Göğsündeki dikeni çıkaran şair: Muhammed İkbal
İkbal; Ali Şeriati'nin tanımlamasıyla çölün en fırtınalı anında bir yol işaretiydi. O, bir yandan İngiliz sömürgeciliğine karşı tüm uyuyanları uyandırmış, öte yandan Müslümanların kimliklerini koruyabilmeleri için bağımsızlık fikrini aşılamıştır
Dr. Ali Şeriati’nin Fecr Yayınları tarafından tercüme edilen Biz ve İkbal isimli eserinde, Şeriati, Muhammed İkbal’i bir işaret olarak tanımlayarak şu sözleri sarf eder:
“Bu yurdun herhangi bir köşesinde yaşayıp, kendi geleceğini, alınyazısını ve dünyada olup bitenleri düşünen ve bir kurtuluş yolu arama zorunluğu duyan binlerce Müslümanın dilinden konuşuyorum... Ben onlardanım; benim gibi dertli olanlara sesleniyorum: İkbâl bir "işaret" tir.”
İkbal’in işaret olarak gösterilmesinden hemen önce, yazarın kendi Doğululuğuna atıf yapması son derece önemlidir; çünkü İkbal, Batı’yı yakından tanımasına ve Batılı bir eğitim almasına rağmen kendi kimliğini koruyabilmesi ile öne çıkacaktır.
Göğsündeki dikeni çıkaran adam
Muhammed İkbal, Brahman soyundan geliyordu. Bu Hindu kastında seçkin bir yere sahip olması anlamına geliyordu; ama ailesi 18. yüzyılda İslâmiyet’i seçerek tüm ayrıcalıklarından vazgeçmişti.
Gençliğinde Seyid Mir Hasan’dan Doğu ilminin inceliklerini öğrenen İkbal, Hocası Prof. Dr. Thomas Walker’ın rehberliğinde Batı düşüncesini tanıyacaktı. Bununla da yetinmeyen İkbal, Londra’ya üniversite okumaya gidecek ve Batı dünyasını daha yakından tanıma imkânı yakalayacaktı. Batı, üniversite ve kurumları ile İkbal’e kapılarını sonuna kadar açmasına rağmen o Lahor’a dönecek ve sıradan bir avukat olarak yola devam edecekti. Dostları İkbal’e sahip olduğu tüm bu imkânlardan neden vazgeçtiğini sorduğunda İkbal, daha ilk günden beri kalbinde cereyan eden bağımsızlık arzusunu dışa vuracaktı:
“İngilizlerin hizmetinde iş yapmak güçtür. Gönlümde milletime söylemek istediğim bir hayli söz vardır. İngiliz devletinin hizmetinde bulunurken bunları rahatlıkla söyleyemem. Artık özgür bir insanım ve istersem söyleyebileceğim. Böylelikle gönlüme saplanmış bu dikeni çıkarmış olacağım.”
Pakistan’ın millî şairi İkbal’in Akif ve Mustafa Kemal ile münasebeti
- Muhammed İkbal, Pakistan’ın “millî şairi”dir ve bağımsızlık fikrini bir şairin hülyası olarak görüldüğü ilk günden itibaren cesurca dile getirmesi sebebiyle özgür Pakistan’ın da fikir babasıdır.
Pakistan’ın millî şairi olan İkbal’in şiirleri ahenk ve konu bütünlüğü açısından millî şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a benzemektedir. İkili, yüz yüze tanışmamış olsalar da aralarındaki benzerliğin onlar da farkındadır. Birbirlerine hem kitaplar göndermiş hem de mektuplaşmışlardır. İkbal, Akif’e gönderdiği bir mektupta şunları yazar:
"Türk milletini, modern Türkiye'yi çok seviyorum. Bir gün Türkiye'yi hususen Mevlana-i Rumi'nin Konya'daki mübarek makamını ziyaret etmek isterim. O mübarek toprakların beni, Mevlana'nın naçizane bir müridi olarak kabul etmesini niyaz ediyorum. Gönlümün derinliklerinde bir gül bahçesi görür gibiyim. Ortasında alev alev bir ateş yanmakta ve ben pervaneler gibi o ateşe doğru koşmaktayım. O ateş Mevlana-i Rumi'nin aşkı ve sevgisidir."
Akif de özellikle Mısır’daki gönüllü sürgününde İkbal’in şiirlerini dostlarına okur ve tavsiye ederdi. Beşir Ayvazoğlu’nun Mehmed Akif ve Muhammed İkbal çalışmasında Akif’in dostlarından Abdülvehhab Azzam’dan şu hatırayı nakleder:
"Toplantılarımızın en güzelleri Muhammed İkbal’in şiirlerini okuduğumuz zamanlardır. İkbal’i bana tanıtan o idi. Kendisi bir gün bana İkbal’in Peyam-ı Meşrik isimli eserini vermiş ve ben o sayede İkbal’i sevmiştim. Vakit buldukça İkbal’in şiir kitaplarından birini alır okurdum, O da dikkat ve istiğrak içinde dinlerdi. Arada bir bazı beyitlerin tekrarını isterdi. Beğendiği beyitler üzerinde durur, bunları takdir eder yahut bazı beyitlerini içini çeke çeke dinlerdi. İkbal’in şiirleri ona bazen heyecan, bazen serinlik, bazen de hüzün ve ıstırap verirdi. İkbal’in Esrar-ı Hodl eserini de birlikte okumaya başlamış, birkaç celsede bitirmiş, daha sonra yine onun Rumuz-i Bi-Hadi isimli eserini de aynı şekilde okuduktan sonra tekrarına karar vermiştik."
- Akif, dostu İkbal’e kendi eseri olan Safahat’tan bir adet göndermiştir ancak bunun İkbal’e ulaştığına dair elimizde bir delil bulunmamaktadır.
Muhammed İkbal, Kurtuluş Savaşı sırasında Pakistan Müslümanlarının Türkiye’ye yönelik sevgi ve yardımlarının da mimarıydı. Yunan ile savaşın en kesif anında İkbal, Pakistanlı kalabalıklara şu konuşmayı yapacaktı:
“Dua edelim kardeşlerim, o bayrak, o burçlardan kıyamete kadar düşmesin. İslâm’ın güneşi kararmasın, Allah, Müslümanları Hristiyanlara karşı savunan Büyük Lider Mustafa Kemal’e yardım etsin. İslâm’ın son askerlerini muzaffer kılsın.”
İkbal, bilinen tüm Müslüman dünyanın işgal altında olduğu bir dönemde Mustafa Kemal’in direnişini, başta Pakistan için olmak üzere, tüm İslâm âlemi için bir örnek olduğunu düşünüyordu. İkbal, Mustafa Kemal’i şöyle övecekti:
“Milletin kurtarıcısı öyle bir şan ve şerefle yola çıktı ki, Yüzyıllık zindanlıklar, kapının deliğinden seyirci oldular!”
İkbal, Mustafa Kemal’in icraatlarını bağımsızlıktan sonra da yakından takip edecekti. Onun meclisi kurması ve Cumhuriyet’i ilân etmesi gibi icraatlarını şöyle yazacaktı:
“Gerçek şudur ki Müslüman devletlerarasında bugün Türkiye, dogmatik uykudan uyanan tek devlettir. Müslüman devletlerarasında yalnızca Türkiye, entelektüel özgürlük hakkını aramıştır. Yalnız o idealden gerçeğe geçebilmiştir.”
İkbal’in siyasî mücadelesi
Muhammed İkbal, özgür bir Pakistan’ın kurulabilmesi için evvela İngiliz emperyalizminin Doğu Asya’yı terk etmesi gerektiğine inanıyordu. Bu yüzden Mahatma Gandhi’nin mücadelesine karşı olmadığı gibi destek de vermişti.
Gandhi, İkbal’in bu tutumu üzerine, şairi Delhi’ye davet etmiş ve bir konuşma yapmasını istemişti. İkbal kürsüde İngiliz emperyalizmi hakkında şu sözleri sarf edecekti:
“Gözünüzün önüne serdiğim manzara, tüm Hindistan ve Asya’nın diğer bölgelerini etkisi altına alacak bir kasırganın belirtileridir. Bunlar insanı yalnızca çıkar sağlayan bir araç kabul eden siyasal uygarlığın kesin sonuçlarıdır. Oysa insan, kültürel güçlerle yetişen ve gelişen canlı bir varlıktır. Asya ulusları, üzerlerine batının geliştirip musallat ettiği sömürgeci ekonomik düzene mutlaka başkaldıracaktır. Asya düzensiz ve dengesiz ferdi durumuyla Batı’nın kapitalist sistemini tasavvur bile edemez.”
- İngiliz sömürgesinin ortadan kalkmasının ardından, Müslümanların Hinduların zulmü altında ezileceğini öngören İkbal, “İki Ulus” tezini ortaya atarak bağımsız bir Pakistan’ın kurulması fikrini de ilk defa gündeme getiren kişi olacaktı.
Henüz kitleler bunu aklına dahi getirmeye cesaret edemezken Muhammed İkbal, şu sözleri sarf edecekti:
“Pencap, Kuzey batı sınır eyaleti, Sind, Beluçistan’ın birleştirilmiş halde ayrı bir devlet olarak görmek isterim.”
İkbal, bu sözleri sığ bir milliyetçilikle ortaya atmamıştı. Her ne kadar İngilizler bölgeden çekilseler de arkalarında büyük bir enkaz bıraktıklarını ve Müslümanların Kast Sistemine dayanan Hindu egemenliği altında özgür olamayacaklarını biliyordu. İkbal bu durumu şu sözlerle tespit ediyordu:
“Hint Müslümanlarının ancak Müslümanların çoğunluğunu oluşturduğu eyaletleri içine alan ayrı bir devlet kurmakla dini, kültürü ve bağımsızlığı temin edilmiş olur. Eğer Hindistan’daki kast sistemi ortadan kalkmış olsaydı Hindu-Müslüman birliği mümkün olurdu; fakat Hindular bu hususta çok bağnazdılar.”
Biz ve İkbal
Muhammed İkbal’in zengin düşünce dünyasını bir yazıya sığdırmak mümkün değildir; ama onun eserlerini daha iyi kavrayabilmek için Şeriati’nin Biz ve İkbal çalışmasını yakından incelemek gerekmektedir. Şeriati, bir Sünnî olan İkbal’i bu denli savunması ıkendi toplumunda şiddetli eleştirilere muhatap olur. Şeriati ise İkbal’in taşıdığı anlamı şu sözlerle aktarır:
“İkbal'in insanlığa en büyük mesajı şudur: İsâ gibi kalbiniz, Sokrat gibi düşünceniz ve Kayser gibi de kolunuz olsun. Yalnız bir insanda, beşer olan bir yaratıkta yüce bir ruh temeli bulunsun. İkbal'in kendisi siyâsî uyanışın en yüksek mertebesindeydi.”
Şeriati’nin kitabında yaptığı en önemli tespit ise İkbal’in Doğulu bir bilge olarak tüm aydınlara örnek olacak duruşudur:
“İkbal'in bir Müslüman olarak yirminci asrın İslâm toplumundaki başarısı şudur: Kendi kültürünün zenginliklerini ve yeni kültürün zenginliklerini tanıyarak, kendi inandığı görüşün doğrultusunda yani İslâm'ın çizgisinde kendisini yetiştirmiştir. Bu, İkbal'in büyük başarısıdır ve bizim yirminci asır toplumumuzda bir yüceliştir. Hiçbir zaman mutlak bir kişilikten bahsetmiyorum; sembol bir kişilikten söz etmiyorum. Parçalanmış olan İslâm kişiliği, Müslüman kişiliği onda yirminci asırda yeniden bütünleşerek yenilenmiştir. Ve bu yenilenme, sorumlu Müslüman aydınlar için bir başlangıçtır.”
Muhammed İkbal, Pakistan’ın Mehmet Akif’idir dersek yanlış olmayacaktır.
O, bir yandan İngiliz sömürgeciliğine karşı tüm uyuyanları uyandırmış, öte yandan Müslümanların kimliklerini koruyabilmeleri için bağımsızlık fikrini aşılayan ilk Pakistanlı olmuştur.
Özellikle Anadolu’daki Türklerin en karanlık vakitte dahi direnmesi ve mücadele etmekten kaçınmamış olması İkbal’i etkilemiştir. Cumhuriyet’in kurucusu Atatürk’e hayran, Mevlana’ya ise âşıktır; fakat İkbal hiç kimsede benliğini yok etmemiş; çağını aşan bir şair ve aydın olarak 21 Nisan 1938 tarihinde hayata gözlerini yummuştur.
İkbal; Ali Şeriati’nin tanımlamasıyla Müslümanlar için çölün en fırtınalı anında bir yol işaretiydi.