Fas notları 5: Eski zaman masalı Fes

Fes'ten manzaralar
Fes'ten manzaralar

Fas seyahatimizin benim için en heyecan verici kısmına gelmiştik. Şafşavan’dan Fes yoluna koyulduğumuzda içimde çok güzel bir his vardı. Zira çocukluğumdan beri gündemimde olan bir şehre doğru gidiyorduk. Ayrıca Fas hakkında ne okusam herkes Fes’ten ve sokaklarından çok güzel bahsediyordu. Adeta kadim dönemden kalan nadide bir numune diyorlardı Fes için.

Zihnimde okuduklarım ve söylenenler dönerken bir yandan da Fas gerçekleri yakamızı bırakmıyordu. Fas’ta trafik kuralları oldukça katıydı. Rabat’ta yaşadığımızın bir benzerini Fes yolunda yaşadık. Fakat bu sefer durdurulma sebebimiz hızdı. Aslında çok hızlı değildik hatta hız sınırını çoğu zaman aşmadık. Türkiye’deki yüzdelik pay kuralı Fas’ta da geçerli diye düşündük fakat ne yazık ki öyle değilmiş ve bu sefer 100 dirhem cezadan kaçamadık. Ya nasip diyerek yolumuza devam ettik.


Yolculuk esnasında bir köyde durarak çay içmeye karar verdik. Naneli çaylar eşliğinde doğanın sükuneti bizi dinlendirdi. Yaklaşık dört saatlik bir yolun sonunda Fes’e vardık.

  • Fes’in, eski ve yeni olmak üzere iki yüzünün olduğunu söylemek mümkün. Bizi ilk olarak yeni ve modern yüzü karşıladı. Fas seyahatimiz boyunca ilk defa Fes’te bir avm gördüm. Faslılar isteyerek veya istemeyerek modern yaşama karşı bir direniş sergiliyor.

Bu yüzden, avm gördüğümüze biraz şaşırdım diyebilirim. Şahsen ben avm gezmeyi sevmeyen birisi olarak şehrin bu yüzüyle hiç ilgilenmedim ve bir an önce kendimi eski şehrin sokaklarına atmak istedim. O yüzden yeni şehirde hiç oyalanmadan eski şehirde bulunan otelimize geçtik. Odalarımıza yerleşip kendimizi doğrudan Fes’in sokaklarına attık. Hızlıca okuduklarımı ve dinlediklerimi hatırladım şehri adımlarken. Gerçekten de Fes insanı birkaç yüzyıl öncesine götürüyor. Biraz daha dolandıktan sonra otele gelerek yarın detaylı gezmek üzere dinlenmeye çekildik.

İkinci gün kahvaltının ardından rotamızın ilk durağı Karaviyyin Külliyesi’ydi. Fakat namaz vakitleri dışında kapalı olduğu için öğle namazında gelmek üzere ikinci durağımız olan Ebu İnaniye Medresesi’ne gittik. Marakeş’teki Bin Yusuf Medresesi’ne benzeyen yapıyı 1351-1356 yılları arasında Berber Emiri Ebû İnân Fâris yaptırdı.

Ebu İnaniye Medresesi
Ebu İnaniye Medresesi
  • Merînîler (1196-1465) dönemi eseri olan Ebu İnaniye Medresesi’ni diğer Mağrib medreselerinden ayıran en önemli iki özelliği ibadethane kısmının cami görünümünde olması ve bir minareye sahip olmasıdır.

Burada Kanadalı bir çiftle tanıştık. İlgiyle ve hayranlıkla etrafı inceliyorlardı. Biraz muhabbet ettikten sonra üçüncü durağımız olan Şuvvara Tabakhaneleri’ne doğru yürümeye başladık.

Daracık sokaklardan geçerek tabakhaneyi ararken peşimize iki tane seyyar satıcı takıldı. Her ne kadar satın almak istemediğimizi söylesek de peşimizi bırakmadılar ve tabakhaneye kadar bizi götürdüler.

Bir kafenin üst katından seyredilen tabakhanelere girerken yoğun kokudan etkilenmeyelim diye elimize nane tutuşturdular.
Şuvvara Tabakhaneleri
Şuvvara Tabakhaneleri

Nane ile burnunuzu kapatarak içeride gezmenizi tavsiye ederim. İlk olarak ne kadar etkilenebilirim ki desem de bir zaman sonra başımın ağrımaya başlamasıyla etkisini fark etmiş oldum.

Şuvvara Tabakhaneleri’nin tarihi 11. yüzyıla dayanıyor. Fas’ın geleneksel endüstrisinde önemli bir yer oynayan dericilik ve deri boyama işini halkın önemli bir kesimi fakirlikten dolayı sürdürüyor. Bizim uzaktan kokusuna zor dayandığımız yerde insanlar havuzların içerisinde rızıkları için çalışıyor. İçinde bulunduğum halden dolayı Allah’a şükrümü artıran bir seyahat olduğunu söyleyebilirim.

Bahsi geçmişken Fas’taki halkın maddi durumuna da kısaca değineyim. Ülkede genel anlamda bir sanayileşme söz konusu olmadığı için fabrika sayısı çok az sayıda. Bunun aksine genç nüfusun hayli yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Bu dengesizlikten dolayı gençlerin önemli bir kısmı iş bulmak noktasında zorluk yaşıyor. Kimisi seyyar satıcılık yaparken kimisi tabakhane gibi kötü iş koşullarının olduğu yerlerde rızkını kazanmaya çalışıyor. Bir de ne yazık ki işin gayrimeşru boyutu söz konusu. Fakirliğin olduğu yerde uyuşturucu ve hırsızlık artmaya başlıyor. Fas’ın bu iki kötü işle anılmasında aslında fakirliğin önemli bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.


Ahmed Ticânî’nin türbesi
Ahmed Ticânî’nin türbesi

Dördüncü durağımız Ticânî tarikatının kurucusu Ahmed Ticânî’nin türbesiydi. Günümüzde daha ziyade Senegal’de yaygın olan Ticânîlik, öncesinde Mağrib bölgesinde hayli etkindi. Rabat seyahatini anlattığım yazıda değindiğim zaviye de bir Ticânî zaviyesiydi. 1737 yılında Cezayir’de doğan Ahmed Ticânî gençliğinde ilmî faaliyetlerle meşgul olduktan sonra Fas’a giderek çeşitli tarikatların zikir halkasına katıldı. Bir müddet sonra sohbetlere ve irşad faaliyetlerine başladı. 1782 yılında rüyasında kendisine Hz. Peygamber tarafından evrad ve ezkarın öğretildiğini söyleyince, müridleri tarafından bu tarih Ticânîliğin kurulduğu tarih olarak belirlendi. 1815 yılında vefat edince Fes’te defnedildi. Günümüzde İslâm dünyasının birçok yerinden insanlar gelerek türbesini ve camiyi ziyaret ediyor.

Ahmed Ticânî’nin türbesi
Ahmed Ticânî’nin türbesi

Fas’ta gezdiğimiz birkaç günde iyi bir Mağrib işi cellabiye arıyordum. Fes işi fesi alıp kafama takmıştım. II. Muley İdrîs’in türbesine giderken uygun bir fiyata cellabiye alarak üstüme geçirdim. Artık tam bir Mağribli gibi hissediyordum kendimi. Eski seyyahlardan edindiğim bu gelenek seyahat ettiğim şehirlere nüfuz etmek adına her zaman işime yaradı. Mısır’da da kafama tarbuş takarak seyyahların bu geleneğini sürdürmeye çalışmıştım.

II. Muley İdrîs’in türbesi
II. Muley İdrîs’in türbesi

Geleneksel kıyafetlerimle sıradaki durağımız, İdrîsîler Hanedanlığı’nın (789-985) ikinci hükümdarı Muley İdrîs’in Fes’teki kabriydi. Babası I. Muley İdrîs’ten sonra 807 yılında tahta çıktı ve 828 yılına kadar İdrîsîler’in hükümdarı oldu. 810’lu yıllarda Fes şehrini tekrardan kurdu.

Günümüzde halk tarafından yoğun teveccüh gören türbesi sadece bir ziyaretgâh değil aynı zamanda insanların dileklerini dilediği bir yer. Bilhassa çocuk sahibi olmak isteyen kadınların geldiğine dair rivayetler mevcut. Gerçekten de biz ziyaret ettiğimizde türbenin etrafında çok sayıda kadın vardı. Zaviyede biraz fotoğraf çektikten sonra Attarin Medresesi’ne doğru yürümeye başladık.

Attarin Medresesi, 1320’li yıllarda Merînîler döneminde yaptırıldı. Diğer Mağrib medreselerine benzeyen yapının birkaç farkı vardı. Daha sade bir yapıya sahip olması ve ahşap işçiliğin daha yoğun olması. Mimari açıdan diğerlerine benzese de bu iki hususun göze çarptığını belirtmekte fayda var.

Attarin Medresesi
Attarin Medresesi

Attarin Medresesi’nden sonraki durağımız sabah gidip de giremediğimiz Karaviyyin Külliyesi oldu. Zira artık öğle namazının vakti gelmişti. Külliyeye giderken heyecanlandığımı söylemeliyim. Zira dünyanın ilk üniversitesi olarak bilinen bir yapıyı ziyaret edecektim. Aynı zamanda İslam tarihindeki bazı tartışmaların merkezini de görmüş olacaktım. Fakih Ebû Abdullah Muhammed b. Abdullah el-Fihrî’nin kızı Fatıma tarafından 859 yılında yaptırılan camii, Zenateler’in hâkimiyetinden sonra Karaviyyin olarak anılmaya başladı. Bir dönem Fatımilerin yönetimine geçen bölgede Karaviyyin Külliyesi önemli tartışmaların merkezi oldu. Bu anlamda Ezher’i hatırlattı bana.

Karaviyyin Külliyesi
Karaviyyin Külliyesi

Günümüzde hâlâ üniversite olarak kullanılan külliye bir devamlılık örneği olması açısından da kıymetli. Öyle ki kendi adıyla bir ekolün oluşmasını bile sağlamış zamanında. İslâm dünyasının eğitim ve bilgi hususunda yaşadığı krizlerin çözümünde Ezher ve Karaviyyin örneğinin önemli olduğunu düşünüyorum. Tarihteki örneklikler ve ibretler geleceğe örnek olması için değil midir zaten.

Öğle namazını kıldıktan sonra çarşılardan hızlıca geçerek otele gidip eşyaları alarak yola koyulduk. Kazablanka’ya gidip son şehrimizi gezecektik. Fes’e birkaç gün daha ayırmak isterdim açıkçası. Zira şehrin zahirine takılmadan ibretle incelendiğinde tarihten çıkaracağımız çok sonuç var Fes’te. Hakeza İstanbul ve Kahire’de. Sıradaki durağımız Kazablanka.

Fotoğraflar: Burak Çetik