Rusya’nın Ortadoğu’ya açılan kapısı: Primakov
Rusya tarihinin muhtemelen en geniş ilişki ağına sahip figürü; biri başbakanlığa ulaştığı politika olmak üzere 4-5 farklı alanda kariyer sahibi Yevgeni Primakov, Sovyetler Birliği zamanından başlayarak Rusların Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya açılan kapısı oldu. Primakov’un hayatı, Sovyetler Birliği’nin dağılıp Rusya’nın kurulduğu 90’larda ülkede yaşanan çalkantılı döneme de pek çok açıdan ışık tutuyor.
2018 yılında Rusya Büyükelçiliği tarafından Ankara'da Rusya eski Başbakanı Yevgeni Primakov'u anma konferansına davet edilmiştim. Etkinliğe gitmeden önce Primakov hakkında yüzeysel sayabileceğim malumata sahiptim. Konferans sonunda katılımcılara, kendisinin “Rusların gözünden Ortadoğu” adlı kitabının Türkçe çevirisinin yeni bir baskısı hediye edildi. Rusya ve Ortadoğu ile ilgilenen biri olarak hemen kitabı karıştırmaya başladım. İlk fark ettiğim şeylerden biri kitabın bir politikacı ya da bürokratın olağan sıkıcı dilini içermediğiydi. Bunun yerine, gözlem ve yorumlama yeteneği oldukça iyi bir entelektüelle karşı karşıyaydım.
- Daha sonra araştırmaya devam ettiğimde Primakov’un gazetecilik, akademi, istihbarat, bürokrasi ve politika gibi farklı alanlarda kariyer yaptığını hemen hemen hepsinde en üst noktayı gören olağanüstü bir figür olduğunu gördüm.
Tipik bir Sovyet çocukluğu
1929 yılında Kiev’de doğan Primakov, yaşıtlarının önemli bir kısmı gibi çalkantılı bir çocukluk geçirdi. Sovyetler Birliği’nde (SSCB) Josef Stalin’in, çiftçilerin topraklarını birleştirerek büyük bir çiftlik oluşturması esasına dayanan “kolektivizasyon” politikasına yeni geçilmişti. Diğer birçok Sovyet politikası gibi hoyratça hayata geçirilen bu uygulama, bazı diğer faktörlerin de eklenmesiyle 1930’ların başında ülkede 10 milyon civarı insanın öldüğü korkunç bir kuraklığa yol açtı. Primakov’un doğduğu Ukrayna toprakları ise uygulamadan en çok etkilenen yer olmuş ve ölümlerin yaklaşık yarısı bu bölgede yaşanmıştı.
Doğumundan kısa bir süre sonra Primakov, bir Rus Yahudisi olan ve soy ismini taşıdığı doktor annesi Anna Primakova ile birlikte, annesinin akrabalarının bulunduğu Tiflis’e göçtü. Babası hakkında kesin bir bilgi bulunmamakla beraber kendi biyografisinde Primakov, babasının soy isminin Nemchenko olduğunu ve 1937 yılında, Stalin tarafından uygulanan ve “Büyük Temizlik” adı verilen infaz silsilesinde, bir milyon civarında Sovyet vatandaşı gibi bir toplama kampında öldüğünü belirtiyor.
SSCB’de devlete küsmenin pek imkanı yoktu. Annesiyle beraber Tiflis’e giden Primakov, 1944 yılında Bakü’de bir donanma okuluna yazıldı. Buraya 2 yıl devam ettikten sonra tüberküloz teşhisi konulması sebebiyle donanma okuluna devam edemedi. Zaten öğretmenleri de, “dillere ve matematiğe özel bir yeteneği olduğunu belirttiği” Primakov’un farklı bir alana yönelmesini tavsiye ediyordu.
- Çocukluğunda yaşadığı topraklar devlet politikası sebebiyle kıtlığın pençesine düşen, babasını “Büyük Temizlik” sırasında kurban veren Primakov’un, o dönem benzer kaderi paylaşan pek çok Sovyet vatandaşı gibi işine bakmaktan başka çaresi yoktu.
Öğretmenlerinin tavsiyesine kulak veren genç adam, sonraki tüm hayatını şekillendirecek bir karar verip büyüdüğü şehir Tiflis’i terk ederek Moskova Devlet Üniversitesinde Şark Çalışmaları Enstitüsü’ne kaydoldu. Burada Arap ülkeleri üzerine yoğunlaşmasına rağmen Primakov, Arapça derslerini vasat bir notla geçtiğini ve Arapça bilgisinin “mükemmel olmaktan çok uzak” olduğunu belirtmişti. Sonraları verdiği bir röportajda bu durumu “Eğer ciddi bir müzakereye gireceksem, her zaman tercüman kullanırdım. İngilizcem Arapçamdan daha iyiydi. (Yaser) Arafat’la yalnızken İngilizce konuşurdum. (Ürdün Kralı) Hüseyin’in İngilizcesi ise çok daha kötüydü ve tercüman kullanmam gerekiyordu.” şeklinde ifade etmiştir. Aldığı lisans eğitiminin ardından Primakov, aynı üniversitede ekonomi alanında yüksek lisans eğitimi de aldı.
Ortadoğu’da “muhabirlik”
Ülkenin en prestijli okullarından birinde aldığı eğitimden sonra Primakov, SSCB’nin resmî televizyon ve radyo kuruluşu tarafından kuruma davet edildi. 1956 yılında muhabir olarak başladığı işinde 1962 yılında Arapça servisinin başı olmuştu. Aynı yıl Sovyetlerin önde gelen gazetelerinden Pravda’ya geçen Primakov, 3 yıl boyunca Asya ve Afrika Departmanı’nda müdür yardımcısı olarak çalıştı. Ancak kariyerindeki asıl dönüm noktası, 1965 ile 1970 arasında, Pravda’nın Ortadoğu muhabirliğiydi. Kahire’ye taşınan Primakov, artık teorik bilgisini sahada da kullanma imkanına sahipti.
- Başka ülkeyi kısa süreli ziyaret etmenin bile çok dar bir bürokratik zümreye verilmiş bir imtiyaz olduğu SSCB’de, böyle bir tecrübe çok büyük bir şans anlamına geliyordu.
Burada Primakov’un “gazetecilik” görevi için bir parantez açmak lazım. Özel teşebbüsün bulunmadığı ve hemen hemen tüm sektörlerin devlet kontrolünde olduğu SSCB’de tabii ki medya da bundan münezzeh değildi. Kendisinin de anılarında çoğu kez belirttiği gibi Primakov, bundan sonra bahsedilecek hemen hemen tüm faaliyetlerini SSCB Komünist Partisi ve çeşitli devlet organlarıyla koordineli ve üst kademelerin belirli direktifleriyle gerçekleştiriyordu.
Normal bir ülkede diplomatlar ya da profesyonel istihbaratçılar vasıtasıyla gerçekleştirilecek bir çok aktiviteyi, SSCB adına Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Primakov gerçekleştirmekteydi.
Liderlerle arkadaşlık
Primakov, Pravda’da görev yaptığı süre boyunca Sudan Devlet Başkanı Cafer Numeyri, Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Yaser Arafat, Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi ve Suriye Başbakanı Yusuf Zuayyin gibi isimlerle kişisel görüşmeler gerçekleştirip arkadaşlık kurma imkanı buldu. Ayrıca devletten aldığı talimatlar doğrultusunda 1969 yılında Irak Kürtleriyle merkezî yönetim arasında ara buluculuk yapmayı denedi. Sovyetler Birliği’nin Irak Kürtleriyle hemen hemen tek bağlantısı olan Primakov, hem Irak Kürtlerinin lideri Mustafa Barzani ile hem de daha sonra Irak Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olacak Tarık Aziz vasıtasıyla Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’le görüşmeler gerçekleştirdi. İki taraf arasında Kürtlere otonomi sağlanması, merkezî yönetime katılım ve bir cumhurbaşkanlığı yardımcılığı makamının Kürtlere verilmesi gibi şartlarla anlaşma zemini arayan Primakov’un önerisi, merkezî yönetim tarafından reddedildi.
- Yaklaşık 35 yıl sonra, ABD yönetimi Irak işgaline başlarken Primakov’un teklifine benzer bir anlaşmayla Kürtleri yanına çekecekti.
1971 yılında Sovyetlerin resmî haber ajansı TASS’ta “analist” pozisyonuyla Ortadoğu’da çalışmalarına devam eden Primakov, dikkatini daha çok Mısır-İsrail çatışmasına çevirmişti. 1971 ve 1977 yılları arasında Primakov, daha sonra İsrail’de bakanlık ve başbakanlık yapacak olan Golda Meir, Moşe Dayan, İzak Rabin, Yigal Allon, Şimon Peres ve Menahem Begin gibi İsrail siyasetinin hemen hemen bütün önde gelen figürleriyle görüşme sağladı. Aynı zamanda Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat’la da yakın ilişki kuran Primakov, Sovyet diplomatik temsilcilerinin aksine, Sedat’ın ABD’ye doğru bir açılım yapacağını önceden tahmin etse de uyarıları üst yönetim tarafından dikkate alınmamıştı.
Akademik çalışmalar
Primakov, Ortadoğu’daki baş döndürücü diplomasi trafiğinin arasında akademik çalışmalarını da ihmal etmemişti. Moskova Devlet Üniversitesi'nde ekonomi alanında yüksek lisansını tamamladıktan sonra 1969 senesinde Mısır’ın sosyal ve ekonomik gelişimi üzerine doktora yaptı. Bundan bir sene sonra, Rusya Bilimler Akademisi’nin (RAS) – o zaman ismi Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi’ydi – daha sonra kendi adıyla anılacak Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde (IMEMO) 1970-1977 yılları arasında başkan yardımcılığı görevi yaptı. 1977-1985 yılları arasında RAS’ın Şark Enstitüsü’nde, 1985-1989 yılları arasında da IMEMO’da başkanlık görevini üstlendi. Ayrıca 1979 yılından itibaren Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanlığı'nın diplomasi akademisinde profesör olarak görev yaptı. 1988-1989 yıllarında RAS’ın başkanlık konseyinde görev yapan Primakov, muhabirliğin ardından akademisyenlik görevinde de tepe noktayı görmüştü.
80’lerin ikinci yarısı, aynı zamanda SSCB’nin son lideri Mihail Gorbaçov ve çevresindeki elitlerin, ülkeyi içine sürüklendiği politik ve ekonomik bunalımdan çıkarmayı amaçlayan Glasnost (Şeffaflık) ve Perestroyka (Yeniden Yapılanma) politikalarını denediği yıllardı. Ülkenin yaşadığı birçok sorunun yanında 1979 yılında başlayan Afganistan müdahalesi büyük bir çıkmaza girmeye başlamıştı. Bu karışık dönemde artık Primakov için de yeni bir macera başlamak üzereydi.
Adı koyulmuş istihbaratçılık
SSCB’nin üzerindeki kara bulutların artık çok daha belirgin hale geldiği 1990 yılında, Primakov Kafkaslarda karşı karşıya gelen Azeriler ve Ermeniler arasında ara buluculuk yapmak için bölgeye gönderildi. Savunma Bakanı Dmitri Yazov ve Merkez Komite Üyesi Andrei Girenko’yla bölgeye giden Primakov, Girenko’nun deyimiyle “protestocularla direkt olarak yüz yüze konuşmaya cesaret eden tek kişiydi. Ancak kısa bir süre sonra parti binasına dönen Primakov, protestocuların kendisini “az kalsın parçalayacaklarını” söyledi.
Gerçekten de Bakü görevi başarısız olmuş ve şehirde çıkan olaylarda yüzlerce kişi hayatını kaybetmişti. Bir yıl sonra bu sefer Birinci Körfez Savaşı’nda Saddam Hüseyin’i Kuveyt’ten çekilmeye ikna etme görevi kendisine verilse de bunda da netice alamadı.
Gençlik yıllarından bu yana gazetecilik ve akademisyenlik çatısında, devletten aldığı direktiflerle birçok ülkede araştırma ve diplomasi görevi yürüten Primakov için artık devlete dolaylı yollardan değil, daha belirgin vasıtalarla hizmet etme vakti gelmişti. Perestroyka döneminde Gorbaçov’un yakın çevresine giren Primakov için daha büyük görevler düşünülüyordu. Tüm bunlar olurken 1991’in Ağustos ayında Sovyet ordusundan ve istihbaratından önde gelen bazı generaller, Gorbaçov’a darbe girişiminde bulundu. O sırada üst yönetimdeki bazı isimlerin aksine Primakov darbeyi desteklemedi. O dönem ismi başkan yardımcılığı için geçse de başarısız darbe girişiminden bir ay sonra ülke içinde ve dışında oldukça kötü şöhrete sahip olan SSCB Devlet Güvenlik Komitesi’nin (KGB) Birinci Birimi’nin başına getirildi. Kendisine önerilen generallik rütbesini reddedip bu görevi üstlenen ilk sivil olarak tarihe geçen Primakov aynı zamanda KGB’nin başkan yardımcısı olmuştu.
Aralık 1991 yılında SSCB’nin dağılmasıyla Boris Yeltsin Rusya Cumhurbaşkanı oldu. Yeni doğan ülkede “yenileşme” çılgınlığı yaşanırken, eskiye dair hemen hemen herkes ve her şey “komünist” olarak nitelendiriliyordu. Kurumların da büyük bir değişim yaşadığı bu dönemde KGB lağvedilerek Dış İstihbarat Teşkilatı (SVR) ve İç İstihbarat Teşkilatı (FSB) kuruldu. Yeltsin’in yakın çevresi için, direkt ya da dolaylı olarak hayatını SSCB yönetimine çalışarak geçirmiş Primakov, fazlasıyla “modası geçmiş” olarak görülüyordu ve değişmesi gerekiyordu. Yeltsin bunu onaylasa da, daha sonraki yıllarda çok daha iyi anlaşılacağı üzere ters köşe yapmayı fazlasıyla seven bir karakteri vardı. Ayrıca Rusya’nın yeni başkanı, 80’lerin sonunda kendisine karşı yürütülen linç kampanyasına birçok parti üst düzey isminin aksine Primakov’un katılmadığını çok iyi hatırlıyordu. Bu sebeple eski tüfeği yeni SVR’nin başına geçiren kararnameyi imzaladı.
SSCB zamanında var olan “sürekli düşmanlık” ve “sürekli dostluk” politikası yerine, Primakov artık tıpkı Ortadoğu’da görev yaptığı zamanda savunduğu üzere, diğer ülkelerle sadece ortak çıkarlar üzerine çalışması gerektiğini düşünüyordu. İstihbarat teşkilatının başı olarak, yardımcılarına düzenli olarak danışan, “Yeni Rusya”daki diğer kurumların aksine sürekli olarak geniş çaplı tasfiyelere girişmeyen ve ülkenin yaşadığı büyük politik kırılmaya rağmen siyasilere karşı belirgin bir ajanda oluşturmayan sıra dışı bir portre çiziyordu. Muhtemelen de bu yüzden, 4,5 yıl makamında kesintisiz olarak çalışma imkanı buldu. Oysa aynı süre içerisinde SVR’nin kardeş kurumu FSB’de 5 defa başkan değişikliği yaşanmıştı.
Perde arkasından, göz önüne
Ocak 1996’da Yeltsin Primakov’u daçasına (yazlık) çağırdı ve “Senin dışişleri bakanı olman konusunda bir fikir var.” dedi. Gazetecilik ve akademisyenliğin ardından istihbaratta da tepeyi gören Primakov, Yeltsin’in teklifini tereddütsüz reddetti. Aynı yılın Haziran ayında seçimler vardı ve anketlerde Gennadi Zyuganov liderliğindeki Komunist Parti’nin liberallerin etrafında birleştiği Yeltsin’den iktidarı geri alması yüksek ihtimal olarak görülüyordu. Böyle bir belirsizlikte görevi kabul etmek istemeyen Primakov, yıllardır bulunduğu perde arkasından göz önüne de gelmek istemiyordu.
Ancak devrimin heyecanı bitmiş ve aşırı liberal olarak görülen figürler, Rusya’da yavaş yavaş tepkilerin odağı olmaya başlamıştı. Yeltsin, kamuoyu tarafından “aşırı düzeyde Batıcı” görülen Andrei Kozirev yerine, daha sonra “Primakov doktrini” olarak anılacak, çok kutupluluğa dayanan dünya düzenini savunan Primakov’u görmek istiyordu. Bu yüzden Rusya başkanı, birkaç gün sonra Primakov’un kendisi istemese dahi dışişleri bakanı yapacağını bildirdi. ABD başta olmak üzere Batı ile çok iyi ilişkilere sahip Kozirev yerine, kendisini “Saddam Hüseyin’in arkadaşı” olarak niteleyen Primakov’un gelmesi dış politikada önemli bir değişikliğe işaret ediyordu. Çoğunluğu Yahudi olan yeni Rus oligarkların büyük desteğiyle Haziran’daki seçimi kazanan Yeltsin, Primakov’un arkasında durdu.
1991’den bu yana Rusya, ülkede sınır tanımaz bir özelleştirme ve Batılılaşma politikası benimseyen liberallerle, ülkedeki yeni durumdan derin hoşnutsuzluk duyan pragmatik komünistler arasında ikiye bölünmüştü. “Aşırı milliyetçiler” denilebilecek üçüncü bir grup da etki açısından bunların ardından geliyordu. Primakov gibi bu fraksiyonların hiçbirine dahil olmayan çok az sayıdaki politik elit, Yeltsin için farklı kesimlerin desteğini almak adına oldukça değerliydi. Primakov, Batı karşıtı olmasa da NATO’nun Doğu Avrupa’ya genişlemesine karşıydı. Ayrıca eski Sovyet ülkeleriyle iyi ilişkiler geliştirilmesi gerektiğine inanıyordu. İlkini dışişleri bakanlığı süresince gerçekleştirmeyi başaran Primakov, “eski Sovyet yayılmacılığı izlenimi verebilir” itirazlarına rağmen ikinci politikasından da vazgeçmedi. ABD’nin tek başına hegemonyasına karşı çıkan tecrübeli isim, daha sonra BRICS örgütünün de temelini oluşturacak şekilde Rusya, Çin ve Hindistan arasında Washington’u dengeleyecek bir yakınlaşma hedefliyordu. Ancak 90’ların başından beri türbülanstan tam anlamıyla kurtulamayan Rusya’yı, daha da fırtınalı günler bekliyordu.
Zoraki başbakan
1997 yılında Asya ülkelerinde başlayan mali kriz, Ağustos 1998’de Rusya’yı vurdu. Kısa sürede ülkenin para birimi ruble korkunç bir değer kaybına uğrarken, Rusya dış borçlarını ödeyemeyeceğini açıklayarak moratoryum ilan etti. Çıkan yoğun tepki nedeniyle eleştiri okları liberal Başbakan Sergey Kiriyenko’ya yönelmişti. Yeltsin, başkanlıkta geride bıraktığı 7 yılda sık sık yaptığı gibi yine değişiklik zamanının geldiğini anladı.
Ancak vitrindeki figürlerlerin çoğu denenmişti ve meclis hakimiyetini elinde tutan Komünist Parti’yle uzlaşması gereken başkanın elinde pek seçenek yoktu. O sırada yakın çevresinin kendisine Primakov ismini önerdiği zaman “Bunu neden düşünmedik?” şeklinde tepki verdiği söylenir. Yaşının başbakanlık için geç olduğunu belirten Primakov, iddiaya göre bu teklifi üç kez reddetti. Ancak ülkenin kıyısında durduğu sosyal ve ekonomik uçurumun farkındaydı. Daha da önemlisi, bu görevi üstlenecek uygun bir aday olmadığını belki de en iyi kendisi biliyordu. Arkadaşlarıyla istişare ettikten sonra, Yeltsin’in teklifini kabul ettiğinde 68 yaşındaydı.
Hem başkanı hem parlamentoyu memnun edecek bir kabine kuran Primakov, dağ gibi büyüyen sorunları çözmek için yola koyuldu. Kendi adını taşıyan torunun deyimiyle dedesi “Eve geliyor, yatıyor, kalkıyor ve tekrar evden çıkıyordu.” Primakov’un başbakanlığı sırasında Rusya için 2 kötü gelişme yaşandı. Birincisi, 12 Mart 1999’da eski Doğu Bloğu ülkeleri Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’nın NATO üyesi olmasıydı. Dışişleri döneminde NATO’nun doğuya doğru genişlemesini engellemeyi için uğraşan Primakov, başbakanlığı döneminde buna engel olamadı. İkincisi ve kamuoyu için daha şok edici olanı ise NATO’nun Kosova Savaşı’na müdahil olarak 24 Mart 1999’da Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’ı bombalamasıydı. O sırada ABD’ye resmî ziyaret yapmak üzere uçağıyla Atlantik üzerinde yolculuk yapan Primakov, haberi alınca meşhur “U dönüşünü” yaptı ve ABD’ye varmadan Rusya’ya geri döndü. Güney Slavlarının NATO bombaları altında can vermesi her ne kadar kötüyse de, Primakov’un hareketi Rus halkının takdirini kazanmıştı. Daha sonra ülke içinden de bazı muhalife seslere rağmen Yugoslavya’ya askerî yardım gönderdi. İngiliz “The Economist” dergisinin o yıllarda yazacağı üzere “Rus halkı ülkelerinin sevilmesini değil, ciddiye alınmasını istiyordu ve bu açıdan Primakov’u başarılı buluyordu.”
Ancak başbakan için en kötüsü bu dış gelişmeler değildi. Ülkede oligarkların ne denli büyük bir sorun haline geldiğini gören ve bunu engellemeden ekonomide çarkların yerine oturmayacağını fark eden deneyimli başbakan, “bir afla hapishaneleri boşaltıp ekonomik suçlularla dolduracağına” yönelik biraz da mübalağalı bir ifadeyle oligarklara savaş açtı. Rus milyarderler arasında büyük hoşnutsuzluk yaratan bu hareketin ardından, Yeltsin’e en yakın oligark olarak bilinen, elinde önemli bir medya gücü bulunduran Boris Berezovsky Primakov’a karşı yoğun bir kampanya başlattı. İkili arasındaki savaşta başlarda Primakov, Yeltsin’i hükümette Berezovsky’ye yakın isimleri görevinden almayı ikna ederek üstünlük sağladı. Ancak Berezonsky’nin başarılı propagandası, Primakov’un yaşına ve “bürokraside yer alan belirli odaklarla komünizmi geri getirmek için uğraştığı” iddiasına odaklandı. Bunun dışında, 2000 yılında seçim yapılacaktı ve göreve devam etmeyi düşünmeyen Yeltsin kendisine bir halef arıyordu. Primakov’un Rusya’daki en popüler siyasetçi haline geldiğini fark eden Başkan, Primakov’un mali suçlar konusunda diğer siyasetçilerden daha hassas olduğunun farkındaydı. Daha sonra kendisine başkanlık yolunu açacağı Vladimir Putin’le yaptığı şekilde; kendisinin ve ailesinin hakkındaki yolsuzluk suçlarının üzerine gidilmeyeceğine dair gayr-ı resmî anlaşmayı, Primakov’la yapamayacağını da biliyordu. Hangi faktörün daha ağır bastığını bilmek zor, ancak bilinen şey, Yeltsin Mayıs 1999’da Primakov’u başbakanlık görevinden aldı.
Başkanlık için (verilmeyen) mücadele
Gazetecilikte, akademisyenlikte ve istihbaratta en tepeye çıkan Primakov için, siyasette de bunu başarmaya sadece bir basamak kalmıştı. Aslında başbakanlıktan alındığı için mutsuz değildi, ancak ülkenin içine düştüğü belirsiz durum nedeniyle kaygılıydı. Başbakanlıktan alındığı tarihte, başkanlık seçimlerine 1 seneden az bir süre kalmıştı. Primakov, Ağustos 1999’da, Moskova Belediye Başkanı Yuri Lujkov ve Rusya’nın özerk cumhuriyetlerinin liderlerinin kurduğu iki partinin birleşmesiyle ortaya çıkan “Anavatan-Bütün Rusya” partisinin liderliğine seçildi. Bu sırada 7 Ağustos’ta daha sonra İkinci Çeçen Savaşı’na dönüşecek olayların fitili ateşlenmiş, 9 Ağustos’ta ise kimsenin hakkında pek bir bilgisi olmayan FSB Başkanı Vladimir Putin, Yeltsin tarafından Rusya Başbakanlığı'na atanmıştı. Putin’i Yeltsin’e öneren kişi olan ve kendisi için daha iyi bir müttefik olarak gören Berezovsky, Primakov cephesine saldırıları yoğunlaştırdı. Rus oligark, pek bir açığının olmadığını bildiği Primakov yerine, partinin kurucusu ve ikinci adamı Lujkov’u ve diğer partilileri yolsuzluk gibi suçlamalar üzerinden hedef alıyordu. Kampanya başarılı oldu ve savaşın da etkisiyle, Putin’in yüzde 2-3’lerde, Priamakov’un da yüzde 30-40’larda olan popülariteleri birbirlerine yaklaşmaya başladı. Aralık 1999’da yapılan parlamento seçimlerinde Zyuganov önderliğinde Komünist Parti birinci sırayı alırken, beklentilerin aksine, Sergey Şoygu’nun başkanlık yaptığı “Birlik” partisi Primakov’un “Anavatan-Bütün Rusya”sını geçerek ikinci sırada yer aldı. Primakov, cumhurbaşkanlığı seçimlerine 3 ay kala en önemli adaylardan biriydi, belki de en çok şansı olan isimdi. Bunula beraber, yoğun ve pragmatik bir kampanya yürütüp bu makamı almak için gereken makam hırsı Primakov’da yoktu. O zamana kadar geldiği hemen hemen bütün görevlere talebi dışında getirilmişti. Sonunda, parlamento seçimlerinden 2 hafta sonra, başkanlık seçimi için adaylıktan çekildiğini açıkladı.
Emeklilik
Primakov’un çekilmesinin ardından Anavatan-Bütün Rusya partisi, seçimlerde Putin’e destek verdi. Komünist Parti adayı Zyuganov’a karşı seçimleri ilk turda Putin kazandı. Sonrası malum. 2002 yılında da Birlik Partisi ve Anavatan-Bütün Rusya Partisi birleşerek Rus siyasetini günümüze kadar domine edecek “Birleşik Rusya” partisini kurdular. Primakov ise 2001 yılında, 10 sene boyunca yürüteceği Rusya Ticaret Odası Başkanlığı görevine getirildi. 2003 yılında Putin tarafından Saddam Hüseyin’i ABD işgalini engelleyecek tavizler verme konusunda ikna etmeye çalışmak üzere Bağdat’a gönderildi. RAS’ın başkanlık kurulunda yer alan Primakov, akademik çalışmalarını da devam ettirdi.
Primakov’un oligarklara başlattığı savaş, Putin tarafından 1-2 senelik aranın ardından tekrar başlatıldı. 90’larda yağma edilen devlet şirketlerinin çok büyük kısmı zorla geri alındı. Putin’in Primakov yerine başbakanlık, daha sonra da cumhurbaşkanlığına seçilmesindeki belki de en önemli etken olan Berezovsky, Rusya’dan kaçmak zorunda kaldı ve 2013 yılında Londra’da evinde ölü bulundu. Rusya, özellikle 2000’li yılların sonlarından itibaren Batı’ya yakın bir duruş yerine Primakov’un “çok kutuplu dünya” siyasetine benzer bir dış politika izlemeye başladı. Özellikle 2010’ların başlarından itibaren, kendisinin de ülkesi adına çok emek verdiği Ortadoğu ve Afrika’ya tekrar dönmeye başladı. Rekorlar kıran petrol gelirlerinin de etkisiyle Rusya zenginleşti ve çeşitli atılımlar yaptı.
Primakov’un nadiren yaptığı açıklamalardan 2000’ler süresince Putin yönetiminden genel olarak memnun olduğu biliniyor. Ancak deneyimli isim, ABD’nin dünyayı tek başına yönetmesine karşı olsa da, Batı’dan nefret etmiyordu. Görevde olduğu süre boyunca Batı ile direkt bir mücadeleye girmekten her zaman kaçınmıştı çünkü Rusya’nın bunun için zayıf olduğunun farkındaydı. Bunun yerine rakiplerini alt etmek için diplomatik manevralar yapmayı tercih ediyordu. 2014 yılında Kırım’ın ilhak edilmesini memnuniyetle karşılasa da, tehlikeyi sezmişti ve Putin’i “çok ileri gitti için” açıktan eleştirdi. Ona göre histerik bir savaş propagandası nahoştu ve Batı ile topyekûn bir karşıtlık fikir oldukça manasızdı. Olayların nereye doğru gittiğini fark etse de, süreci görme şansı olmadı. Her zamanki soğukkanlı ve pragmatik sesi, Kremlin’den Rus toplumuna yayılan milliyetçi çığlıkların arasında kıyamet sabahına kadar sustuğunda, tarihler 26 Haziran 2015’i gösteriyordu.
Peki Primakov’u en iyi tanımlayan kelime neydi? Bir siyasetçi, bir diplomat, bir istihbaratçı, bir akademisyen veya sadece bir gazeteci?