Balkanlar’da Panslavizm ve 93 Harbi’nde Rusya’daki Osmanlı imajı
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, 15. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın başlarına kadar 12 kez savaşla sonuçlanan çetin bir mücadele yaşandı. Bu savaşların çeşitli tarihsel sebepleri vardır. Özellikle son 100 yılda Rusya’nın güttüğü Panslavizm politikası, bu sebeplerden biri sayılabilir. Rusya için utanç haline dönüşen 1853’teki Kırım Savaşı’nda Osmanlı ve müttefiklerine karşı alınan yenilgiden sonra Çarlık yönetimi yalnızca ordusunu modernize etmekle kalmadı; aynı zamanda Sırplar, Bulgarlar ve diğer Slav halklar arasında ayrılıkçı hareketleri körüklemeye hız verdi. Bu politika, bölgenin aslî unsurlarından biri olan Slavlar arasında belli bir oranda karşılık buldu ve Balkanlar’ın yeniden şekillenmesinde etkili oldu.
Panslavizm politikasının zirve noktasının, 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı olduğu söylenebilir.
Savaştan önce, Osmanlı İmparatorluğu’nun Rusya’daki imajı, Ortodoks ve Slav tebaasına eziyet eden zorba bir güç şeklindeydi. Kimi zaman abartılan görsellerle Osmanlı askerleri ve “Başıbozuk” denilen düzensiz birlikler, Bulgar sivilleri işkence edip öldüren ve tecavüz eden unsurlar şeklinde portre ediliyordu. Daha sonraki bilimsel çalışmalarla gerçekliği tartışılsa da, Rodop Dağları’nın kuzeyinde yer alan Batak kasabasında 1876 yılında gerçekleştirildiği iddia edilen katliam bu bağlamda değerlendirilecek olaylardan biri oldu. Bu olay, her ne kadar Rusya’da başta Çar II. Aleksandr olmak üzere Osmanlı ile savaş konusunda isteksizlik olsa da, kamuoyu baskısını arttırdı ve sonunda St. Petersburg yönetimi İstanbul’a savaş ilân etti.
Çatışma boyunca her iki ülke de savaş muhabirliğinin ilk örneklerini tecrübe etti. Bu durum, cepheden gelen haberler nedeniyle her iki halkın da birbirine olan negatif bakışını körükledi.
Ne var ki, gazeteler ve muhabirler, savaş boyunca imaj üretiminin yegâne aktörleri değildi. Bu konuda entelektüeller, bürokratlar ve çeşitli organizasyonlar da aktif rol oynadı.
Körüklenen Panslavizm
19. yüzyılın başlangıcından itibaren Hırvatlar, Makedonlar, Bulgarlar, Sırplar, Karadağlılar, Slovenler gibi Güney Slavları arasında, büyük güçlerin hâkimiyetinden bağımsız, etnik ve kültürel temelli bir birlik kurma fikri taraftar kazanmaya başlamıştı. Aynı süreçte, farklı ideal ve metotlara sahip olsalar da, Rusya içinde de Rusya’yı merkeze alan üniter bir Slav devleti kurma fikirleri ortaya atıldı. Yüzyılın ortasına doğru bu dinî ve etnik soslu Panslavizm, entelektüeller arasında da taraftar buldu. Her ne kadar bu odaklar Panslavizm’in bazı politik getirilerinin de olacağını savunsa da Çarlık yönetimi, 1853 Kırım Savaşı ve 93 Harbi arasındaki dönemde bu fikirle arasına mesafe koymayı tercih etti.
- Çar II. Aleksandr’ı Osmanlı’ya karşı bir aksiyon almaya zorlamak için, toplumda Türk karşıtı bir imaj yaratma görevinde çeşitli faktörler ve gruplar etkili oluyordu. Nikolay Danilevski, Fyodor Dostoyevski, Ivan Aksakov ve Rostislav Fadeev gibi filozof ve yazarlar, Türkler hakkında olumsuz fikirlerin yayılmasında özellikle ön plana çıktı.
İstanbul’dan fitillenen isyanlar
Diplomat ve bürokratlar arasında ise Panslavizm’in en ateşli savunucusu Nikolay Pavlovic Ignatiev’di. 1861 ve 1864 arasında Rusya Dışişleri Bakanlığı’nda Asya Departmanı’nın direktörlüğü görevi üstlenen Ignatiev, daha sonra İstanbul’a Rusya büyükelçisi olarak atandı. Deneyimli diplomat, Osmanlı’nın Balkanlar’da Slav tebaaya karşı politikalarındaki zayıf noktaları analiz etmeye yoğunlaştı. Daha sonra kendi ajandasını oluşturan Ignatiev, bu konuda zaman zaman kendisini görevlendiren St. Petersburg yönetimi ile dahi çatışma yaşıyordu.
Özellikle 1870 yılından sonra Ignatiev, hem Sırp ve Karadağlı gibi Slav grupları, hem de Slav olmayan Yunan ve Arnavutları Osmanlı’ya karşı kışkırtacak hamleler tasarlamaya başladı.
Organizasyonel düzeyde ise “Slav Yardım Komitesi”, Panslavizm fikrinin desteklenmesinde önemli bir aktördü. Faaliyetlerine Balkanlar’daki Ortodoks okullarına bağış yapmak, kütüphanelerde Slavca merkezleri açmak ve Ortodoks öğrencilere burs vermek gibi hayır işleriyle başlayan komite, zamanla, zengin Ruslardan aldıkları bağışlarla bir gazete kurup kamuoyunda adını duyurmaya başladı. Bu faaliyetlerin amacı, Osmanlı’nın Ortodoks tebaası arasında Rusya-merkezli Panslavist politikalara destekçi bulmaktı.
Hem entelektüellerin hem de diplomat ve organizasyonların faaliyetlerinin merkezi konumunda ise Bulgaristan vardı. Entelejansiya kendi alanında faaliyet gösterirken, Ignatiev daha sonra ülkelerine dönünce Rusya yanlısı (Rusofil) olacaklarını umut ettiği Bulgar öğrencilere burs sağlıyordu. Öte yandan hayır organizasyonları ise Bulgar öğretmenleri Moskova’ya götürerek doktrine ediyordu.
Bu faaliyetlerin amacı, Bulgarların ya da diğer Slav milletlerin kendi kimliklerinin inşasına yardım etmek değil, Rusların Balkanlar’daki çıkarlarını korumaktı.
“Haça karşı Hilal”
19. yüzyılın ortalarından önce, Rusya’da Osmanlı imajı, şarklılık temeli üzerine inşa edilmişti. Bunun sebebi, Rusya’nın “Avrupalı bir devlet” olarak öz-temsilini güçlendirmek istemesiydi. Bu imajın oluşma süreci uzun zaman almıştı. Büyük Petro’nun bilinçli olarak Rusya’yı Avrupa vasıtasıyla modernleşme yoluna sokması, Rus elitinin kendisini “Türk sultanlarından ve ülkesinden” ayrıştırmasıyla sonuçlandı. Bu sürecin akabinde iki ülke arasında yaşanan savaşlarda Petro’nun askerî reformlarının etkisini göstermesi, bu imaj yaratma çabalarını güçlendirmiştir.
Osmanlılar, Rusya’da farklı dönemlerde farklı açılardan tasvir edilmiştir. İki ülke arasındaki mücadelenin temelinde politik çıkar çatışmaları olsa da, etnik ve dinî farklılık boyutu da sık sık vurgulanmıştır.
- Erken dönemde Osmanlı ile Ortodoks halklar arasındaki savaşı tarif etmek için kullanılan “Haça karşı Hilal” (Polumesjats protiv Kresta) kavramı, bugünün Rus tarih ders kitaplarına kadar ulaşmıştır.
Bu kitaplarda Osmanlı’nın kuruluş ve yükseliş yıllarında Balkanlar’daki başarısı, yarımadanın içinde bulunduğu politik karmaşaya bağlanmıştır. Bu dönem için Osmanlı’nın imajı, Hristiyanları öldüren ve köleleştiren yağmacı bir güç şeklindedir.
- Özellikle Bolşevik Devrimi öncesindeki Rus histografisinde 93 Harbi, “özgürleştirme savaşı” olarak tanımlanmaktadır. Osmanlı Devleti Balkanlar’daki uluslara boyun eğdirip zulmeden bir güç; Rusya, özelde de Çar II. Aleksandr ise, Balkan uluslarının kurtarıcısı olarak resmedilmiştir.
Propaganda zirve yaptı
Basın yoluyla imaj üretiminde ise gazetelerin rolünü özellikle vurgulamak gerekir. Rus Çarlığı’nın 1877’de Osmanlı’ya savaş ilânından sonra sadece İstanbul ve St. Petersburg’dan değil; Berlin, Roma, Londra ve Paris gibi Avrupa’nın bütün önemli başkentlerinden birçok muhabir ve çizer bölgeye gitmiştir.
Rusya için, gazeteleri propaganda aracı olarak kullanmanın, biri içsel diğer ikisi dışsal olmak üzere üç ana sebebi vardı. Birinci olarak, Ortodoks Slavları Osmanlı Devleti’ne karşı harekete geçirmek, ikinci olarak, kara propaganda yoluyla özellikle Avrupa kamuoyunun Osmanlı’ya karşı bir sempati duymasını engelleyerek İstanbul yönetimini dünyadan izole etmek, ve üçüncü olarak da Osmanlı’ya karşı savaşta Rus halkının politik, ekonomik ve sosyal desteğini elde etmek.
Savaş esnasında, sadece günlük olayları hakkında malumat vermek için değil, savaşın tarihi arka planını yansıtmak için de birçok broşür basıldı. Bu çerçevede 93 Harbi, bazı basın kuruluşları tarafından Rusya’nın “Tatar istilası ile başlayan Müslümanlara karşı tarihî mücadelesinin” bir cüzü olarak yansıtılmıştır.
Balkan Slavlarının çalışkan ve dindar imajının aksine Türkler “vahşi, uyuşuk ve etik değerleri bulunmayan, Ortodoks tebaaya karşı korkunç suçlar işleyen bir millet” olarak tasvir edilmiştir.
93 Harbi, Rus gazetelerinde hiciv ve mizahın da önemli ölçüde artmasına ortam hazırladı. Büyük Britanya ile diplomatik çekişmeden savaş sonrası yapılan Berlin Kongresi’ne ve Türklerin günlük pratiklerine kadar birçok konu hakkında mizah içeren içerikler üretildi. Mizah gazetesi Budilnik, bu konuda önemli bir örnek sayılabilir.
Bununla beraber, Lubok gibi daha düşük kalitedeki yayınlar da savaş esnasında propagandanın geniş kitlelere ulaştırılmasında önemli rol oynadı. Bu yayınlar, resmî ideolojiyle uyumlu şekilde üretilmiş görsel ve metinsel içeriklerden oluşmuştu. Rus yönetimi, halka zafer için kesin olarak bir güven aşılamak istediği için, bu yayınların sayısında çok ciddi bir artış görüldü.
- Ayrıca, Türkler, “hayvan, aptal ya da korkak” olarak resmedilerek düşman imajı güçlendirildi.
Anlatım, renklendirme ve mizah biçimi olarak ucuz yayınlara özgün karakteristik tercih edildi.
Dostoyevski başı çekti
Rus romancı Fyodor Dostoyevski, yazılarında Türklerin “barbarlıklarına ve zalimliklerine” oldukça geniş yer vermiştir. Ünlü yazar okuyucularına Türklerin yaptığını iddia ettiği “değişik işkence metotlarına” dair bilgiler sunmuştur. Bunlar arasında, çocukların annelerinin gözü önünde yüksek bir yerden fırlatılıp havada süngülerle yakalanması gibi anlatımlar mevcuttur. Dostoyevski ayrıca Türk düzensiz birliklerinin bebekleri ikiye ayırdıklarını ve annelerinin derilerinden kemer yaptıkları gibi iddialarda da bulunmuştur.
Bu şekilde vahşet sahnelerini tasvir ederken ünlü romancı, “İslâmî vahşet” tabirini kullanarak savaşa ayrıca bir dinî perspektif getirmiştir.
Dostoyevski, bu sözde işkenceleri Türklerin yanında Tatarlar ve Çerkezler’e de atfetmiştir. Ölüler Evinden Notlar (Zapiski iz mertvogo doma) kitabında, Türklerin sözde işkenceleri hakkında konuşurken, hapishanede tanıştığı Tatar Gazin adlı bir karakterden bahseden yazar, adamın en büyük zevklerinden birinin çocuklara işkence etmek olduğunu ifade etmiştir. Bir başka makalede, Sırbistan’da bir ayaklanma sırasında bir babanın derisinin çocuğunun gözü önünde yüzüldüğünün kendisine anlatıldığını söyleyerek bu olayı hayatı boyunca unutamayacağını vurgulamıştır.
Bazı Rus yazarlar, ana akım entelektüeller arasında Türklerin bu olumsuz imajının, içerideki sorunları örtbas etmek için kasıtlı olarak Rus hükümeti tarafından oluşturulduğunu iddia etmiştir. O dönemde yaşamış Rus tarihçi Konstantin Kavelin, yazdığı bir mektupta, 93 Harbi hakkındaki görüşlerini şu şekilde anlatmaktadır:
“Türklerin işleri hakkında ne düşündüğümü soruyorsun? Şu anda Türklerle ilgili problemleri ve Balkan Yarımadası’nda yaşananları abartıyorlar çünkü bu konunun Rusya’daki oldukça üzücü realiteyle herhangi bir ilişkisi bulunmuyor. Ve tabii ki, Hersekliler lehine bir yazı yazmak, bir oyun sergilemek ya da bir (yardım) gecesi düzenlemek, bir köy okulu ya da bankasında düzeni kurmak ve devam ettirmekten çok daha cazip.”
Bu dönemdeki Osmanlı gazeteleri de Rusya’daki ideolojik tartışmalardan haberdâr olmuştur. Bu gazeteler, Panslavizm’i, Çar II. Aleksandr’ın tercihlerini bile yönlendirecek denli etkili bir ideoloji olarak sunmuştur. 1878 yılında Basiret isimli Osmanlı gazetesinde, Rusya’daki olan bitenin artık imparatorun iradesine değil, Panslavist düşünceye dayanan “irade-i milliye”ye dayandığı iddia edilmiştir. Ayrıca Çar’ın Panslavist komitelerin faaliyetlerini kontrol edemediğini ve bu grupların özerk bir Bulgaristan’ın kurulmasıyla yetinmeyeceklerini ifade etmiştir.
Kazananı olmayan savaş
93 Harbi, Osmanlı’nın Rusya’ya karşı ağır yenilgisiyle sonuçlanmıştır ve Bab-ı Ali, Balkanlar’daki hemen hemen bütün Hristiyan tebaasını kaybetmiştir.
Savaşın ardından imzalanan Ayastefanos Anlaşması Rusya’da coşku yaratsa da, Avrupa devletleri duruma müdahil olup Rus yönetimini, kazançlarının önemli bir kısmını kaybettiği Berlin Anlaşması’na zorlamıştır.
Rusya’da sık sık abartıya başvurulan Türkler ve Müslümanlar hakkındaki negatif imaj, Rus halkının mobilizasyonunda etkili olmuştur. Tıpkı bugünün süper güçlerinin propaganda yöntemleri gibi, gazeteler, broşürler ve birtakım diğer medya vasıtasıyla savaştan önceki Bulgar isyanı ve Osmanlı’nın bunu bastırması ile ilgili çok sayıda içerik üretilmiştir. Bu içeriklerde Türkler ve Müslümanlar, Balkanlar’daki Ortodokslara karşı acımasız işkenceler uygulayan “vahşiler” olarak portre edilmiştir. Bu durum, Balkanlar’da çatışmalara sebep olan asıl problemlerin göz ardı edilip, milliyetçi ajandaların güçlenmesine yol açmıştır.
Ancak savaştan bir süre sonra, şovenist atmosferin arkasına gizlenen problemler, Rusya’da kendini daha güçlü şekilde ortaya çıkmıştır. Öncelikle, savaş sayesinde geniş çaplı bir özerklik kazanan Bulgaristan’ın Almanya’ya yakın bir politik ajanda uygulamaya başlaması, savaşta oldukça ağır bir ekonomik yük altına giren Rusya’daki Panslavist çevrelerde derin bir hayal kırıklığı yaratmıştır. St. Petersburg yönetiminin savaş nedeniyle geri plana ittiği sosyal sorunlar ise 20. yüzyılın başlamasıyla iyice karmaşık hale gelmiş ve netice olarak 1917’de Çarlığın sonunu getirecek olaylar silsilesinin başlamasına sebep olmuştur.
- Osmanlı kamuoyu da savaştan Rusya kadar etkilenmiştir. Öncelikle Balkanlar’daki politik elitin diğer ülkelere yakınlaşmasıyla hayal kırıklığı yaşayan Osmanlı entelektüelleri arasında, farklı milletlerin bir arada yaşamasını destekleyen Osmanlıcılık fikri zemin kaybetmeye başlamıştır.
Bu durum, daha sonraki yıllarda entelektüellerin ve Osmanlı yönetici kadrolarının Türkçü ideolojiye yaklaşmasıyla sonuçlanmıştır. Kahvehane sohbetleri, cuma namazları gibi aktiviteler vasıtasıyla toplumun farklı kesimlerinden bir araya gelen insanlar da, “anavatan sevgisi” gibi kavramlarla tanışmaya başlamıştır.