Pakistan'ın Güneşi Allâme İkbal
İslâm dünyasında seçkin bir şair, parlak bir âlim ve yetenekli bir filozof olarak tanınan Muhammed İkbal, 61 yıllık uzun sayılmayacak ömründe, Hindistan'daki Müslümanların bağımsızlık mücadelesini ilk defa dile getirmiş ve kuruluşunu görmenin kısmet olmadığı Pakistan devletinin ideolojik kurucusu olarak tarihe mâl olmuş bir isimdir. Pakistan’ın “millî şairi”nin sonraki nesillere aşıladığı hayaller ve umutlar sayesinde bugün o, “Pakistan’ın babası” olarak anılmaktadır.
21 Nisan 1938’de, şair, filozof, düşünür ve Güney Asya'nın yükselen siyasî entelektüeli Muhammad İkbal vefat etti. Doğu’nun gözüyle Batı’yı gören, Batı’nın gözüyle Doğu’yu tahlil eden İkbal, İslâm dünyasının zor zamanlar geçirdiği bir dönemde şiirlerinden konuşmalarına, düşüncelerinden yazılarına Pakistan’ın bağımsızlığına giden yolda en büyük tarihî hareketlerden birine temel atmıştı.
İkbal, 9 Kasım 1877’de Britanya Hindistanı sınırları içerisindeki Pencap eyaletinin Keşmir sınırı yakınındaki Siyâlkût şehrinde dünyaya geldi.
Kur'ân-ı Kerîm eğitimi ile başladığı ilk eğitimini, babası Nur Muhammed başta olmak üzere şehirdeki medreselerden aldı.
İlk ve orta öğrenimini doğduğu şehir Siyâlkût'ta tamamladıktan sonra 1895’te Lahor’daki Hükümet Koleji’ne giderek orada felsefe ve hukuk ağırlıklı dersler aldı.
Ardından Lahor'da Doğu Dilleri Fakültesi’nde ders vermeye başlayan İkbal’in ilk şiirleri de bu dönemlerde yayınlanmaya başladı.
***
Toprağın derinliğinde tohuma can veren kim?
Deniz dalgalarından bulutları göğerten kim?
Ufuklardan bitkilere yaşam sunan rüzgârı estiren kim?
Yeryüzü kimindir, o baktığın güneşin ışığını gönderen kim?
Buğday başağının gözelerini inci ile dolduran kim?
Mevsimleri sırasıyla değişme özelliği veren kim?
Ey toprak ağası bu topraklara bir bak senin mi ki, değil
Babanın tapulu malı değil, benim değil, bilirim kimdir kim…
***
Lahor’daki kolejde, üzerinde kalıcı tesirler bırakan, hocası Thomas Arnold tarafından yeteneği fark edilen İkbal, Arnold’un yardımıyla 1905’te Cambridge Üniversitesi’ne kaydolarak felsefe ve hukuk eğitimi aldı. Burada Arapça ve Arap edebiyatı üzerine dersler verirken, İslâmî konularda konferanslara konuşmacı olarak katılmaya başladı.
Avrupa yolculuğuna Londra’da nokta koymayan İkbal, 1907’de Almanya’ya giderek Münih Üniversitesi’nde felsefe dalında doktora yaptı.
- İkbal’in “İslâm Felsefesi Tarihine Bir Katkı: İran’da Metafizik İlimlerin Gelişmesi” adlı doktora tezi, o dönemde panteist bir bakış açısıyla değerlendirdiği tasavvuf düşüncesine duyduğu ilgiyi yansıtmaktaydı.
Mevlana, Friedrich Nietzsche, Henri Bergson ve Johann Wolfgang von Goethe gibi yazarlardan etkilenen İkbal, 1908'de Britanya Hindistanı'na geri döndü. Ona, ileride, neden Avrupa’nın bu imkânlarından vazgeçtiği sorulunca, içindeki bitmez tükenmez bağımsızlık sevdasıyla şöyle diyecekti:
“İngilizlerin hizmetinde iş yapmak güçtür. Gönlümde milletime söylemek istediğim bir hayli söz vardır. İngiliz devletinin hizmetinde bulunurken bunları rahatlıkla söyleyemem. Artık özgür bir insanım ve istersem söyleyebileceğim. Böylelikle gönlüme saplanmış bu dikeni çıkarmış olacağım.”
Lahor’a dönüşüyle İkbal, avukatlık mesleğinin yanında akademik kariyerini de devam ettirerek 1911'de mezun olduğu Kolej’de Felsefe ve İngiliz Edebiyatı dalında profesör olarak çalıştı.
Avrupa’dan vatan toprağına dönmesiyle ağırlıklı olarak dinî ve felsefî konularda Farsça ve Urduca şiirler yazan İkbal’in ünü gittikçe artmaktaydı.
***
Bak bütün Şark ne halde;
Külü göğe savrulmuş...
Boğulmuş bir inilti; susuyor; eser yok
Bu kaybolmuş bir feryad.
Bu toprakta her zerre bir muztarip nazardır.
Hindistan'dan isyan et, Semerkand'dan, Irak’tan
Hemedan'dan tuğyan et;
Bir hayat göster, canlan!
Uyan derin uykudan!
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
***
Feryad bu Frenkten, onun gönül avlayan
Düzenlerinden feryad!
Feryad o şirinlikten, feryad o Hüsrevlikten
Bütün cihan virane, onun zalimliğinden
Ey Kâ'be mimarı, kalk
Bu dünyayı bir daha ma'mure haline koy.
Uyan derin uykudan;
Derin uykudan uyan!
Derin uykudan uyan!
***
İkbal, Avrupa’da bulunduğu süre zarfında bakış açısını çok yönlü olarak genişletmiş ancak kendini İslâm dünyasının içinde bulunduğu durumdan ve köklerinden izole etmemişti:
"Çağdaş Avrupa kültür ve ilimlerinin ışığı özümü alamadı, gözümü kamaştırmadı. Çünkü ben, gözüme Medine'nin sürmesini çekmiştim. Batı eğitim ve öğretim ateşinin içinde eğleştim ama İbrahim'in, Nemrut’ un ateşinden sağ salim çıktığı gibi çıkıp kurtuldum. Asrın firavunları, hep beni avlamak için çabalayıp durdular; fakat ben onlardan korkmadım ve korkmuyorum. Zira Yed-i Beyza'yı taşıyorum."
1920'lerde Müslüman liderler arasında süregelen çatışmalardan ve hizip tartışmalarından hoşlanmayan İkbal, o sıralarda İngiltere'de bulunan Muhammed Ali Cinnah'a ülkeye geri dönmesi ve Müslümanların başına geçmesi gerektiğine dair mektuplar yazdı.
- 1922’de İngiliz yönetimi tarafından kendisine “Sir” ünvanı verilmişse de o, bu ünvanı kullanmadı.
1926 yılında Tüm Hindistan Müslüman Birliği Partisi’nin Pencab bölgesi kurul üyeliğine seçilmesiyle, İkbal’in hem bölgesel hem de Hindistan genelindeki politik yönü ön plana çıkmıştı.
***
Çin bizim, Arabistan bizim, Hindistan bizimdir
Biz Müslümanız, tüm dünya anayurdumuzdur
Sinemizde Tevhid'in emaneti vardır
Adımızın sanımızın silinmesi kolay değildir
Dünya tapınaklarında Allah'ın o ilk evi
Biz onun koruyucusu, o da bizim koruyucumuzdur
Biz kılıçların gölgesinde yetişmişizdir
Hilalin hançeri ulusal armağanımızdır
Batı'nın vadileri ezanımızla çınladı
Kimse selimizi durduramazdı (sel gibi akıyorduk)
Batıldan korkmayız biz, ey felek
Yüzlerce defa imtihanımızı yapmışsındır
Ey Endülüs'ün gül bahçesi! Dallarında
yuvalarımızın bulunduğu günleri hatırlar mısınız?
Ey Dicle dalgası sen de bizi tanırsın
Senin nehrin hâlâ öykümüzü anlatır
Ey mukaddes toprak! senin onurunu korumak için
kendimizi feda ettik. Damarlarında hâlâ kanımız var
Kervanımızın lideri Hicaz Emiri’dir
Rahatımız için o tek isme borçluyuz.
İkbal'in nağmesi uykudan uyandıran bir sesleniştir
Kervanımız yine yola çıkıyor.
***
Bu dönemde Hindistan'daki Müslüman halkla ilgili yazdığı yazılarla Müslümanların İngiliz sömürgesine karşı başkaldırmalarını ve Hindu çoğunluğa sahip bir Hindistan’da Müslümanların haklarının savunulamayacığını dile getiriyordu.
- Muhammed İkbâl, Müslümanlar için ayrı ve bağımsız bir devletin gerekliliğine dikkat çektiği 1930’daki Allahabad bölgesindeki Tüm Hindistan Müslüman Birliği Partisi’nin yıllık toplantısında, Hindu ve Müslümanların artık bir arada yaşamalarının imkânsız olduğu, bu zoraki birlikte yaşama pratiğinin şimdi olmasa da ilerleyen zamanlarda yıkıcı olacağını söylemişti.
Onun, tarih kitaplarına“iki ulus teorisi”olarak geçecek görüşüne göre, Hint Alt Kıtası, iki ulus çerçevesinde Hindistan ve Pakistan olarak ikiye ayrılmalıydı.
***
Ya Râb, Müslümanlara öyle zinde bir arzu ver ki
Yüreği yansın ve ruhu çırpınsın
Faran Vadisi’nin her zerresini yeniden ışıldat
Yine seyir şevki ver yine ısrar zevki ver
Manzaradan mahrum olana
yine görebilen göz ver
Gördüklerimi başkalarına da göster
Yolunu kaybetmiş ceylanı
yine Harem'e doğru götür
Bu şehirliğe çöl genişliği ver
***
Hint Müslümanlarının ancak Müslümanların çoğunluğunu oluşturduğu eyaletleri içine alan ayrı bir devlet kurmakla dini, kültürü ve bağımsızlığı temin edebileceğini savunan İkbal, İngiliz hâkimiyetinde bulunan Pencap, kuzeybatı eyaletleri, Sind ve Beluçistan’ı içine alan topraklar üzerinde ayrı bir Müslüman devlet (bağımsız bir Pakistan) kurulması fikrini ilk kez gündeme getiren kişiydi.
Hindular ile Müslümanların dinî, sosyal, kültürel açılardan aynı potada eriyemeyeceğini gören Hint Müslümanları, zamanla İkbal’in iki ulus teorisini içselleştirerek kendi devletlerini kurabileceklerine inandılar.
Bağımsız Pakistan Devleti’nin kuruluşu yönünde atılan ilk ciddi adımın ardından gelecek yıllar, İkbal için yoğun geçecekti: 1931’de Londra’da düzenlenen II. Yuvarlak Masa Konferansı’na katılacak, dönüşte İtalya ve Mısır’a uğradıktan sonra Filistin’de düzenlenen Dünya İslâm Konseyi toplantısına iştirak edecekti. 1932 yılında III. Yuvarlak Masa Konferansı’na katılmak üzere yine Londra’da gidecek, oradan İspanya’ya giderek zorla izin alabildiği Kurtuba Camii’nde namaz kılabilecekti. 1933’te ise Afganistan Kralı Nâdir Şah’ın daveti üzerine yolu Kabil’e düşecekti.
***
Ey Kurtuba! Sırrı seninle aşikâr olmuştu mümin’in,
Gündüzlerinin vecd, geceleri yanış ve yakılış dolu olduğunu gösterdin!
Ey Kurtuba Camii! Sanat âşıklarının Kâbe’si, İslâm’ın azametisin,
Endülüs toprağı harem mertebesine çıkmıştır varlığınla senin!
Ey Kurtuba! Yıldızlara göre senin zeminin gök kubbe gibidir,
Binlerce ah! Ki asırlardır senin fezan ezansız beklemektedir.
***
1934'te gırtlak kanserine yakalanan İkbal, önce sesini kaybetti. 1935-37 yıllarını tedavi altında geçirse de gözleri de katarakt nedeniyle iyice zayıfladı.
Bununla birlikte İslâm dünyasının ve Hindistan’daki Müslümanların geleceğiyle ilgili çalışmalarına ara vermeyen İkbal, 1936-77’de Muhammed Ali Cinnah’a yazdığı mektuplarda, Hindistan Müslümanlarının bağımsızlığıyla ilgili görüşlerini iletti.
Uzun süren hastalık döneminin ardından, İkbal, 21 Nisan 1938’de hayata gözlerini bir daha açmamak üzere son kez kapadığında hayalinin gerçekleştiğini görme fırsatı olmamıştı. Yıllarını ve eserlerini adadığı ülkesinin bağımsızlığı, vefatından sadece 9 yıl sonra bir hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşecek, pak insanların ülkesi Pakistan, 14 Ağustos 1947 günü bağımsızlığına kavuşacaktı.
- Ülkesinin bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynayan İkbal, halkının kendisine verdiği “Allâme” ünvanının yanı sıra Pakistan'ın kuruluşunun ardından "Millî Şair" ünvanını da alacaktı.