“Modern Tunus’un kurucusu”: Habib Burgiba
Habib Burgiba'nın siyasî kariyeri otuz yıla yayıldı; yarısı Tunus milliyetçi hareketinin lideri ve yarısı da bağımsız Tunus başkanı olarak geçti. Büyük ölçüde kendi ifadelerine dayanan liderlik tarzının bir portresi, hem Tunus'u bağımsızlığa yönlendirmede hem de 1956'dan sonra büyük reformları uygulamada karizmatik ve etkili olduğunu gösteriyor.
23 Mayıs 2016 günü ajanslara düşen bir haber, aynı tarihli pek çok gelişme gibi yoğun gündem arasında kaynayıp gitmiş olsa da, Kuzey Afrika’nın küçük ülkesi Tunus için ifade ettiği anlamlar sebebiyle diğerlerinden çok ayrı bir yere düşüyordu. Ülkeyi, 2010 yılının son günlerinden itibaren İslâm dünyasını derinden etkileyen “Arap Baharı” sarsıntısının merkez üssü oluşuyla ya da son yıllarda turizmin gözdesi haline gelen şehirlerinin mavi kapılı evleriyle tanıyanları pek de alakadar etmeyen gelişme, bölgenin yakın tarihine alaka duyanların nazarında epeyce dikkat çekiyordu.
Habere konu görüntülerde hummalı bir çalışmanın son rötuşlarını yapan işçiler, bir vinç yardımıyla hareket ettirilen devasa heykeli, adını, 2010 Aralık'ında kendini ateşe vererek Arap Baharı’nın fitilini ateşleyen Muhammed Buazizi’den alan ve ülkenin en önemli mekânlarından biri olan meydana yerleştirirken görülüyorlardı. Olup bitene şahitlik eden Tunusluların meraklı bakışları eşliğinde yaklaşık iki saat süren çalışmalar sona erdiğinde, Ülkenin kurucu Cumhurbaşkanı Habib Burgiba’nın 1 Haziran 1955’de muzaffer bir komutan edasıyla Tunus’a gelişini tasvir eden heykel, 29 yıl evvel kaldırıldığı yere geri dönmüş olacaktı…
18. asrın ortalarından itibaren Osmanlılar himayesindeki Hüseynîler tarafından yönetilen Tunus, ailenin çıkardığı 12. vali olarak koltuğa oturan Mehmed Sadık Paşa (-1882) döneminde Fransızlar tarafından işgal edilmiş; Nisan 1881’de Cezayir sınırında yaşanan karışıklıkları gerekçe gösteren Jules Grevy (1807-1891) yönetimindeki Fransa, 30 bin askerden müteşekkil bir orduyla Tunus topraklarına girerek ülkenin içlerine doğru ilerlemişti. Kısa sürede büyük yol kat eden işgal karşısında çaresiz kalan Mehmed Sadık Paşa, 12 Mayıs 1881’de imzaladığı Kassâr Said (Bardo) Antlaşması’yla bölgenin askerî, mali ve harici idaresini tamamıyla Fransızlara bırakmak zorunda kalmış, ancak bu antlaşma da bölgedeki karışıklığı sona erdirmemişti.
Tunus’u tam anlamıyla kontrol altına almak için var güçleriyle çalışmaya başlayan Fransızlar, ülkeye atadıkları ilk vali Théodore Roustan (1833-1906) ve onun hemen ardından göreve gelen Paul Cambon (1843-1924) dönemlerinde, yalnızca dört yılda, sömürgeleştirme sürecini tamamlamış ve bir sonraki aşamaya geçmişlerdi. Ta en başından bu yana işgal sürecinin içinde yer alan ve sonradan Tunus Hükümeti Genel Sekreteri olarak da görev yapacak olan Bernard Roy’un (1845-1919) kontrolünde yürütülen sosyal yapının değişimi politikaları kapsamında ülkedeki imtiyazlı Avrupalı nüfus her geçen gün artmış, on binlerce Tunuslu genç de Fransız ordusunda silah altına alınmıştı. Ülkede kopan fırtınadan elbette ki siyasî hayat da etkilenmiş, günden güne daha da boğucu bir hal alan baskı ortamında sömürge yönetimine muhalefet etmek imkansız hale gelmişti.
- Tüm bu yaşananlar Tunus ahalisinde menfi hisler uyandırsa da ülkenin bağımsızlığından umudunu kesmeyen ve mücadeleye devam edilmesi gerektiğini savunanlar da az değildi…
Habib Burgiba, işte Tunus’un bir Fransız sömürgesi olarak varlığını sürdürdüğü ama milliyetçi damarın da gitgide kabardığı bu yıllarda, ülkenin Akdeniz kıyısındaki şehirlerinden Munastir’de, resmî kayıtlara göre 3 Ağustos 1903’de, kendi ifadesine göre bundan birkaç yıl daha önce doğdu.
1877-1881 yılları arasında Donanma Bakanı olarak da görev yapan General Ahmed Zarruk tarafından orduya alınan ve 19 yıl burada görev yaptıktan sonra emekliye ayrılan Ali Burgiba’nın sekiz çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya gelen Habib, kardeşleriyle arasındaki yaş farkından dolayı yalnız bir çocukluk geçirdi. Babasının, o henüz bebekken yerel meclise seçilmesiyle ailenin ekonomik şartlarının nispeten düzelmesi, geleceğini önemli ölçüde etkiledi ve küçük çocuğun tahsil hayatı böylece başladı.
İlkokula Munastir’de kaydolan Habib Burgiba, buradaki okula kısa süre devam ettikten sonra, babasının isteğiyle Tunus’taki abisinin yanına gönderildi ve tahsiline dönemin ünlü okullarından Sâdıkî Koleji’ne devam etti.
Onun, pek çok akranından şanslı olarak eğitim hayatına devam ettiği yıllarda, Tunus sokakları da bağımsızlık yanlısı gençlerin eylemleriyle çalkalanır olmuştu. Ülkede tüm ağırlığıyla devam eden Fransız etkisi, yeni nesilde ters tepmiş; sömürge yönetimine karşı çıkmak maksadıyla bir araya gelenlerce, 1907 yılında Genç Tunuslular Hareketi kurulmuştu.
1911’in Kasım ayında, şehrin en önemli mekânlarından Cellaz Mezarlığı arazisinin ecnebilerin kullanımına açılacağı söylentileriyle patlak veren gerilim, gelişmeleri protesto etmek maksadıyla toplanan gençlere polisin müdahale etmesiyle isyana dönüşmüş ve yaşanan çatışmalar sonucunda dokuzu Fransız, beşi de İtalyan olmak üzere 39 kişi hayatını kaybetmişti.
Yalnızca birkaç ay sonra, 9 Şubat 1912’de İtalyan bir vatman tarafından kullanılan tramvayın Müslüman Arap bir çocuğa çarparak ölümüne sebep olması sonrası yine Genç Tunuslular öncülüğünde tramvay boykotu başlatılmış; raylı sistemi işleten Fransız ve İtalyan sermayeli şirketin hayatını kaybeden çocuğun ailesine tazminat ödemesi, İtalyan çalışanların işten çıkarılması ve Tunusluların Fransızlarla eşit ücrete çalıştırılması gibi taleplerin tümü reddedilmesine rağmen, bir ay sonra eylem sonlandırılmıştı.
- Ülkedeki sömürü düzenine karşı verilen bu ilk toplumsal tepkiler başarıya ulaşamasa da, üretilen söylemler ve ortaya konan tavır, bağımsızlık hareketlerine temel oluşturacak ve Tunus’un geleceğinin şekillenmesinde etkili olacaktı.
Habib Burgiba, Tunus’un hareketli sokakları ve hararetli gençleriyle, daha küçük yaşlarda şahit olduğu Cellaz İsyanı ve tramvay boykotu vesilesiyle tanıştı. Okul hayatının ilk yıllarında Arapça ve İslâmiyet üzerine eğitim alarak 1913 yılında ilkokuldan mezun oldu. Aynı yıl annesini kaybeden Burgiba, öğrenimine yine Sâdıkî Koleji’nde devam etti ve abisinin yanından ayrılarak okulun yurduna yerleşti.
Bir yıl sonra Birinci Cihan Harbi patlak verdiğinde, uzun yıllardır devam eden çatışmalar ve Fransız işgaliyle zaten perişan olan Tunus ekonomisi hepten küçüldü ve bütçe kısıtlamalarından eğitim de nasibini aldı. Habib Burgiba, ilk kez bu şartlar altında bir eylemde yer aldı ve okul yemekhanesinde doğru dürüst yemek çıkmamasını protesto eden arkadaşlarına katıldı. Bu gösteriler sırasında tanıştığı bir arkadaşı vesilesiyle, bağımsız Tunus söyleminin ve Tûnusü’l-Fetât (Tunuslu Genç Araplar) hareketinin öncülerinden Abdülazîz Seâlibî’nin ülkeye dönüşünde kendisini karşılayan heyete dahil oldu. Genç Habib, politikaya ısınıyordu…
Harbin sona erdiği yıllara gelindiğinde, neredeyse dünyanın tamamında olduğu gibi Tunus’ta da milliyetçilik hareketleri iyiden iyiye palazlanmıştı. Er Raid gazetesi editörü Muhammed Bayram el-Hamîs’in İslâmî içerikli yazılarının Tunuslular üzerinde yarattığı etki, Abdülazîz Seâlibî’nin, hareketin kurucu lideri Ali Bâş Hanbe’nin 1918’deki ölümü üzerine Tûnusü’l-Fetât liderliğine geçmesiyle zirveye ulaşmıştı.
Aynı yıl Fransız hükümeti nezdinde görüşmeler yapmak ve uluslararası kamuoyu oluşturmak üzere Paris’e giden Seâlibî’nin çabaları sonuçsuz kalmış; ancak yine kendisinin kaleme aldığı “Şehit Tunus” adlı kitabın etkisi beklenenden çok daha büyük olmuş ve Tunus muhalefeti artık gözle görünür bir hal almıştı. Çok geçmeden, 15 Ocak 1920’de, ülkenin ilk düzenli siyasî hareketi olarak tarihe geçecek olan Düstur Partisi kurulacak ve Abdülazîz Seâlibî de partinin başkanlığına getirilecekti.
Burgiba, ülkesi adına son derece hareketli geçen 1910’lu yılların ikinci yarısından itibaren siyasete ağırlık verdi ve derslerinden geri kaldı. 1917’de kendisi için hayli kritik bir sınavdan kalarak Sâdikî Koleji’nden uzaklaştırılan Habib, yeniden okula döneceği vakte değin geçen süreyi de, birkaç yıl evvel bir karşılama töreni vesilesiyle tanıdığı Abdülazîz Seâlibî öncülüğündeki gençlerle geçirdi ve Tûnusü’l-Fetât hareketinin fikirlerinden ziyadesiyle etkilendi.
1918-1919 eğitim takviminde, okul müdürünün inisiyatifiyle tekrar okula başladı ve son senesini de tamamlayarak ortaokul diplomasını aldı; ancak liseye devam edemedi. Uzun süredir içinde yaşadığı sağlıksız koşulların üzerine bir de ağır gribal enfeksiyon geçiren Burgiba, bir süre hastanede yattı ve taburcu edilmesinin ardından da El Kâf’ta yaşayan abisi Muhammed’in yanına yerleşti.
Dünyaya dair okumalar ve fikir teatileriyle geçen 20 ay boyunca, oldukça seküler bir hayat süren abisiyle yaşasa da, Düstur Parti’sinin faaliyetlerini takip etmekten geri durmadı. Tam anlamıyla iyileştikten ve kendini toparladıktan sonra yeniden okula devam etmeye karar veren Burgiba, ortaokul dönemindeki başarısızlıkları sebebiyle ailesinden fazla destek bulamadı. Ancak o, ülkesine daha iyi hizmet edebilmek için tahsiline devam etmesi gerektiğini düşünüyordu. Abilerinden Mahmud’u ikna etmeyi başardı ve ondan aldığı maddi destekle Tunus’a dönerek Carnot Lisesi’ne kaydoldu. Hayatının en büyük kırılmasını, burada geçen yıllarında yaşayacaktı.
Burgiba’nın sağlığıyla uğraştığı günlerde, Düstur Partisi de önemli imtihanlardan geçmiş; Abdülazîz Seâlibî, Şehit Tunus kitabı sebebiyle tutuklanarak askeri cezaevine konulmuştu. Hüseynî hanedanın o dönemki temsilcisi Nâsır Bey (Muhammed en-Nâsır), ülkedeki sömürge yönetimine karşı yayınladığı ve bir dizi talep içeren milliyetçilik tandanslı bildirinin ardından, Fransızların Tunus Valisi olarak görev yapan Lucien Saint tarafından rehin alınmış ve yaşanan gerilim Tunus sokaklarını yeniden alevlendirmişti.
Dokuz aylık mahkumiyetin ardından serbest bırakılan Seâlibî ve partisinin öncülüğünde düzenlenen ve lise talebesi Habib Burgiba’nın da bir parçası olduğu protesto gösterileri sonuçsuz kalmış; Nâsır Bey görevinden azledilmiş ve yerine kuzeni Muhammed el-Habib getirilmişti. Yaşananların tek kaybedeni Nâsır Bey olmayacak; Abdülazîz Seâlibî de Düstur Partisi’nin ahali nazarında bulduğu desteğin günden güne artması sebebiyle iyice yoğunlaşan Fransız sömürge yönetimi baskısına dayanamayacak ve 1923 yılında ülkeyi terk edecekti.
1921’de lise öğrenimine başlayan Habib Burgiba, Düstur Partisi’nin öğrenciler arasındaki önemli isimlerinden Bahri Guiga ve Sâdıkî Koleji’nden de tanıştığı Tahir Sifr ile yakın bir arkadaşlık kurdu. Carnot Lisesi’ndeki birinci yılını beklenmedik bir başarıyla tamamladıktan sonra felsefeye yöneldi ve okumalarını bu alanda sürdürdü.
Burgiba, okuldaki ikinci yılının ortalarında patlak veren Nâsır Bey ve Lucien Saint geriliminde, Tunus Bey’ini desteklemek için sokaklara dökülen protestocular arasında yer aldı. Sömürge valisinin halktan gelen tepkilere kulak tıkaması ve Nâsır’ı azletmesinin ardından, Sosyalizm üzerine yoğunlaşan Burgiba, arkadaşlarıyla birlikte katıldığı toplantılarda yeni fikirlerini yüksek sesle dillendirmeye başladı.
Genç adam, Fransızlarla mücadelede yeni yollar izlenmesi gerektiğine inanarak, Paris’te eğitim almaya karar verdi. Lisedeki son yılında açılan bir sınava başvuran Burgiba, yüksek bir başarı elde etti ve Fransa’da tahsil için verilecek burstan faydalanmaya hak kazandı. Carnot günlerini finanse eden abisi Mahmud’un da aylık 50 frank gönderme sözü vermesiyle gurbet hayatının maddi külfeti konusunda epeyce rahatladı ve 1924 yazında liseden mezun olmasının ardından Fransa’nın yolunu tuttu.
Paris’teki ilk aylarında maddi sıkıntılar yaşayan ve kalacak yer bulmakta zorlanan Burgiba, birkaç ay sonra bir otel odasına yerleşti ve Sorbonne Üniversitesi’ne kaydoldu. Buradaki ilk yılında şehirdeki diğer Tunuslu öğrencilerle irtibat kurmaya ve onları örgütlemeye girişti. Kendisinden birkaç yıl evvel şehre gelen ve tıp fakültesinde lisans eğitimine devam eden Mahmûd Materî ile de bu sayede yolları kesişti ve iki arkadaş, bir yandan Fransa’da devam eden Üçüncü Cumhuriyet üzerine gözlem yaparken, bir yandan da uluslararası gündemi takip etti. Burgiba, Paris günlerinde sık sık öğrenci topluluklarına katıldı, tartışmalara girdi, fikir teatisinde bulundu, Fransız Anayasa’sı üzerine tahliller yaptı ve ülkenin yakın tarihine dair kaynakları gözden geçirdi.
Tunus’u sömürge olmaktan kurtarmanın yolunun, en az Fransız idareciler kadar donanımlı bir entelektüel olmak gerektiğine inanan genç adam, bu hedefine ulaşmak için hiçbir fırsatı kaçırmadı.
Burgiba, Paris’teki ikinci yılında üniversitenin yurduna yerleşti. İlk zamanlar politik toplantılara katılmaya ve Tunuslu gençlerle bir araya gelmeye devam etse de, 1925’in son günlerinde, yurttaki odasını temizlemeye gelen Matilde ile tanışmasıyla birlikte her şey değişti. Eşini cihan harbinde kaybeden genç kadınla olağanın dışında bir iletişim kuran Burgiba, aralarındaki on iki yaşlık farka rağmen bu diyaloğu ileri götürmekte beis görmedi ve kısa süre sonra da yurttan ayrılarak Matilde’nin evine yerleşti. Yeni yaşam tarzı hem eğitim hayatını hem de politik duruşunu olumsuz etkilemiş ve Habib Burgiba, ilk yılında aktif rol aldığı yapının uzağında kalmıştı.
1926 yazında ülkesine dönen Burgiba, buradaki günlerini memleketi Munastir’de geçirdi ve Tunus’taki siyasî gerilimden uzak kaldı. Birkaç aylık tatilin ardından, Eylül ayında babası Ali Burgiba’yı kaybetti ve yine aynı dönem, Matilde’den, hamile olduğunu söyleyen bir telgraf aldı.
Okulunun da başlamasıyla birlikte Paris’e dönen Burgiba, bir önceki yıl ihmal ettiği derslerine ağırlık verdi ve sevgilisinin evinden ayrılarak tekrar okulun yurduna yerleşti. Kısa süre sonra, Nisan 1927’de ilk çocuğu Habib Burgiba Jr.’ı kucağına aldı ve aynı yıl hem hukuk fakültesini hem de siyasal bilimler enstitüsünü başarıyla tamamladı.
Fransa’daki hedefine ulaşan ve bununla beraber baba da olan Burgiba, ailesini de yanına alarak Tunus’a yerleşti. Ülkesine döndükten sonra Matilde ile evlendi ve genç kadın Müslüman olarak Müfide ismini aldı. Kendisini ailesine ve çalışma hayatına veren Burgiba, birkaç yıl boyunca çeşitli işlerde çalışsa da istediği hayata bir türlü kavuşamadı; zira ülkedeki Fransız sömürge yönetiminin baskısı, eskisinden bile daha çok hissediliyordu.
Düstur Partisi Başkanı Abdülazîz Seâlibî’nın sürgün edilmesiyle önemli bir darbe alan bağımsızlık mücadelesi, 30’ların başında tekrar alevlenmişti. Fransızların, Katolik dünyasının en geniş kapsamlı toplantısı “Eucharistic” Kongre’yi Tunus’ta toplamak istemesiyle başlayan gerilim, dünyanın dört bir yanından on binlerce Hristiyan din adamının Kartaca’ya akın etmesiyle tırmanmış ve Papa XI. Pius liderliğindeki heyetin Kartaca Katedrali’ni ziyaret etmesiyle doruğa ulaşmıştı.
Yaşananların, ülkenin “İslâm beldesi” kimliğine bir saldırı olduğunu düşünen Tunuslular sokaklara dökülmüştü. Fransız güçlerinin sert müdahalesi sonucu olaylar kontrol altına alınmış, çok sayıda bağımsızlık yanlısı derdest edilerek mahkemeye sevk edilmişti. Habib Burgiba, olaylara karışmamış ve bu nedenle de tutuklu protestoculardan bazılarının avukatlığını yapmasına müsaade edilmişti. Burgiba, bu vesileyle politik sahneye geri dönecekti.
1930’lu yılların başında kendisini yeniden siyasetin içinde bulan Burgiba, Mayıs ayındaki “Eucharistic” Kongre ve beraberinde patlak veren olayların ardından, eski arkadaşları Tahir Sifr, Bahri Guiga, Mahmûd Materî ve ağabeyi Muhammed Burgiba ile birlikte Düstur Partisi’ne katılmaya karar verdi.
1931 yılına gelindiğinde, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Paul Domer’in Tunus’taki Fransız hakimiyetinin 50. yılı kutlamalarına katılmak üzere ülkeye geleceğinin duyulması üzerine, kuzeni Abdülazîz el-Aroui’nin yönettiği Hilal (Le Croissant) gazetesinde bir makale kaleme aldı ve böylesi bir kutlamanın Tunus halkının onuruna hakaret olacağını dile getirdi. Yazısı epeyce ses getiren Burgiba, Düstur Partisi’nin önde gelenlerinden Cedlî Hayrullah ile bir araya geldi ve yakın arkadaşlarından müteşekkil genç bir ekibin kurulması ve partinin yayın organı Tunus’un Sesi (La Voix du Tunisien) gazetesinin bu ekibe tahsis edilmesi konusunda imtiyazlar almayı başardı.
Burgiba, Sifr, Guiga ve Materî’nin yayımladığı yazı ve makaleler ahalinin dikkatini çekti ve Tunus’un Sesi, ülkenin en popüler gazetelerinden biri haline geldi. Ancak genç bağımsızlık yanlılarının faaliyetlerini dikkatle takip eden yalnızca Tunus halkı değildi...
Burgiba ve arkadaşları, kendilerine dolaylı yollardan iletilen uyarılara kulak asmayınca kaçınılmaz müdahale gerçekleşti; 12 Mayıs 1931’de alınan bir kararla milliyetçi çizgideki tüm gazeteler kağıt ambargosuna maruz kaldı ve Tunus’un Sesi’nin genç ekibi hakkında soruşturma başlatıldı. Açılan davaların ileri bir tarihe ertelenmesini fırsat bilen ekip, aynı zamanda gazetenin imtiyaz sahibi de olan Cedlî Hayrullah’la görüşerek kendilerine kağıt temin edilmesini ve gazetenin yayın hayatına devam etmesini isteseler de, Hayrullah, dönemin sömürge valisi François Manceron’un baskısına karşı gelemedi ve Burgiba ve arkadaşlarının Tunus’un Sesi macerası böylece sona erdi.
Habib Burgiba, ülke siyasetindeki yeni konumundan oldukça memnundu ve yazılarıyla elde ettiği kazanımlardan taviz vermek istemedi. Arkadaş grubu ve Düstur Partisi içinden tecrübeli birkaç milliyetçiyle daha birlikte Amel (L'Action Tunisienne) gazetesini kurdu ve 1 Kasım 1932’de yayın hayatına başlayan gazetede yazmaya devam etti. Gazetenin kuruluşu aşamasında yanlarında duran “eski toprakların” kısa süre sonra istifa etmeleriyle umutsuzluğa kapılsa da vazgeçmedi ve sömürü düzeninin sosyal yapı üzerine etkilerine uzun uzun yer verdiği yazılar kaleme alarak işçi ve öğrencileri örgütlenmeye davet etti.
Söylem ve çağrılarının etkisiyle popülerliği günden güne arttı ve hukukçu kimliğini de kullanarak yeni çevrelerde boy göstermeye başladı. Dönemin Tunus Kredi Birliği Başkanı Muhammed Şenîk’in başı sömürge idaresiyle derde girdiğinde, Burgiba, bu durumu, Fransızlarla işbirliği yaptığı düşünülen burjuva takımına ulaşmak ve onları milliyetçilere destek vermeleri konusunda örgütlemek için bir fırsat olarak gördü ve Şenîk’in avukatlığını üstlendi. Ancak Burgiba’nın bu tutumu Amel’de birlikte yazdığı isimler tarafından hoş karşılanmadı ve süreç, yakın arkadaşlarının gazeteden ayrılmasıyla neticelendi. Yalnız kalan Burgiba pes etmeyecek ve mesleğini bir kenara bırakarak tüm zamanını Amel’e hasretmesinin karşılığını kısa süre sonra alacaktı.
1932 yılının son günü, Tunus ahalisinin bir kez daha sokaklara dökülmesine sebep olan olaylar yaşanmış ve bu kez gözler ülkenin kuzeyindeki Bizerte’ye çevrilmişti. 20’li yıllardan itibaren halkın gündemini epeyce meşgul eden Fransız vatandaşlığı meselesi yeniden gündeme gelmişti. Fransa vatandaşlığına kabul edilen bir Tunuslunun Bizerte’deki bir Müslüman mezarlığına defnedilmek istenmesiyle adeta bir öfke patlaması yaşanmış; eski sömürge valisi Lucien Saint döneminde çıkarılan ve Tunus’un aydın kesimini Fransızların tarafına çekerek milliyetçi cepheyi zayıflatmayı hedeflediğine inanılan vatandaşlık kanunu, tepkilerin odağına yerleşmişti.
Tunuslular, Fransız vatandaşlığına geçen hemşerilerinin Müslüman mezarlıklarına defnedilmesini istemiyordu!
Dönemin sömürge valisi François Manceron, tepkiler üzerine harekete geçmiş ve Şeyhülislam Muhammed Tahir ibn Asur’dan konuya ilişkin bir fetva yayımlamasını talep etmişti. Nisan 1933’de İbn Asur’un çağrısıyla Şeriat Mahkemesi toplanmış ve “gayrimüslim bir ülkenin vatandaşlığına geçenlerin mürted olduğuna ama bu durumdan duydukları pişmanlığı sözlü olarak dile getirmelerinin dahi affedilmelerine yeteceğine ve böylece Müslüman mezarlığına defnedilmelerinde sakınca olmayacağına” dair fetva vermişti.
Tunusluların öfkesini dindirmeyen bu fetvaya karşılık vermek isteyen Muhammed Beşir Ennayfer, ulemadan bağımsız yeni bir fetva kaleme almış ve “Gayrimüslim bir gücün hakimiyetini kabul eden Müslümanların gayrimüslim sayılacağını; Hanefi fıkhına göre bu kişilerin tövbesinin kabul edilmeyeceğini, Maliki fıkhına göreyse tövbenin mümkün olduğunu, ancak tövbeyi hem sözde hem de eylemde göstermenin şart koşulduğunu” ilân etmişti. Ennayfer’in fetvası, 4 Mayıs 1933 tarihli Amel’de isimsiz olarak yayımlanmış ve gözler bir kez daha Habib Burgiba’ya dönmüştü.
- Birkaç ay sonra, Şeriat Mahkemesi fetvasının ulema ve Fransız yetkililerin uzlaşmasıyla verildiği ortaya çıkacak, aylarca devam eden protesto gösterileri sonucunda aynı yılın eylül ayında fetva yürürlükten kaldırılacak ve bütün bu sergüzeştten geriye popülerliğinin zirvesine ulaşan bir Habib Burgiba kalacaktı.
Burgiba, fetva krizinden birkaç hafta sonra Düstur Partisi’nin kongresine katıldı ve son dönemde itibarı ve tirajı çokça artan Amel’deki arkadaşları Sifr, Guiga, Materî ve abisi Muhammed’le birlikte partinin icra komitesine seçildi. Siyasî titrinin getirdiği güçle birlikte, milliyetçi cephenin tamamını tek çatı altında toplamak gerektiği fikrini yüksek sesle dillendirdi ve gazetedeki köşesinde de bu fikri desteklemeye ve bağımsızlık yanlılarını örgütlemeye yönelik yazılarına devam etti. 1933 Mayıs’ının sonunda Düstur’un faaliyetleri yasaklandı ve Amel de dahil milliyetçi gazetelerin hakları askıya alındı. Habib Burgiba, bu gelişmelerin ardından sessiz kalmak istemeyerek Fransızlara karşı daha sert söylemler üretmek gerektiğini savunsa da parti içindeki ihtiyar kanattan destek bulamadı.
François Manceron’un, vatandaşlık meselesiyle başlayan ve aylardır bir türlü durulmayan gösterilerin ardından görevden alınması ve yerine Marcel Peyrouton’un atanmasıyla artan baskılar, Düstur’u iyice köşeye sıkıştırdı. Ağustos ayında yine sonradan Fransa vatandaşı olmuş bir Tunuslunun Müslüman mezarlığına defnedilmek istenmesiyle yaşanan olaylarda tutuklanan bazı isimlerin avukatlığını üstlenmek üzere Munastir’e gelen Burgiba, partisinin bazı isimleri tarafından aşırılıkla suçlandı. Son birkaç ayda yaşananlardan fazlasıyla rahatsızdı ve Düstur kadrolarının ılımlı bir çizgiye savrulduğunu düşünüyordu. Munastıir’de yaşananlar bardağı taşırdı ve Habib Burgiba, Eylül 1933’de Düstur Partisi üyeliğinden ve icra komitesindeki görevinden istifa etti.
Habib Burgiba ve kendisinden iki ay sonra partideki görevlerinden istifa eden Tahir Sifr, Bahri Guiga, Mahmûd Materî, Muhammed Burgiba yeni bir siyasî partinin hazırlıklarına başlamıştı. Düstur’la yaşadıkları fikir ayrılığı sebebiyle “asiler” olarak anılan ekip, Munastir’e bağlı Ksar Hellal kasabasında bir kongre düzenleme ve yeni yol haritalarını ilân etme kararı almış; eski partilileri tarafından engellenme çabalarını, şehrin önde gelen isimlerinden Ahmed Ayed’in desteğiyle aşmıştı.
- 2 Mart 1934’de toplanan kongrede, “Düstur yöneticilerinin artık Tunus’un bağımsızlığından ziyade şahsi ikballerini öncelediği ve bu sebeple yeni bir oluşuma gidilmesi gerektiği” vurgulanarak bu yeni oluşum ilân edilmiş; Mahmûd Materî, “Yeni Düstur” adı verilen partinin başkanlığına, Habib Burgiba ise genel sekreterlik görevine seçilmişti. Tunus’ta yeni bir dönem başlıyordu.
Yeni Düstur Partisi’nin kurulmasıyla birlikte sahaya inen Burgiba, Tunus’u boydan boya gezerek insanlarla bire bir iletişim kurmayı ve bu sayede geniş halk kitlelerine ulaşmayı hedefledi. Yolunun düştüğü şehir, kasaba ve köylerde partisi için çalışacak birimler oluşturdu ve bunlar sayesinde kısa sürede oldukça etkin bir yapı inşa etmeyi başardı. Arkadaşlarıyla birlikte elde ettikleri başarılar ve milliyetçi kesim üzerinde artan etkileri Fransızları tedirgin etti ve 3 Eylül 1934’de partiye yapılan baskınla gözaltına alındı. Bir süre Kebili’de bir askerî cezaevinde tutulan Burgiba, Tatavin’e nakledildi. 1935’in nisan ayında alınan bir kararla; farklı şehirlerdeki cezaevlerinde yatan arkadaşları Tahir Sifr, Bahri Guiga, Mahmûd Materî, abisi Muhammed Burgiba ve diğer siyasî mahkumlarla birlikte ülkenin çöllerle kaplı güneyine sürgün edildi. Yaklaşık yirmi ay süren süren mahpusluğun ardından, 1936 Nisan’ında sömürge yönetiminin değişmesi ve Armand Guillon’un göreve gelmesiyle biraz olsun yumuşayan şartlardan istifade etti ve aynı yılın mayıs ayında tüm suçlamalardan beraat ederek Tunus’a döndü.
Sonraki birkaç yılı yurt içi ve yurt dışı seyahatlerle geçiren Burgiba, Fransa’daki Tunuslu öğrencileri örgütlemek üzere girişimler yaptı ve uluslararası konferanslara katılarak ülkesindeki bağımsızlık hareketine destek aradı. Bu seyahatleri sırasında Arap milliyetçiliğinin önemli temsilcileri Şekib Arslan, Mesali Hadj ve Mustafa el-Nahas ile tanıştı ve onların Pan-Arabist fikirlerinden etkilendi. On dört yıllık sürgün hayatının ardından ülkeye dönen Abdülazîz Seâlibî’yi ziyaret eden Burgiba, milliyetçiler için önemli bir figür olan Seâlibî’den Yeni Düstur Partisi’ne destek vermesini ve kendileri lehine çalışmalar yapmasını istedi; ancak bu talebi reddedildi. İkilinin görüşmesinin ardından partililer arasında kavga ve çatışmalar yaşandı ve çok sayıda Tunuslu hayatını kaybetti. Burgiba, Düstur’la yaşanan gerilimde geri adım atmadı ve bağımsızlık yanlılarının “tek gerçek lideri” olarak anılmaya başladı.
İçerideki muhalefete karşı oldukça sert bir tavır takınan Burgiba, Fransız sömürge yönetimiyle nispeten daha ılımlı ilişkiler kurmaya çalıştı. Yeni politikası konumunun sorgulanmasına sebep olunca, Yeni Düstur Partisi’ni olağanüstü bir kongreye çağırdı ve burada yaptığı konuşmayla rüzgarı arkasına aldı. 8 Nisan 1938’de Yeni Düstur Başkanı Mahmûd Materî’nin çağrısıyla bir sokak gösterisi düzenledi. Son derece barışçıl geçen gösteriden memnun kalmayan Burgiba, istedikleri havayı yakalamak için olaylar çıkması gerektiğini iddia ederek gösterinin tekrarlanmasını talep etti. Materî’den alınan onayla bir sonraki gün tekrarlanan gösteriden istediğini aldı; biri polis 23 ölü, 200’e yakın yaralı… Yaşanan olaylardan sorumlu tutulan Burgiba ve arkadaşları gözaltına alındı, birkaç gün sonra Yeni Düstur Partisi dağıtıldı ve faaliyetleri yasaklandı. Bir yılı aşkın ortalıkta gözükmeyen ve çalışmalarını gizlilikle yürüten Burgiba, kendisine isnat edilen “kamu düzeni ve devlet güvenliğine karşı gelme, iç savaşı kışkırtma” eylemlerinden suçlu bulundu ve Haziran 1939’da tekrar tutuklandı.
40’lı yıllara gelindiğinde İkinci Cihan Harbi patlak vermiş; Polonya ve Avusturya’yı işgal eden Hitler Almanya’sı, gözüne Fransa’yı kestirmişti. 1940’ın mayıs ayında Fransa’ya savaş ilân eden Almanya, yalnızca birkaç hafta içinde başkent Paris’e girmeyi başarmış ve Adolf Hitler’in de katıldığı bir törenle Fransa’nın teslimiyetini duyuran eden antlaşma imzalanmıştı. Savaşı mümkün olduğunca geniş coğrafyalara yaymak isteyen Almanya ve müttefiki İtalya’nın hedeflerinden biri de Fransız sömürgesi konumundaki Tunus olmuştu. Ülkedeki Fransız yönetimi işgale karşı koymak isteğiyle harekete geçmiş, ancak ilerleyen dönemde Alman ve İtalyan güçlerinin bölgeye girişine engel olamamıştı. Habib Burgiba, birkaç yıl devam edecek bu çatışmalar boyunca Fransa şehirlerindeki hapishanelerde kalacak, savaşın en hararetli döneminde tekrar hatırlanacaktı.
Burgiba 1939 Haziran’ında tutuklanarak önce Tunus’un Tebursuk şehrinde bir hapishaneye gönderildi. Burada geçen on bir ayın ardında Fransa’nın Marsilya şehrindeki Saint Nicolas Kalesi’ne nakledilen Burgiba, Kasım 1942’de de Lyon’daki Montluc Hapishanesi’ne nakledildi. Lyon’daki iki aylık mahkumiyetin ardından, Almanya ile işbirliği halindeki Vichy yanlılarınca hapisten çıkarıldı ve Tunus halkına Almanya ve müttefikleriyle işbirliği yapmaları çağrısında bulunmak üzere Roma’ya götürüldü. İtalyan radyosu üzerinden yaptığı çağrıyı bizzat Tunus topraklarında sürdürmek istediğini Almanlara bildirdi ve kısa süre sonra bu teklifi kabul edilerek Tunus’a getirildi. Hüseynî ailesinin o dönemki temsilcisi olan Tunus Beyi Muhammed Munsif’in, Almanlarla ortak hareket ettiği gerekçesiyle koltuğundan uzaklaştırılması gözünü korkuttu ve rotasını Fransızlardan yana çevirdi. Neticesi henüz kesinleşmeyen savaş, Burgiba’yı sessiz kalmaya itti ve olaylardan uzak geçen iki yılın ardından Libya sınırını geçen bir kervanda gizlenerek Tunus’tan ayrıldı.
Cihan harbinin Fransızların da taraf olduğu ülkelerce kazanılmasıyla birlikte politika değişikliğine gitti ve büyük devletlerin güdümü altındaki Arap ülkelerinin bağımsızlığına destek bulmak için Ortadoğu ziyaretlerine başladı. 22 Mart 1945’de Mısır, Irak, Suudi Arabistan, Ürdün, Lübnan ve Suriye’nin katılımıyla kurulan Arap Birliği’nin toplantılarına katıldı ve Mağrip’in özgürleştirilmesi davasına destek aradı. Birliğin öncelikli meselesinin Filistin olduğunu anlayan ve beklediği ilgiyi göremeyen Burgiba, bu kez de Batılı devletlerin kapısını çalmaya karar verdi. Kahire’de bir Yeni Düstur Partisi ofisi kurdu ve yalnızca Tunus’un değil, işgal altındaki diğer Mağrip ülkelerinin sıkıntılarını da gündeme getirmeye çalıştı. Çok geçmeden Faslı ve Cezayirli milliyetçilerden de destek bulan Burgiba, dönemin ABD İskenderiye Konsolosu Hooker Doolitlle’ın desteğiyle Avrupa’ya geçti ve 1946 Aralık’ında toplanacak olan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılmak üzere New York’a gitti. Hedefi, 1945 yazında Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve Fransa’nın da imza attığı “Kendi Kaderini Tayin” kararı üzerinden Tunus’un bağımsızlığını gündeme getirmekti.
Burgiba, diplomatik faaliyetlerine bir süre daha devam etti ve beklediği ölçüde olmasa da bir kamuoyu yaratmayı başararak Eylül 1947’de ülkesine döndü. “Özgür Mağrip” söylemi, Faslı milliyetçilerin lideri konumundaki Abdulkerim el-Hattabî’nin 21 yıldır sürgünde yaşadığı Fransa’dan kaçarak Kahire’ye sığınmasıyla daha da güçlendi ve 1948’in ilk günlerinde, Hattabî’nin başkanlığı ve Burgiba’nın genel sekreterliğinde Kuzey Afrika’nın Kurtuluşu Komitesi kuruldu. Yalnızca birkaç ay bu görevi sürdürebilen Burgiba, Abdulkerim el-Hattabî’nin silahlı mücadeleden yana tavır koymasına karşı çıktı ve ılımlı söylemleri nedeniyle görevinden alındı. Ekim 1948’de Tunus’ta gizlice düzenlenen kongrede, Yeni Düstur Partisi’nin başkanlığına seçilse de Kuzey Afrika’nın Kurtuluşu Komitesi’ndeki görevinden azledilmesinin ardından, Arap ülkelerinin liderlerinden maddi çıkar sağladığı ve Kahire’deki Fransız elçisiyle illegal görüşmeler yaptığı iddialarına muhatap olmaktan kaçamadı. Seneler içinde inşa ettiği itibarını birkaç ayda kaybederek 1949’da Kahire’den sınır dışı edildi.
Burgiba, Tunus’a döndükten sonra Pan-Arabizm ve “özgür Mağrip” söylemlerini bir kenara bırakarak ülkesinin bağımsızlığı için çabalamanın daha iyi olacağına kanaat getirdi ve çalışmalarını, şehir ziyaretleriyle sürdürdü. Gittiği yerlerde organize ettiği toplantılar ve yaptığı konuşmalar, kaybettiği itibarını toparlamasını sağladı ve kısa sürede yeniden Tunus milliyetçiliğinin önemli aktörlerden biri haline geldi. Bağımsızlığa giden yolun yine Fransızlardan geçtiğini görerek müzakerelerde bulunmak istedi ve bunun için muktedir kimselerin desteğini alması gerektiğini düşünerek aracılar vasıtasıyla dönemin Tunus Beyi’ne ulaştı. Hüseynîlerin son temsilcisi Muhammed el-Amin’den reform çağrısı yapan bir mektup kaleme almasını ve dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Vincent Auriol’e göndermesini isteyen Burgiba, mektubun Versay’a ulaşmasından bir gün sonra, 12 Nisan 1950’de Paris’e indi.
Şehirde katıldığı bir konferansta “Tunus Beyi’nin talep ettiği reformların hayata geçirilmesi halinde, Tunus ve Fransa arasındaki işbirliği ruhunu geliştireceğini ve ülkesinin Fransa’nın yardımı ve yol göstericiliğiyle stratejik olarak güçleneceğini” dile getirdi ve bu çağrısına karşılık buldu. Yapılan görüşmeler neticesinde Muhammed Şenik liderliğinde bir hükümet kuruldu ve Burgiba’nın Yeni Düstur Partisi de üç üyeyle yeni kabinede temsil edildi. Fransızlarla devam eden reform müzakerelerinde atılan adımların göstermelik olduğu gerekçesiyle, Tunus’un farklı bölgelerinde başlayan protesto gösterilerinde çok sayıda insan hayatını kaybetti ya da yaralandı.
- İçeriden yükselen itirazlara kayıtsız kalamayan Burgiba, Fransızlarla işbirliği siyasetinden vazgeçti ve tek çarenin dünya devletlerinin dikkatini bölgeye çekmek olduğunu düşünerek seyahatlere başladı.
Burgiba; Pakistan, Hindistan ve Endonezya’da üst düzey ziyaretler gerçekleştirdi ve Tunus meselesini Birleşmiş Milletler’e taşımak için destek aradı. Yavaş yavaş silahlı mücadele çizgisine kaydı ve ülkenin on farklı bölgesinde oluşturulacak silahlı gruplara liderlik edecek isimlerden oluşan bir “ulusal direniş komitesi” oluşturulması talimatını verdi. Bir yandan silahlı mücadele hazırlıkları yaparken bir yandan da uluslararası destek arayışına devam eden Burgiba, 1951 yazında önce İngiltere’ye ve oradan da İsveç’e gitti. Buradaki çalışmalarının ardından eylül ayında San Francisco’ya geçti ve Amerikan İşçi Federasyonu’nun kongresinde boy gösterdi. ABD seyahatinin ardından yeniden Avrupa’ya dönen Burgiba, sırasıyla İspanya, Fas, İtalya ve Türkiye’ye ziyaretler gerçekleştirdi. Yaptığı seyahatlerde en çok dikkatini çeken ülke, turunun son durağı oldu. Burgiba, Türkiye ve Tunus arasında çokça benzerlik olduğunu gözlemledi ve Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyet sonrası dönemde hayata geçirdiği seküler politikalara adeta hayran kaldı. Bu hayranlığını, oğlu Habib Burgiba Jr.’a yazdığı mektupta şöyle ifade etti:
Üzerine epeyce düşündüm… Buradaki sonuçların aynısına, halkın ruhunu daha çok yansıtan ve buradakinden daha yumuşak araçlar kullanan bir yöntemle ulaşabiliriz.
Burgiba’nın seyahatleri devam ederken Tunus’ta durum kötüye gitmiş ve Fransa’yla yürütülen reform müzakereleri akamete uğramıştı. Sürecin başında kurulan hükümette başbakan olarak görev yapan Muhammed Şenik, Tunus Beyi Muhammed el-Amin adına bir belge düzenlemiş ve Tunus’a özerklik sağlanmasını isteyen bu muhtırayı Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman’a iletmişti. 15 Ocak 1951’de yaptığı açıklamayla talebi kesin bir dille reddeden Schuman’ın, “Fransa ve Tunus… Bugünkü şekliyle bir aradayız ve güçlüyüz. Bizi birbirimize bağlayan doğal sınırın nihai şekli tam da budur.” sözlerini Paris’e indiği sırada öğrenen Burgiba, sonraki süreçte izleyecekleri yolu, Fransız ulusal haber ajansı AFP’ye verdiği beyanatla tüm dünyaya ilân edecekti:
Tunus tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Sabrı taşmış ve hayal kırıklığına uğramış Tunus halkı olarak, özgürlük için yeterince olgun olduğumuzu tüm dünyaya göstereceğiz. Akdeniz’de ve dünyanın her yerinde barışın tesis edilmesi, özgür dünyanın savunulması için bir gerekliliktir…
Burgiba, Fransa ve Tunus arasındaki müzakerelerin tamamen sona ermesinin ardından, ülkesini temsil eden heyetle birlikte geri dönmedi ve Paris’te kaldı. Bir süre daha burada temaslarda bulundu, ancak bir türlü ilerleme kaydedemeyince Tunus’a dönerek buradaki çalışmalarla ilgilenmeye karar verdi. Şehir ziyaretleri ve ahaliyi örgütleme faaliyetlerine ağırlık veren Burgiba, yeni sömürge valisi Jean de Hauteclocque’un talimatıyla Yeni Düstur Partisi’ne düzenlenen operasyon kapsamında bir kez daha tutuklandı ve Tabarka’ya gönderildi.
Burgiba’nın yokluğunda çalışmalarını sürdüren partililerin girişimleri ve Afrika ve Asya ülkelerin desteğiyle Tunus meselesinin Birleşmiş Milletler gündemine girmesi, Jean de Hauteclocque’u kızdırdı. Devam eden süreçte Muhammed Şenik hükümeti dağıtıldı, Yeni Düstur Partisi Başkanı Mahmûd Materî ve partinin önde gelen isimleri ev hapsine alındı ve Burgiba, önce ülkenin güney şehirlerinden Remada’ya nakledildi ve ardından da Fransa’nın La Galite adasına sürgüne gönderildi.
Burgiba ve arkadaşlarının tutuklanması ve Şenik hükümetinin dağıtılması Tunus’taki gerilimi bastıramamış; milliyetçi cephenin önde gelen isimlerine karşı girişilen operasyon sonrası ayaklanmalar başlamıştı. Jean de Hauteclocque, fevri hareket ettiğini düşünen Fransız hükümeti tarafından görevden alınmış ve yerine atanan Pierre Voizard, müzakerelere yeniden başlama sözü vermişti.
Yeni yönetimin sözüne güvenmeyen Yeni Düstur’cular, parti içindeki fikir ayrılıklarına rağmen, eylemleri sürdürme kararı almış ve “İsyancılar” adı verilen silahlı grupları sahaya sürmüştü. Şenik sonrası, sömürge yönetimi tarafından görevlendirilerek başbakanlık koltuğuna oturan Muhammed Salih Mizali’ye düzenlenen başarısız suikastla iyiden iyiye köşeye sıkışan Fransız idaresi, Tunuslu 900 mahkumun yarısını serbest bırakarak bir nebze de olsa olayları yatıştırmak istemiş ve Habib Burgiba’yı da La Galite’den Groix’e nakletmişti. Ancak bağımsızlık yanlılarının sesi günden güne daha da gür çıkmaya başlamış ve eylemlerin bir tülü ardı arkası gelmemişti. Fransızlar çareyi geri adım atmakta bulacak ve dönemin Fransa Başbakanı Pierre Mendès France, 31 Temmuz 1954’deki Tunus ziyaretinde Tunus’un özerkliğini tek taraflı olarak tanıdığını ilân edecekti.
Burgiba, iki yıllık mahkumiyetin ardından, Pierre Mendès France’ın özerklik ilânından sonra serbest bırakıldı ve ağustos ayında yeniden başlayan müzakereleri takip etmek üzere Paris’e gelerek Tunus heyetinin kaldığı otele yerleşti.
Bir yandan görüşmelere dair raporlar hazırlayan ve heyete talimatlar veren Burgiba, bir yandan da Tunus’taki silahlı mücadeleyi yönlendirdi. Derhal bağımsızlık isteyen milliyetçilerin aksine, adım adım gitmeyi ve ayakları yere sağlam basan bir plan çerçevesinde hareket etmeyi yeğledi. Cezayir’de başlayan ayaklanmalar Tunus’taki gelişmeleri etkilese de, müzakereler sürdü ve Pierre Mendès France sonrası Fransa Başbakanı olan Edgar Faure ve Habib Burgiba arasında 21 Nisan 1955’de yapılan ikili görüşmede, tek taraflı özerklik ilânının bir anlaşmaya dönüşmesinde mutabık kalındı. Tunuslu bazı milliyetçi siyasîlerin karşı çıkmasına ve halkı bu anlaşmaya karşı ayaklanmaya çağırmasına karşın Burgiba muvaffak oldu ve 1 Haziran 1955’de ülkesine döndü.
- Beyaz bir atın üstünde Tunus sokaklarına giriş yapan Burgiba, muzaffer bir komutan edasıyla tebrikleri kabul etti ve kendisini karşılamaya gelen yüz binlerce Tunusluyu selamladı.
Tunus, bağımsızlığa giden yolda dev bir adım atmış ve Fransa’dan büyük bir imtiyaz koparmıştı. İlk evvel iki ülke heyetleri arasında varılan ve sonra da Faure ve Burgiba tarafından kabul edilen anlaşma, Burgiba’nın ülkeye dönüşünden iki gün sonra, 3 Haziran 1955’de, Tunus müzakere heyetinden Munci Selim ve Tahir bin Ammar, Fransa Başbakanı Edgar Faure ve Fransa’nın Tunus ve Fas İşleri Bakanı Pierre July tarafından imzalanmış ve yürürlüğe konmuştu. Aynı gün, kahir ekseriyeti Yeni Düstur Partisi üyelerinden oluşan bir kabine oluşturulmuş ve başına da, Tahir bin Ammar getirilmişti. Bu, 1881’deki işgalden bu yana Fransız üye olmaksızın kurulan ilk Tunus hükümetiydi.
Habib Burgiba, Tunus’un özerkliğine varan süreçte aktif rol oynasa da yeni dönemin ilk kabinesinde görev almamış ve perde gerisinde kalmayı tercih etmişti. Yeni Düstur’un önde gelen isimlerinden Salin bin Yusuf, birkaç yıldır yaşadığı Kahire’den Tunus’a dönmüş; kendisini karşılamaya gelen Burgiba’nın anlaşma teklifini reddederek özerklik aleyhinde faaliyetlere girişmişti.
Tunus’un Fransa’yla anlaşmasını “Özgür Mağrip” ruhuna ihanet olarak addeden bin Yusuf ve Burgiba arasındaki gerilim hızla tırmanmış ve Yeni Düstur, bölünmenin eşiğine gelmişti. Bir süre devam eden anlaşmazlıkların ardından, Burgiba’nın Kasım 1955’deki çağrısıyla toplanan Yeni Düstur Partisi Ulusal Konseyi, Salih bin Yusuf’un protesto ederek katılmadığı bir kongreyle Habib Burgiba’yı yeniden partinin başkanlığına seçmiş; ancak bu karar, ikili arasındaki rekabetin sona ermesini sağlamamıştı.
Salih bin Yusuf, iddiasından vazgeçmemiş ve Tunus’un şehirlerinde pek çok kanlı hadisenin yaşanmasına sebep olmuştu. Artık kontrolden çıkan olayların devamında dönemin İçişleri Bakanı Munci Selim’in tutuklama tehdidiyle karşı karşıya kalan bin Yusuf, 28 Ocak 1956’da ülkeden ayrılarak Trablus’a gidecekti.
Habib Burgiba, Salih bin Yusuf’la yaşadığı gerilimin ardından pozisyonunu korumayı başardı ve milliyetçilik hareketinin tartışmasız lideri haline geldi. Yakın zamanda Cezayir’de başlayan bağımsızlık hareketinden olumsuz etkilenmek istemeyen Burgiba, bin Yusuf’un Libya’ya gidişinden birkaç gün sonra, zaten Tunus’ta olup bitenlerden rahatsız olan Fransızları tam bağımsızlık fikrine ikna etmek üzere Başbakan Tahir bin Ammar’la birlikte Paris’e uçtu. Yaklaşık bir ay süren görüşmelerin ardından, 20 Mart 1956’da, dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Christian Pineau’nun yaptığı, “Fransa, Tunus’un bağımsızlığını kati olarak tanımıştır.” açıklamasıyla bağımsız Tunus Krallığı ilân edildi ve daha evvel Tunus Bey’i olarak Bardo Sarayı’nda oturan Muhammed el-Amin, ülkenin ilk kralı olma şerefine nail oldu.
Fransız ve Tunuslu taraflar arasında varılan anlaşmaya göre, Mayıs 1881’de imzalanan Kassâr Said Anlaşması lağvedildi, ancak Fransa’nın Bizerte’deki varlığını sürdürmesi kararlaştırıldı. Habib Burgiba, şahsı ve ülkesi adına kazandığı muazzam zaferin ardından Tunus’a döndü ve yeni bir anayasa yazmak üzere oluşturularak 8 Nisan 1956’da toplanan Ulusal Kurucu Meclis’in başkanlığına seçildi. Uzun yıllardır sürdürdüğü mücadelesinin ardından ilk kez üst düzey bir makama oturan Burgiba, Tunuslulara, ileriye dönük yaklaşımını ortaya koyan şu sözlerle seslendi:
Arap olduğumuzu ve İslâm medeniyetine kök saldığımızı unutamayız ama içinde bulunduğumuz devrin, 20’nci asrın ikinci yarısının gereklerini yerine getirmekten de geri duramayız. Medeniyet yürüyüşüne dahil olmak ve çağımızın derinliklerinde bir yer edinmek istiyoruz.
Habib Burgiba, Tunus Krallığı döneminin başlamasıyla birlikte başbakanlık görevinden istifa eden Muhammed bin Ammar’ın yerine bu göreve talip oldu ve 9 Nisan’da Kral el-Amin’den aldığı yetkiyle hükümet kurma arayışlarına girişti. Birkaç gün sonra bu çalışmalarını tamamlayan Burgiba, bir başbakan yardımcısı, iki devlet bakanı ve on üç bakandan müteşekkil kabinesi için Bardo Sarayı’ndan onay aldı. Tunus’un 20’nci, Tunus Krallığı’nın 2’nci başbakanı olarak göreve başladığında bir kez daha mikrofonun başına geçti:
“İçerideki ve dışarıdaki araçları mükemmelleştirerek ulusal egemenliği güçlendireceğiz ve bu egemenliği yalnızca Tunus’un çıkarlarına hizmet yolunda kullanacağız. Ekonomimizi durgunluk ve işsizlik prangalarından ivedilikle kurtaracak, cesur ve makul politikalar üreteceğiz.”
Tunus, uzun yıllar süren mücadelenin ardından bağımsızlığına kavuşmuş, Habib Burgiba da yeni dönemde başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Ülke, bağımsızlıkla birlikte hızlı bir dönüşüm sürecine girmiş ve her alanda yeniden yapılanma çalışmaları başlamıştı.
Burgiba yönetimi, Tunus’u on dört vilayete ayıran ve buraların merkezden atanan valiler eliyle yönetilmesini sağlayan yeni bir idari yapı tesis etmiş, Fransız jandarmasının yerine Tunuslulardan oluşan Ulusal Muhafızlar’ı göreve başlatmış, Fransızlarla nihai anlaşma henüz imzalanmamasına rağmen dışişleri bakanlığı kurmuştu…
Dışişlerinin göreve başlamasının ardından, büyükelçilikler kurarak diplomatik ilişkiler geliştirmeleri için dünya devletlerine çağrı yapılmış ve bu çağrıya ilk karşılık ABD ve Türkiye’den gelmişti. Fransa, önce bu gelişmelere itiraz etse de nihayetinde durumu kabullenecek ve Tunus, 12 Kasım 1956’da resmen Birleşmiş Milletler üyesi olacaktı.
Ülkede kontrolü ele almaya başlayan Burgiba, hızla planlarını hayata geçirmeye koyuldu: 31 Mayıs 1956’da kraliyet ailesi üyelerine ayrıcalıklar tanıyan kanunu kaldırdı, Zeytûne Camii merkezli devam eden eğitim faaliyetlerini sonlandırarak Zeytûne Üniversitesi’ni kurdu, eğitimi tamamen ücretsiz hale getirdi, İslâmî eğitimi ve Kur’an kurslarını milli eğitim bakanlığı uhdesine aldı, Haziran 1956’da Tunus Silahlı Kuvvetleri’ni kurdu, Fransızlara Tunus’taki askeri varlığın tamamını ülkeden çıkarma çağrısı yaptı, dinî mahkemeleri kaldırdı ve devletin kanunlarına bağlı mahkemeleri kurdu…
Burgiba, yalnızca devletin yapılanmasıyla meşgul olmadı ve Tunus’ta aile yapısını ve sosyal hayatı tümden değiştirecek reformları da kısa sürede gerçekleştirdi. Kadın-erkek eşitliğini savunan bir kampanya başlatan Burgiba; kız çocuklarına, erkek çocuklarıyla eşit düzeyde bir eğitim hakkı tanınması, kürtajın serbest bırakılması, kadınların erkeklerle eşit şartlarda istihdam edilmesi ve peçe takma zorunluluğunun kaldırılması gibi düzenlemeler yaptı.
13 Ağustos 1956’da “Kişisel Statü Kanunu”nu hazırladı ve 1 Ocak 1957’de yürürlüğe giren bu kanunla; çok eşlilik yasaklandı, evlilik her iki tarafın da rızasına tabi kılındı, boşanma için tek yetkili devletin mahkemeleri oldu ve eşlere nafaka alma hakkı verildi.
Kısa sürede pek çok hayalini gerçekleştirmeyi başaran Burgiba, en önemli hedeflerinden biri için düğmeye bastı. 22 Temmuz 1957’de yaptığı bir çağrıyla Yeni Düstur Partisi’nin Ulusal Kurucu Meclis üyelerinden oluşan bir toplantı ayarladı. 25 Temmuz’un akşam saatlerinde, dönemin Ulusal Kurucu Meclis Başkanı Calûli Faris başkanlığında Bardo Sarayı’nda başlayan toplantının ardından, iki asrı aşkın süredir devam eden Hüseynî hanedanına son verildi ve krallık kaldırılarak cumhuriyet ilân edildi. Burgiba, rejim değişikliği sonrası “Cumhurbaşkanı Vekili” olarak atandı ve yeni anayasanın kabulüne değin ülkeyi bu şekilde yönetti.
Habib Burgiba yönetimindeki Tunus, 1958 Şubat’ında Fransızlarla bir kez daha karşı karşıya gelmişti. Cezayir’deki özgürlük hareketi sebebiyle başlayan gerilim, Fransızların, Tunus’un Cezayir sınırındaki köylerinden Sakiyet Sidi Yusuf’u bombalamasıyla doruğa ulaşmıştı. 72 kişinin hayatını kaybettiği saldırının ardından Burgiba, Fransız gemilerinin Tunus karasularına girişini tümden yasakladığını ilân etmiş ve Bizerte’yi Fransız kontrolünde tutan eski tarihli anlaşmanın iptali için hazırladığı kanun teklifini Meclis’ten geçirmeyi başarmıştı. Fransızlar, Cezayir’deki işgali sürdürmek için stratejik bir liman olarak gördükleri Bizerte’den kolay vazgeçmeyecek; birkaç yıl süren çatışmalar ve her iki tarafın verdiği ağır kayıpların ardından, 15 Ekim 1963’te varılan anlaşmayla nihayet şehri terk edeceklerdi.
Burgiba, Fransızlarla yaşanan Bizerte gerilimini çözmenin yollarını aradığı dönemde de içerideki çalışmalarını ihmal etmedi. Tunus’a muzaffer bir komutan edasıyla at üstünde girişinden tam dört yıl sonra, 1 Haziran 1959’da, cumhuriyet rejiminin ilk anayasası kabul edildi ve Burgiba da bir süredir vekaleten taşıdığı Tunus Cumhurbaşkanı unvanını artık asaleten elde etti.
Eğitime ayrı bir ihtimam gösterdi ve devrin ünlü yazarlarından Mahmud Messadi’yi Mili Eğitim Bakanı olarak görevlendirdi. Okullarda İslâmî eğitime son verdi ve Batılı tarzda bir müfredata geçiş yapılmasını sağladı. Temmuz 1952’de yaptığı darbeyle Mısır’ın kontrolünü ele alan Cemal Abdünnasır’ın politikalarından etkilendi. Partisinin adını Sosyalist Düstur Partisi olarak değiştirdi ve sosyalist bir ekonomik modeli hayata geçirmesi için Ahmed bin Salih’i Maliye ve Planlama Bakanı olarak atadı.
Bir yandan reformlarını hayata geçirirken bir yandan da kendisiyle hemfikir olmayanlarla mücadele etti. Bağımsızlık sürecinde ters düşünce ülke dışına çıkmaya zorladığı ve içeride hala destekçileri bulunan eski arkadaşı Salih bin Yusuf, Batı Almanya’da bir suikasta uğradı ve hayatını kaybetti. Aralık 1962’de kendisine karşı tertiplenen bir darbe ve suikast girişimini ifşa edildiğini açıkladı ve bu iddiasını muhaliflerini bertaraf etmek için kullandı. Darbe girişimine katıldığı ileri sürülen isimler tutuklandı ve Burgiba’nın eski dostlarından Mahmûd Materî’nin yeğeni Munsif Materî de dahil pek çok isim müebbet hapis cezasına çarptırıldı.
Burgiba, Paris’teki öğrencilik yıllarında tanıştığı ve tek çocuğunun annesi Müfide Hanım’dan Temmuz 1961’de boşandı. İkinci evliliğini Nisan 1962’de Vesile bin Ammar ile yapan Burgiba, bu evliliği sırasında Hacer adlı bir kız çocuğu evlat edindi.
İslâmiyet’i, 1959’da kabul edilen anayasada devletin resmî dinî olarak muhafaza etse de sonraki süreçte pek çok seküler icraat yapan Burgiba, 60’lı yılların başlarında deyim yerindeyse oruca savaş açtı. Özellikle Ramazan ayı boyunca tutulan orucun, çalışma temposunu düşürdüğünü ve sosyal hayatın verimini azalttığına dair açıklamalar yaptı ve Tunusluları oruç tutmamaya davet etti. Ramazan orucuna karşı yürüyüşler organize etmek, Ramazan günü ahalinin gözleri önünde portakal suyu içmek ve ulemadan oruç karşıtı fetva istemek gibi aşırılıklar da gösteren Burgiba, bu çabalarında muvaffak olamadı. Burgiba, hem Tunus halkının karşı koyması hem de ulemanın fetva vermek konusundaki direnişi sonrası geri adım attı ve oruç karşıtlığını gündemin çıkardı.
Habib Burgiba, yalnızca içeride değil, sınırları ötesindeki politikalarıyla da alışılagelmişin dışında bir tavır sergiledi. Tunus’u 1958 yılında Arap Birliği’ne dahil etse de buradaki yapıya mesafeli durdu.
Daha 60’lı yılların ortalarında İsrail’le anlaşılması gerektiğini ve bölgenin normalleşmesinin tek yolunun bu olduğunu savundu. Bu söylemlerinin bedelini, Haziran 1967’de İsrail ve Arap ülkeleri arasında başlayan savaşla birlikte ödedi. Altı Gün Savaşı’nın tetiklediği öfke, kısa süre içinde Burgiba’nın ekonomi politikalarına yönelen bir iç karışıklık halini aldı. Tunusluların hedefi haline gelen ekonomik planın mimarı ve uygulayıcısı Ahmed bin Salih’i Eylül 1969’da görevden aldı ve birkaç ay daha süren arayışın ardından, Haziran 1970’de yaptığı açıklamayla sosyalist ekonomik modelden tümden vazgeçtiğini ilân etti:
Anayasa gereği, yaşananların yegane sorumlusu benim. Yanıldım, hata yaptım; zira ben de insanım. İyi niyetimin kurbanı oldum ve şeytani bir dehası olan o yalancı herif tarafından istismar edildim. Bu başarısızlıktan dolayı acı çeken vatandaşlarımdan özür diliyorum...
Burgiba, 60’lı yılların sonundan itibaren yaşadığı sağlık sorunları nedeniyle bir süre Amerika’da kaldı. Burada kaldığı sürede yetkilerinin bir kısmını dönemin başbakanı Hedi Nouira’ya devretti ve döndükten sonra da kendisine üç veliaht belirledi; Başbakan Hedi Noira, İçişleri Bakanı Ahmed Mestirî ve Dışişleri Bakanı Muhammed Masmûdi.
Kendisinden sonra bu üç ismin sırasıyla görev yapmasını garanti altına almak üzere Sosyalist Düstur Partisi’ni kongreye çağırdı ama kongrede Ahmed Mestirî’nin ön plana çıkmasıyla birlikte bu girişimini askıya aldı ve yaşadığı müddetçe ülkenin başında kalmaya devam edeceğini ilân etti. Bu açıklaması, 18 Mart 1975’de toplanan parti kongresinde bir anayasa değişikliği teklifine dönüştü ve Habib Burgiba, Mart 1975’de anayasaya eklenen bir maddeyle “Ömür Boyu Tunus Cumhurbaşkanı” ilân edildi.
26 Ocak 1978’de, ülkedeki ekonomik şartları gerekçe göstererek düzenlenen geniş katılımlı protesto gösterisine ordunun müdahale etmesi emrini verdi ve tarihe “Kara Perşembe” olarak geçen olaylar sonucu yüzlerce Tunuslu hayatını kaybetti. Aynı yılın temmuz ayında, kendi adını taşıyan ve şehrin en önemli mekânlarından olan Habib Burgiba Bulvarı’na, 23 yıl evvel beyaz bir atın üzerinde Tunus’a gelişini temsil eden bir heykel diktirdi. Depresyona girdiği söylenen ve 1975’ten itibaren beş yıllık dönemin büyük bir kısmını Kartaca Sarayı’nda geçiren Burgiba, birkaç önemli gelişme dışında neredeyse hiç ortalarda görünmedi.
1980’li yıllara gelindiğinde, Tunus birçok sorunla karşı kaşıyaydı. Muhalif kesimin sesi çok daha gür çıkmaya başlamış, 1982’de verilen çok partili hayata geçiş sözü de tepkilerin sona ermesine yetmemişti. Özellikle 1983’ün sonlarına doğru petrol fiyatlarında meydana gelen dramatik düşüş ülkenin gelirlerini önemli ölçüde azaltmış ve süregelen ekonomik krizi daha da derinleştirmişti. Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yapılan kredi anlaşmaları gereği bilhassa temel gıda maddelerinin fiyatlarında artışa gidilmesi, ülkeyi yeni bir kaosa sürüklemiş ve yaşanan olaylarda yüzlerce Tunuslu daha hayatını kaybetmişti. Maddi sıkıntıların yanına bir de İsrail’in Lübnan’ı işgali sonrasında merkezini Tunus’a taşıyan Filistin Kurtuluş Örgütü sebebiyle İsrail’le yaşanan gerilim eklenmiş ve bu durum, Burgiba’nın Batı desteğini de önemli ölçüde azaltmıştı. Ardı arkası gelmeyen sorunlar, Burgiba’yı hayli zorlamış, iç çekişmelerin de etkisiyle ülkede kısa sürede çok sayıda kabine değişikliği yaşanmıştı. Habib Burgiba, Ekim 1987’de son kez bir değişikliğe gidecek ve daha evvel Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı görevlerini yürüten Zeynelabidin bin Ali’yi başbakan olarak görevlendirecekti.
Artık 80’li yaşlarının sonlarına doğru yaklaşan Burgiba, son yıllarını hastalıklar ve siyasî sorunlarla mücadele ederek geçirdi ve eski güç ve itibarından uzaklaştı. Ekim 1987’de Zeynelabidin bin Ali’yi başbakanlık koltuğuna oturttu ve bundan yaklaşık bir ay sonra, 7 Kasım 1987’de, yine aynı isim tarafından devrildi. Ülkenin önde gelen doktorlarından müteşekkil yedi kişilik bir heyetten çıkan “Burgiba’nın akli sorunlar yaşadığı ve ülkeyi yönetmeye uygun olmadığı” raporuna karşı herhangi bir direniş göstermedi ve koltuğunu Zeynelabidin bin Ali’ye terk ederek Kartaca Sarayı’ndan ayrıldı.
Bunca yıllık serüvenin ardından kansız bir darbeyle siyasetten uzaklaştırılan Burgiba, önce başkent Tunus yakınlarındaki Mornag’a ve oradan da memleketine nakledilerek ev hapsine alındı. Habib Burgiba, On üç yıla yakın devam eden ev hapsinin ardından, 6 Nisan 2000’de Munastir’deki evinde hayatını kaybetti. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Bouteflika ve Yaser Arafat gibi isimlerin de katıldığı bir merasimle defnedilen Burgiba’dan geriyeyse siyasî zaferler, tartışmalı inkılaplar, acımasız kararlar ve ödenen bedellerden müteşekkil inişli çıkışlı bir hayat hikâyesi ve ölümünden yıllar evvel inşa ettirdiği anıt mezarın kapı işlemelerinde kendine düzdüğü methiyeler kaldı: Yüce savaşçı, kadınların kurtarıcısı, modern Tunus’un kurucusu…