Hilafet kervanları surreler
Arapça para kesesi anlamına gelen ve bir kervan vasıtasıyla Mekke-Medine’ye değerli hediyeler göndermeyi ifade eden surreyi ilk kez Abbasi halifesi Mehdi-Billah başlattı. Genellikle bir merasim eşliğinde, dinî ve idarî kurumların üst düzey katılımlarıyla gönderilen surre, büyük kervanlarla, zamanın şartlarına uygun yollar seçilerek Kâbe’ye ulaştırılıyordu. Surrede çeşitli hediyelerin yanı sıra, Efendimiz (s.a.v)’i ve ailesini temsilen bir mahmil de bulunuyordu. Devenin sırtına yerleştirilerek iki kişinin yolculuk yapmasını sağlayan, üzerine örtü çekilerek yolcuyu sıcaktan, tozdan koruyan ve küçük bir odacıktan ibaret olan mahmilin, Efendimiz (s.a.v)’den tevarüs eden hilafetin ruhaniyetini taşıdığına inanılıyordu. Osmanlı Devleti'nde ilk kez, devletin ikinci kurucusu olarak bilinen Çelebi Mehmet, Edirne’den surre yolladı. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethine kadar farklı aralıklarla gönderilen surre, Osmanlı içinde asıl sistemli merasimlerine Yavuz’un Kahire’ye girmesiyle kavuştu. Hilafetin Osmanlıların eline geçtiğinin göstergesi olan surre, Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekilinceye kadar her sene aksatılmadan gönderildi.
1807 yılı hac mevsiminde, çıkardığı isyanla kutsal toprakları kontrol altına alan Suud, Abbasilerden itibaren her hac dönemi, çeşitli hediye ve sadakalarla beraber gönderilen Mahfil-i Şerif’i de yaktı. Vahhabi ideolojiye sahip olduğu için, bu tür merasim ve etkinlikleri, sonradan dine eklenen kötü bid’atler olarak değerlendiren Suud, o yıl Şam’dan gelen surre alayını ve hac kafilesini de çeşitli bid’at ithamları ile geri çevirdi. Mısır’da bulunan kuvvetli Osmanlı valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa ile İstanbul’daki sadaretin şiddetli tepkisine neden olan Suud’un çıkardığı bu kriz, ne var ki ne ilk ne de son olacaktı…
- Arapça para kesesi anlamına gelen ve bir kervan vasıtasıyla Mekke-Medine’ye değerli hediyeler göndermeyi ifade eden surreyi ilk kez Abbâsî Halifesi Mehdi-Billah başlattı.
Abbasilerden halife Muktedir-Billah döneminde geleneksel hale gelen surre, halifelik müessesesi fiilen ortadan kalkıncaya kadar, hilafet meşruiyetinin bir göstergesi olacaktı.
Genellikle bir merasim eşliğinde, dinî ve idarî kurumların üst düzey katılımlarıyla gönderilen surre, büyük kervanlarla, zamanın şartlarına uygun yollar seçilerek Kâbe’ye ulaştırılıyordu.
Surrede çeşitli hediyelerin yanı sıra, Efendimiz (s.a.v)’i ve ailesini temsilen bir mahmil de bulunuyordu. Devenin sırtına yerleştirilerek iki kişinin yolculuk yapmasını sağlayan, üzerine örtü çekilerek yolcuyu sıcaktan, tozdan koruyan ve küçük bir odacıktan ibaret olan mahmilin, Efendimiz (s.a.v)’den tevarüs eden hilafetin ruhaniyetini taşıdığına inanılıyordu.
Peygamber efendimiz (s.a.v)’e nispetle, şerif kelimesi ile beraber anılan mahmil, siyasî ve dinî gerekçelerle karşı çıkanlar tarafından; politik bir gaye güttüğünü vurgulamak için sultan kelimesi ile beraber, Mahmil-i sultan şeklinde isimlendiriliyordu. Bakımlı develer üzerinde Kâbe’ye gönderilen mahmilin içi, o zaman ki halkın genel inanışının aksine boştu. Zira halk bu mahmil içinde; hediyelerin, kumaşların ve çeşitli kutsal eşyaların taşındığını düşünüyordu.
1258 yılında Moğol istilasıyla beraber Abbâsîler’in yıkılması, surre uygulamasını kesintiye uğrattı. Memlûk Sultanı 1. Baybars, Moğolları durdurarak, Bağdat’tan kaçmayı başaran Abbâsî şehzadesi Ahmet’i, 1261 yılında Kahire’de sembolik bir şekilde halife ilan etti ve surre gönderimini yeniden başlattı. Aynı yıllarda kendisini Abbasilerin varisi olarak halife ilan eden ve Yemen’de hüküm süren Resûlî emîri el-Melikü’l-Muzaffer, Memlûkleri hiçe sayarak kutsal topraklarda adına hutbe okutturdu.
Hilafetini meşrulaştırmak için Mekke ve Medine’ye surre göndermeyi ihmal etmeyen emir, ilk defa Kâbe’ye örtü gönderme uygulamasını da ortaya çıkardı. Olan bitenden rahatsız olan Memlûk hükümdarı Baybars, 1269 yılında hacca giderek Resûlî emirini sindirdi. Burada hâkimiyetini pekiştiren sultan, adına hutbe okuttu. Kâbe için örtü hazırlama ve surre gönderme geleneklerini de uhdesine aldı.
Bundan sonra Memlûk Devleti, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethine kadar surreyi, Kâbe örtüsü ile beraber, büyük merasimlerle kutsal topraklara gönderdi. Bu merasimlere çok ihtimam gösteren Memlûkler, Bağdat, Şam ve Halep gibi şehirlerden de hac kervanlarıyla beraber surreler yola çıkardı. Surre için hazırladıkları mahmile örtü olarak, devlet renkleri olan sarıyı kumaş rengi seçen Memlûkler, tüm bu gelişmelerin sonunda İslâm dünyasında en büyük manevi güç haline geldi.
1413 yılında Osmanlı Devleti'nde ilk kez, devletin ikinci kurucusu olarak bilinen Çelebi Mehmet, Edirne’den surre yolladı. Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethine kadar farklı aralıklarla gönderilen surre, Osmanlı içinde asıl sistemli merasimlerine Yavuz’un Kahire’ye girmesiyle kavuştu. 1517 yılında Sultan 1.Selim’in Kahire’den yolcu ettiği ve artık hilafetin Osmanlıların eline geçtiğinin göstergesi olan surre, Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekilinceye kadar her sene aksatılmadan gönderildi.
- Surre Osmanlı’da devirden devire değişikliklerle beraber genellikle iki merkezden gönderiliyordu. İlki başkent İstanbul’dan padişahın katılımıyla beraber ihtişamlı bir törenle yola çıkarken diğeri Mısır valisinin katılımıyla, Kâbe örtüsüyle beraber Kahire’den yollanıyordu.
İstanbul’dan yola çıkan surre imkânlar nispetinde karadan kervanlarla, denizden gemilerle ve devletin ilerleyen zamanların da trenlerle Şam’a ulaştırılıyordu. Bu surrede padişahın Şam’a, Kudüs’e ve kutsal topraklara gönderdiği kıymetli hediyeler ile beraber; Osmanlı hilafetini temsil eden yeşil ya da siyah renkli kumaşla örtülü mahmil de bulunuyordu.
Türk hacıların eşlik ettiği surre, Ramazan ayını Şam’da geçiriyor, oradan kara yoluyla Mekke’ye yol alıyordu. Kalabalık ve gösterişli bir insan topluluğu ile hareket eden surrede görev alacaklar, devlet tarafından titizlikle seçiliyordu. Kahire’den yola çıkan diğer surre, kara yolundan ve ya Kızıldeniz üzerinden gemilerle ilerleyerek, İstanbul’dan yola çıkan kafileyle, Arafat dağında buluşuyordu.
Burada fakirlere sadakalar dağıtılıyor, getirilen gül suyu ile Kâbe yıkanıyor ve bir önceki sene giydirilmiş olan Kâbe örtüsü değiştiriliyordu.
1800’lü yılların hemen başında Hicaz’da çıkan Vahhabi ayaklanması ile bir süre, surre uygulaması kesintiye uğradı. İsyanı tertip eden Suud daha çok dinî gerekçelerle surreleri engellemişti. Osmanlı’nın Mısır valisi Kavalalı bu isyanı bastırarak, Hicaz’ı yeniden Osmanlı’ya bağladı ve surre gönderimi devam etti.
Osmanlı Devleti'nin zayıfladığı son dönemlerde Kahire’de bağımsızlık mücadelesine girişen Mısır valileri, başkentİstanbul’daki surre törenlerinden daha ihtişamlı törenler düzenleme gayretine girişti. Hatta iş kutsal topraklara erken varmak için kafilelerin yarışmasına kadar varacaktı.
1914 yılında Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşına girdiyse de savaşa rağmen surre uygulaması sürdürüldü.
1916 yılında Osmanlı’ya isyan eden Şerif Hüseyin İstanbul’dan gelen surre kervanın Mekke’ye ulaşmasına engel oldu ve surre Medine’de kaldı. 1918 yılında ise başkentten yola çıkan son surre ancak Şam’a ulaşabildi.
Kahire’den gönderilen surreler, savaştaki yıkıma rağmen Suud ailesinin yönetimi ele aldığı 1926 yılına kadar kutsal topraklara ulaştı. Vahhabi ideolojiye sahip hacıların tepkisini çeken surre, bu tepkiyi bahane eden Kral Abdulaziz İbni Suud tarafından 1926 yılında engellendi. İbni Suud, surre içindeki önemli kimselere gönderilen hediyeleri ve Mısırlı muhafızları kendi egemenliğinin ihlali olarak görüyordu.
1937 yılındaki bir yakınlaşma neticesinde tekrar surre ve Kâbe örtüsü Kahire’den gönderildi, fakat çıkan olaylardan dolayı Cidde’den öteye geçemedi. 1952 yılına kadar Kahire’de hacıların Kâbe’ye gidiş ve dönüş törenlerinde çıkarılan surre içindeki mahmil, aynı yıl son mahmil devesinin ölmesi ve devlet merasimiyle gömülmesiyle beraber müzeye kaldırıldı.
Bu yıllarda Hindistan’dan getirttiği ustalara bir atölye kurduran İbni Suud, Kâbe örtüsünü de kendi ülkesinde diktirmeye başladı. Böylelikle binlerce yıllık bir gelenek tarihin tozlu sayfaları arasında kayboldu.