doğu Hindistan Şirketi (aynı adla başka şirketler de olduğundan “Hollanda Doğu Hindistan Şirketi” adıyla da bilinir) “Heeren XVII” olarak isimlendirilen bir idare kurulu tarafından yönetiliyordu. 1610 yılında Hollanda, şirketin başına bir genel vali tayin etti. Bu tarihten sonra şirketin devlet adına hareket etme alanı daha da genişleyecekti. Vali Jan Pieterszoon Coen,“savaşın ticaretsiz, ticaretin ise savaşsız” yapılamayacağı görüşünü savunan birisiydi.
Bu politika doğrultusunda hareket eden Coen, 1619 yılında, Endonezya’nın günümüzde Cakarta olarak bilinen Cayakarta adasını işgal edecekti. Buraya, Hollandalı eski Germen kabilelerinden birinin ismini veren ve Batavya olarak adlandıran Coen, ele geçirdiği bu adayı şirket operasyonlarının merkez üssü hâline getirecekti.
Özellikle baharat ve kumaş ticaretinde söz sahibi olmak isteyen Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, 1630’lu yıllardan itibaren Hindistan’ın doğu kıyılarını, Bengal’i, Malay Yarımadası ve Malakka Boğazı’nı, Tayvan’ı ve Seylan Adası'nı işgal ederek bölgenin etkisi en yüksek şirketi hâline geldi. Kendi kolonileştirdiği toprakların yanı sıra, İspanya ve Portekiz’in çekildiği yerlerde de hâkimiyet kuruyordu. Çin ve Japonya ile doğrudan ticaret yapmak isteyen Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, bu ülkelerde de ticarî ofisler açacaktı.
Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, Avrupa’ya naklederek yüksek kâr oranlarıyla sattığı ürünlerini çoğunlukla kolonileştirdiği topraklardan temin ediyordu. Kimi zaman çiftçilerden vergi olarak alıyor kimi zaman da ürünlerin tamamına el koyuyordu. Özellikle Endonezya topraklarında faaliyet gösteren şirket, halkın ekonomik bağımsızlığını elinden aldığı gibi inancına ve yaşam tarzına da müdahale ediyordu. Genel Vali Coen, bölgede “gerçek Hristiyanlığın” yayılmasını sağlamak üzere adamlarına emir veriyordu. 1618 yılında yayımlanan bir kararnamede, Endonezya’da açılan Hristiyan okuluna giden her öğrenciye, her gün yarım kilo pirinç hibe edilmesi söyleniyordu. Kendisinden sonra genel vali olarak atanan Hendrik Brouwer de 1635 yılında, Hristiyanlığı benimseyen Endonezyalılara bir miktar para verilmesini içeren bir karar çıkarmıştı. Bu sayede Endonezyalıların İslâm’la olan irtibatını kesmek isteyen şirket yöneticileri, kendilerine karşı dinî saiklerle çıkabilecek ayaklanmaların da önüne geçmek istiyorlardı.
- 17. yüzyılın ikinci yarısında, şirket etki alanı ve ticaret kapasitesini büyük ölçüde artırmıştı. Şirketin 150 gemilik ticaret filosu ve 40 gemilik de donanması vardı. Ayrıca 10 bin kadar savaşa hazır askeri de bulunan Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, bölgedeki İngiliz ve İspanyol şirketlerinin çok daha ilerisinde bir performans sergiliyordu. Özellikle her yıl başında Avrupa’ya götürülen bakır, porselen, ipek, pamuk, halı, kumaş, çay ve baharatlar, senenin kalanıyla kıyaslanamayacak düzeyde kârlı bir ticaret sağlıyordu.
Bu kârlı ticaretini artırarak sürdüren Hollanda Doğu Hindistan Şirketi, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren birtakım olumsuzluklar yaşamaya başladı. Artan etki alanı, şirket çatısı altında çalışan idareciler, memurlar ve askerler, ilgilenilmesi gereken askeîi üsler ve idarî binalar Doğu Hindistan Şirketi’nin harcama kalemlerini büyük oranda artırıyordu. Şirketin pay sahiplerine dağıttığı yüksek kâr oranlarının yanı sıra çalışanlarının yaptığı kaçakçılık ve yolsuzluk da bütçe üzerine ağır bir yük bindiriyordu. Tüm bunların üzerine Hollanda’nın Amerika kıtasında İngiltere’ye karşı giriştiği savaş ve Avrupa’daki topraklarının Napolyon Bonapart tarafından işgal edilmesi, şirketin 1800’lü yılların hemen başında, 1 Ocak’ta iflas etmesine neden olacaktı. Şirketin yönetimindeki topraklar yeni kurulan bir komisyona devredilirken, 40 yılda 10 katına çıkan borçları ve mal varlığı ise Birleşik Hollanda Cumhuriyeti’nin devamı olan Batavya Cumhuriyeti’ne devredildi.
Hollandalıların bölgedeki macerası henüz sona ermemişti. 1806 yılında Napolyon, kardeşi Louis Bonapart’ı “Hollanda kralı” ilan ederek cumhuriyet rejimine son verdi. 1808 yılında, Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’nin yönetimindeki topraklara Herman Willem Doendels adında bir genel vali tayin edildi. Yeni vali, bölgedeki mahalli idarecilerle iş birliği yapmak ve ürünlerden yerlilere pay vermek gibi yöntemler kullanarak zayıflayan Hollanda otoritesini yeniden güçlendirmeye çalıştı. Ancak çok kısa bir süre sonra, Endonezya İngiliz hâkimiyetine girecekti. Bölgeye bir vali vekili tayin eden İngilizler, önceki dönemlerde Hollandalıların izlediği baskıcı yönetim anlayışı yerine reformist ve nispeten özgürlükçü bir politika uyguladılar. Avrupa’da Napolyon savaşlarının sona ereceği 1816 yılına kadar süren bu kısa İngiliz hâkimiyeti, sonrasında devam eden Hollanda yönetiminin de seyrini değiştirecekti.
1816 yılında, Güneydoğu Asya’daki birçok toprak parçasıyla beraber Endonezya Adaları da Hollanda’ya iade edildi. İngiltere’nin çekilmesi sırasında doğan boşluktan yararlanmak isteyen bazı Müslüman kanaat önderleri, ülkede Hollanda hâkimiyetinin yeniden tesis edilmesini engellemeye çalışsalar da başarılı olamadılar. Bu olaylar, sonraki dönemde Hollandalıların İslâmî hareketlere karşı daha sert tavır takınmasına yol açacaktı. Diğer yandan ekonomi ve üretim alanında İngilizlerin sağladığı özgürlükçü ortamı sürdürmeye çalışan Hollandalılar, bu reformist anlayış sayesinde, Napolyon işgali döneminde azalan ticarî verimi artırmayı hedefliyorlardı. 1824 yılında, “Nederlandsche Handel-Maatschappij” yani Hollanda Ticaret Topluluğu adında yeni bir şirket kuruldu.
Hemen her açıdan Birleşik Doğu Hindistan Şirketi’nin devamı olan bu kurum, Güneydoğu Asya topraklarındaki Hollanda hâkimiyetinin ve 17. yüzyılda ticaretten elde edilen yüksek getirinin yeniden tesisini amaçlıyordu. Bu şirket, bölgedeki tüm Hollandalı şirketlerinin ve devletin bir araya gelmesiyle kurulmuştu.
- 1825 yılında, Cava Adası'nda, Endonezyalı dinî liderlerin ve aristokratların desteklediği bir ayaklanma çıktı. Ülkedeki Hollanda egemenliğini tamamen ortadan kaldırmayı amaçlayan bu ayaklanma, Hollanda’nın üstünlüğü nedeniyle hezimetle sonuçlandı. Üstelik Cava adasındaki hâkimiyetleri daha da güçlenmişti. Diğer adalarda ve şehirlerde de benzer ayaklanmalar gerçekleşmiş ama hiçbiri başarılı olamamıştı. Bu olayları bastırmaya çalışan Hollanda Ticaret Topluluğu, ihtiyaç duyulan harcamalar yüzünden beklenilen kârlılığı sağlayamamıştı. Bunun üzerine 1830 yılında yeni bir üretim anlayışına geçildi. Cava Adası'nın tarıma elverişli arazileri, ihracattaki payı yüksek olan çay, şeker, tütün, çivit gibi ürünlere ayrıldı. Hollanda yönetiminden afyon ticareti izni de alan topluluk, bu tarihten itibaren benzeri görülmemiş getirilerde ticaretlere imza attı. 1840 yılına kadar, 10 yılda yüzde 200 artırılan gelir Hollanda’ya gönderilerek borçların ödenmesi, vergilerin azaltılması, demiryolu ve su kanallarının iyileştirilmesi için kullanıldı.
30 yıl kadar sürdürülen bu sistem, 1860’lı yıllardan itibaren yerini liberal ekonomiye bırakacaktı. Milletvekillerinin, tacirlerin ve bazı sömürge idarecilerinin devlet kontrolünde olmayan serbest üretimi talep etmeleri üzerine 1870 yılında üretim anlayışı değiştirildi. Bu sayede özel teşebbüsleri ve yurt dışı yatırımlarını artıran Hollandalılar, 20. yüzyılın başında gelirlerini artırmayı ve çiftlik arazilerini genişletmeyi başarmıştı. Üretimine ve ticaretine yeni başlanan petrol ve kauçuğun da bu artışta payı büyüktü.
- Endonezya adalarındaki küçük sultanlıkların aralarındaki rekabetlerden faydalanan, zayıf düşenleri kendi yönetimine katan Hollandalılar, 1873 yılında beklemedikleri bir mukavemet ile karşılaştılar. Zayıflayan Açe Sultanlığı’nı kolaylıkla ele geçirebileceklerini düşünen sömürge yönetimi, istediği mutlak başarıyı sağlayamadı. 1904 yılında Açelilerin teslim olmasına kadar, 30 yılı aşkın süre boyunca devam eden Açe Savaşı, ancak halkı harekete geçiren İslâmî saiklerin tespitinin ardından dindirilebildi. Hollandalı müsteşrik Snouck-Hurgronje, halka liderlik eden Müslümanların sindirilmesi gerektiğini söyleyerek günlük ibadetlerin serbest bırakılmasını istemişti. 19. yüzyılın sonuna kadar hacca giden Müslümanlara sıkıntı yaşan yönetim, bu tarihten sonra dinî özgürlükleri genişletmeye başlayacaktı.
Hollanda sömürge yönetimi, 1901 yılında yeni bir anlayışla yoluna devam edeceğini duyurdu. İlan edilen “ahlaki politika” ile Endonezya’ya olan “vicdani borç” ödenecek ve artık elde edilen gelir, bu ülkenin kalkınması için de kullanılacaktı. Öncelikle eğitimi yaygınlaştırmak isteyen Hollandalılar, sağlık, altyapı ve tarımda istihdam etmek üzere eleman yetiştirecek teknik okullar açtılar. Aynı zamanda mahalli idarecilerin yetki ve sorumluluklarını artırarak, Açe Savaşı’ndaki gibi bir ayaklanmanın önüne geçmek istediler.
20. yüzyılın başlarında sağlanan nispeten “özgürlükçü” ortam, çeşitli fikir akımlarının Endonezya’da gelişme alanı bulmasını sağladı. 1908 yılında kurulan “Budi Utomo” yani “Emeğin Asaleti” topluluğu, tamamen sömürge karşıtı bir akımdı.
1912 yılında, bu sefer İslâmî temellere dayanan bir topluluk kuruldu. “Sarekat İslâm” yani “İslâm Birliği” daha geniş tabanlı bir halk hareketiydi. Temel ilkesi “Hollanda ile iş birliği yapmamak” olan bu hareket, ilk defa Endonezya’ya muhtariyet verilmesi fikrini ortaya attı. Elbette bu fikir Hollandalılar tarafından kabul edilmeyecekti. Ülkede artan bağımsızlık isteklerinin farkında olan sömürge yönetimi, 1918 yılında, bir kısmı seçim bir kısmı atama yoluyla belirlenen vekillerden oluşan ve sadece danışma yetkisi olan bir meclis kurdu. 1925 yılına gelindiğinde, sınırlı düzeyde kanun çıkartabilme yetkisi de verilen “Volksraad” adındaki bu halk meclisi, hiçbir zaman Endonezyalıların istediği yetkilere kavuşamadı.
İçeride görüş ayrılıkları yaşayan İslâm Birliği, 1922 yılında ikiye bölündü. Bu iki görüşten birisi, Sarekat İslâm’ı daha da kurumsallaştırarak, 1923 yılında, “Partai Sarekat İslâm Indonesia”yı, yani Endonezya İslâm Birliği Partisi’ni kurdu. Sol görüşlere yakın olanlar ise ertesi yıl, “Partai Komünist Indonesia”yı yani Endonezya Komünist Partisi’ni kuracaktı. Sömürgecilik karşıtı söylemleriyle halktan destek toplayan Komünist Parti, 1926 yılının kasım ayında Batı Cava’da, 1927 yılının ocak ayında ise Batı Sumatra’da başlayan ayaklanmalara öncülük etti. Hollandalıların şiddetli müdahalesi ile sonuçlanan bu ayaklanmalar, bir kısmı eski İslâm Birliği üyesi olan pek çok Endonezyalının infazıyla sonuçlandı.
- Komünist hareketinin ardından İslâm Birliği’nin de sindirildiğini gören Endonezyalı aydınlar, temel motivasyonu tam bağımsızlık olan milliyetçi düşünceler etrafında bir araya gelmeye başladılar. Bağımsızlık bilinci, halk arasında da giderek yayılıyordu. Ülkede 1918 yılında yalnızca 40 ayrı Endonezce basılan gazete bulunurken bu sayı, 1925 yılında 2 bini aşacaktı. 1928 yılında Cakarta’da bir “Gençlik Kongresi” düzenlemek isteyen Endonezyalı aydınlar, bu kongrede “tek vatan, tek millet ve tek dil” ilkeleri üzerinde uzlaşmışlar ve bu sayede bağımsızlık düşüncesini geniş Endonezya coğrafyasına yaymaya başlamışlardı.
Endonezyalılar siyasî kanatta da çalışmalarını sürdürüyorlardı. “Sarekat İslâm” hareketi içinde yetişen Ahmed Sukarno, 1927 yılında, “Partai Nasional Indonesia”yı yani Endonezya Milliyetçi Partisi’ni kurdu. Partinin temel ilkelerinden birisi, İslâm Birliği’nde olduğu gibi, Hollanda ile iş birliği yapmamaktı. Bağımsızlık düşüncesini savunan milliyetçi parti, geniş halk kitleleri tarafından desteklenmeye başladığında Hollandalıların da dikkatini çekti. Ahmed Sukarno, 1930 yılında tutuklandı ve partisi kapatıldı. Hemen ardından benzer idealler çerçevesinde iki yeni parti kuruldu. Bunlardan biri teşkilatlanmayı ve disiplinli çalışmayı daha çok önemseyen Yeni Endonezya Milliyetçi Partisi iken diğeri geniş halk kitlelerinin desteğini almayı amaçlayan “Partai Indonesia” yani Endonezya Partisi’ydi. 1932 yılında serbest bırakılan Sukarno da bu partiye katıldı ve genel başkanlığına seçildi. Ancak partinin çok kısa sürede 20 bini aşkın üye sayısına erişmesi, Ahmed Sukorno’nun sömürgecilik karşıtı faaliyetleri sebebiyle yeniden tutuklanmasına neden olacaktı. Sukarno bu tarihten 1942 yılında başlayan Japon işgaline kadar sürgünde yaşamak zorunda kaldı.
Hollanda yönetiminin baskıları bağımsızlık düşüncesini sindirmiyor, aksine Endonezyalıların bu ideal uğruna bir araya gelmesini kolaylaştırıyordu. Sömürgecilerin her gruba aynı muameleyi ve baskıyı uygulaması, onlara aralarındaki ihtilafları gidermek veya görmezden gelmek için bir fırsat sunuyordu. 1936 yılında Volksraad Halk Meclisi, Endonezya’ya muhtariyet verilmesi teklifini Hollanda yönetimine sundu. Hatta bunun için Hollanda’nın bir konferans düzenlemesini istiyordu. Meclisin bu teklifi, sömürge meclisi tarafından reddedildi. 1937 yılında, geleneksel ve modern İslâm’ı savunan âlimler bir araya gelerek “Majlis Islâm Alaa Indonesia”yı yani Endonezya Yüksek İslâm Konseyi’ni tesis ettiler. Daha sonraları bütün İslâmî oluşumların yer bulacağı bu konsey, Endonezyalı Müslümanların tek bir çatı altında buluşmasını sağlıyordu. 1939 yılında ise bu defa İslâmcıların ve Milliyetçilerin bir araya geldiği “Gabungan Politik Indonesia” yani Endonezya Siyasî Federasyonu kuruldu. Böylece birbirinden farklı taraflar, birlikte Endonezya’nın bağımsızlığını savunmuş oluyorlardı. Bu çabalar sonuçsuz kalsa da Endonezyalıların milli birliklerini sağlamaları açısından değerliydi.
- 20. yüzyılın ilk yarısı sonlanırken, içeride artan bağımsızlık taleplerinin yanı sıra uluslararası alanda artan bir gerilim söz konusuydu. Özelde Avrupa’yı, genelde tüm dünyayı ilgilendiren bir savaş patlak vermek üzereydi. 1942 yılına gelindiğinde, Mihver Devletlerinden Japonya, birçok Güneydoğu Asya ülkesi gibi Endonezya’yı da işgal etti. Japonya, faaliyetlerini sürdüren Batılı devletleri bölgeden uzaklaştırmak ve Güneydoğu Asya ülkelerini kendi etkisi altında bırakmak istiyordu. Bu gayeler doğrultusunda Endonezyalıların milli bilinci ayağa kaldırma çalışmalarını destekledi. Hollandalıların bıraktıkları izleri silmeye çalıştı. Olası bir İngiltere veya Hollanda baskınına karşın, 60 binden fazla Endonezyalıya askerî eğitim verdi. Bu eğitimi alanlar, daha sonraki yıllarda ulusal kurtuluş hareketinin çekirdeğini oluşturacaklardı.
Japon işgali ile Ahmed Sukarno’nun sürgünü de sona ermişti. Savaştan sonra bağımsızlık kazanabileceklerine dair ümidi artan milliyetçiler, Japon hükümetiyle beraber hareket etmeye başladılar. Ahmed Sukarno da onlara bölge hakkında danışmanlık yapıyordu. 1944 yılında, ülke sathında yeniden başlayan ayaklanmalar ve bağımsızlık talepleri karşısında zor duruma düşen Japonya, bizzat Başbakan Koiso’nun sözüyle Endonezya’ya bağımsızlığını vadetti. Ne var ki savaşın seyri Japonya’nın istediği gibi gitmeyecek, İttifak Devletleri galip gelecekti. Amerika Birleşik Devletleri tarafında 6 Ağustos 1945’te Japonya topraklarına atılan atom bombası, Japonları 14 Ağustos’ta kayıtsız şartsız teslim olmaya mecbur bırakmıştı. Bunun üzerine Ahmed Sukarno ve arkadaşları, 17 Ağustos 1945’te bağımsızlıklarını ilan ettiler.
Endonezya’nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından yaklaşık beş yıllık bir ulusal mücadele dönemi başladı. Japonları teslim almaya gelen İngiliz kuvvetleri, Cava ve Sumatra Adası'nın önemli limanları dahil olmak üzere ülkenin büyük bir kısmını işgal ettiler. Bunun üzerine Hollandalılar da ülkeye gelerek eski sömürgelerini yeniden hâkimiyetleri altına almaya çalıştılar. Ancak, Japonya işgali sırasında askeri eğitim alan 60 bin Endonezyalının çekirdeğini oluşturduğu milli ordu ve milis kuvvetlerin şiddetli savunmasıyla karşılaştılar. Özellikle 1945 yılının kasım ayında gerçekleşen çarpışmalarda Endonezya kuvvetleri İngilizleri püskürtmeyi başardı.
Başarılı savunmaların peşini masadaki anlaşmalar takip edecekti. Hollanda yönetimi, kendilerinin de pay sahibi olmaları şartıyla Endonezya’da federatif bir yapı kurulmasını kabul etti. Ancak bu anlaşma Endonezya tarafını tatmin etmeyecekti. Anlaşmazlıkların devam etmesi, içeride milis kuvvetlerin saldırılarının sürmesi ve dışarıda uluslararası kamuoyunun baskısının artması üzerine Hollanda bir yuvarlak masa toplantısına oturmayı kabul etti. Birleşmiş Milletler gözetiminde Lahey’de gerçekleştirilen bu toplantı sonucunda Endonezya Yeni Gine Adası'nın batısı haricinde topraklarında egemenliğini sağladı 27 Aralık 1949’da fiilen bağımsızlığını kazandı. Böylece 350 yıl süren Hollanda sömürge dönemi de sona ermiş oldu.
- İslâm ile 9. yüzyılda, Hindistan’a sefer düzenleyen Arap tacirlerin adaya ayak basmasıyla tanışan Endonezya halkı, dinlerinden ve birlikteliklerinden aldıkları güçle bağımsızlığını kazanabilmiştir. Endonezya’nın sömürgecilerle 16. yüzyılda başlayan mücadelesi, süreç içerisindeki çeşitli ayaklanmalarla kesintiye uğrasa da bunlardan en kesin başarıyla sonuçlananı ancak geçtiğimiz yüzyılın ortasında gerçekleşebilmiştir. Dünya tarihini okuduğumuzda defalarca karşılaştığımız gibi, kendi küçük iktidarlarının peşinde olan komutanlar işgalcilerin ekmeğine yağ sürerken, bütün ihtilaflarını geride bırakıp ortak noktalarda bir araya gelenler ise sömürgecilerin sonunu getirmiştir. Ulusal ayaklanma öyküsü Türkiye’nin kurtuluş mücadelesi ile çok benzer olan Endonezya, tarihiyle günümüz Müslümanlarına ve tüm dünyaya ibret vermeye devam ediyor.