Balkan Notları 4 – Bosna Hersek (Trebinje-Mostar-Saraybosna-Travnik)
Salı günü sabah Karadağ’ın Kotor bölgesini gezdikten sonra rotamızdaki dördüncü ülke olan Bosna’ya hareket ediyoruz. Bosna’da 3 gece (1 gece Mostar, 2 gece Saraybosna) kalacağız. Mostar yolunda ilk durağımız Trebinje. Kotor-Mostar arası 3 saat sürdüğü için bu ara durak iyi bir tercih. 2 saatten fazla süren araç yolculuklarında böyle ara duraklar belirlemek hem geziyi çeşitlendiriyor hem de yolculuk meşakkatini azaltıyor.
1- Trebinje
Sırbistan’la Bosna arasındaki tartışmalı bölge sınırları içerisinde yer alan bu şehrin kuruluşu Bizans dönemine uzanıyor. 1482’den 1878’e kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmış. Esas gezilecek yer olan Trebisnjica Nehri kıyısındaki eski şehir ve kale bölgesini, Osmanlılar inşa etmiş. Kale içerisinde yer alması ve mimarisi açısında buranın da Karadağ’ın eski şehirlerine benzediğini söyleyebilirim. Aslında Trebinje’yi bütün bir şehir olarak ilk inşa edenler de 1699’da Osmanlılar.
Burada iki adet cami bulunuyor. III. Ahmed adını taşıyan birincisini 1720’de III. Ahmed’in inşa ettirdiği söyleniyor. Osman Paşa adını taşıyan ikinci camiyi ise 1726’da Trebinye kaptanı Osman Paşa Resulbegoviç yaptırmış. Birinci camiyi de bizzat sultanın değil de Osman Paşa’nın III. Ahmed adına yaptırdığı şeklinde de bir bilgi var. Ne yazık ki her camiyi de namaz vaktinde ziyaret edemediğimiz için kapıları kitliydi.
Trebinje’de görülmesi gereken bir de Arslanağa (Arslanagić) Köprüsü var. Bu köprüyü, 1574 yılında Vezîriâzam Sokullu Mehmed Paşa’nın oğlu Kurt Kasım Bey inşa ettirmiş. Biz vaktimiz dar olduğu için uzaktan görebildik sadece.
Trebinje’ye girerken şehrin hâkim tepesinde bulunan bir manastır dikkatimizi çekmişti. Ayrılmadan oraya da uğramak istedik. Burası tarihî bir hüviyete sahip değil. Bilakis Kosova’daki Sırp Ortodoks Manastırı’nın bir kopyası. 2000 yılında inşa edilmiş. Fakat bulunduğu tepeden Trebinje ve çevresini harika bir manzara eşliğinde temaşa edebilirsiniz.
2- Mostar
Trebinje’den tekrar Mostar’a doğru yola çıkıyoruz. Trebinje-Mostar arası yaklaşık 2 saat sürüyor. Yol üzerinde 2 durağımız var: Stolac ve Blagay Tekkesi.
Stolac’ta mola verip 500 yıllık Sultan Selim (Hünkar) Camii’ni ve Begovina Şelalesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Vaktiniz olursa Bregava Nehri’nin yanı başındaki Eski Değirmen (Old Mill) lokantasında yemek yiyip bir Boşnak kahvesi içmek her anlamla iyi gelecektir.
Mostar yolundaki 2. durağımız olan Blagay Tekkesi, Balkan turumuzda beni en çok etkileyen yerlerin başında geliyor. Mostar’a 12 kilometre kala gelen bu doğayla iç içe tekke, Buna Nehri’nin kaynadığı noktada yer alıyor.
- Bugünlerde Nakşîliğe hizmet eden tekkenin Halvetîliği Mostar’a taşımak için yaptırıldığı anlatılıyor. 15. yüzyıldan itibaren buraya gelen Bektaşî dervişleri sayesinde Bosna hızla Müslümanlaşmış. Bu yüzden Blagay Tekkesi, Bosna’nın manevi mirası açısından müstesna bir yere sahip.
İçeri giden taş yoldan yürürken maneviyat sizi kaplamaya başlıyor. Birkaç metre sonra şelaleye dönüşüp gürül gürül akmaya başlayan Buna Nehri, Tekke’den ötürü dingin dingin kaynamaya mecburmuş hissi veriyor insana.
Mostar’a vardığımızda hava sıcaklığı 10 derece birden düştü. Sağanak yağmurla şehre merhaba dedik. Bir gün önce Karadağ’da tişörtle gezerken, burada montlarımızla üşüdük. Mostar ve Saraybosna Kuzey’de kaldığı ve dağlar tarafından Akdeniz ikliminden ayrıldığı için ciddi bir hava farkı var. Bu yüzden hazırlıklı gelinmeli. Saraybosna’da bizi kar karşıladı zaten.
Varışımız akşamı buldu. Oldum olası merak ettiğim ve canlı görmek istediğim Mostar Köprüsü’nü ilk kez akşam görmek nasip oldu. Köprüyü bu kadar yüksek ve büyük beklemiyordum. Fotoğraflarda gözüme hep küçük bir köprüymüş gibi gelirdi. Mostar’ın akşamı ayrı sabahı ayrı güzel. Bu açıdan burada bir gece konaklamayı mutlaka tavsiye ediyorum.
Ertesi sabah otelimizin yanındaki fırından aldığımız birer parça börekle kahvaltımızı yapıp gezmeye başladık. Balkanlar’da fırına pekara diyorlar. İngilizcedeki bakery (fırın) kelimesinden geliyor olsa gerek. Boşnak ve Arnavutlar hamur işinde iyi oldukları için, sabahları pekaralardan çeşitli lezzetler tadarak kahvaltınızı yapabilirsiniz.
Çarşamba sabah ilk durağımız elbette yine Mostar Köprüsü oldu. Neretva Nehri üzerine Mimar Sinan veya öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından yaptırıldığı söylenen bu köprü hem yakın hem uzak geçmişte sayısız olaya şahitlik etmiş. Bosna Savaşı sırasında Hırvat topçu ateşiyle yıkılan köprü, tamir edilerek 2004’te tekrardan açılmış.
Köprüyü dört bir ayağından temaşa etmek mümkün:
1. Yunus Emre Enstitüsü’nün bahçesinden. Karagözbey Medresesi’nin tarihî binasında hizmet veren enstitüye bir uğrayalım dedik. Çok sıcak kanlı Boşnak bir hanımefendi bizi karşıladı ve çay ikram etti. Ardından enstitünün arkasındaki bahçeye bizi çıkardı ve ora biraz vakit geçirip fotoğraf çekmemize/çekinmemize müsaade etti sağ olsun. Bir an istemsiz bir biçimde Boşnak olup o medresede Türkçe öğrenme isteği geldi içime ne yalan söyleyeyim.
2. Eski çarşıya girerken solda Labirint Cafe var. Buranın bahçesinde de çayınızı kahvenizi yudumlarken manzaranın tadını çıkarabilirsiniz.
3. Tabhane’deki restoranların balkonlarından. Burası Labirint Cafe’nin karşı kıyısına denk düşüyor.
4. Enstitünün karşı kıyısına denk gelen ayaktan. Burası zaten en meşhur fotoğraf yeri. Tabhane’den çıkıp köprü girişinden karşıya geçip merdivenlerden aşağı iniyorsunuz.
Mostar’da görülmesi gereken iki önemli camii var:
1. Koski Mehmet Camii: 1618 yılında yapılan bu cami, Mostar Köprüsü’nün yaklaşık 150 metre kadar kuzeyinde, Neretva Nehri’nin hemen kıyısında, köprünün tam karşısında yer alıyor. Kemerli kapıdan geçerek avluya adım attığınızda ve yan avlusundan Mostra Köprüsü’nü seyrettiğinizde zaman ve mekânın gerçekliğini sorguluyor insan.
2. Karagözbey Camii: 1588’de yılında Mostar Köprüsü’nün bina emini olan Hacı Zâim Mehmed Bey tarafından yaptırılmış. Halk arasında Karagözbey diye bilindiği için camiye bu ad verilmiş.
Mostar’da dikkatimi çeken bir nokta tarihî camilerin girişlerinin ücretli olmasıydı. Saraybosna’da da benzer bir durumla karşılaştık.
Başta nedenine anlam veremedim fakat Travnik Alaca Camii’nin imamıyla yaptığımız sohbet sonrasında öğrendim. Bosna’da camiler resmî olarak doğrudan devlete bağlı olmadıkları için masraf ve ihtiyaçlarını turist gelirlerinden karşılıyorlarmış. Çok bir ücret istemiyorlar zaten. 1.5 veya 2 euro oluyor genelde. Kilise veya kaleler ise daha pahalı. En az 5 euro isterler. Oralara kadar gitmişken, 40-50 lira vermemek için Osmanlı mirası eserleri görmeden dönmek yakışık kalmaz kanaatimce.
Mostar’da son olarak kaleye çıkılabilir. Hava çok soğuk olduğu için biz kaleyi es geçip çarşamba günü öğleden sonra Saraybosna’ya doğru yola çıktık. Saraybosna’yı anlatmaya geçmeden önce, aslında en başta anlatmam gereken para bozdurma meselesine değineyim:
- Türkiye’den giderken yanınızda euro götürüp orada euroyu yerel para birimine çevirmenizi tavsiye ederim. 2-3 ay sonrasına biletlerinizi aldıysanız hemen kenara euro koymaya başlayın. Bu şekilde döviz kuru değişikliklerine karşı da önlem almış olursunuz.
Makedonya’da yerel para Makedon Dinarı. Eski Türk Çarşısı’nın Bit Pazarı girişindeki dövizcilerden bozdurabilirsiniz. Kişi başı 50 euro bozdurmanız 1-2 gece için yeterli olacaktır. Dinar artarsa, yola çıkmadan tekrardan euroya çevirirsiniz.
Kosova’da euro kullanılıyor. Bu yüzden para bozdurmanıza gerek yok. Karadağ da aynı şekilde.
Bosna Hersek’te ise hem euro hem Bosna markı kullanılıyor. Fakat bu sizi yanıltmasın. Çoğu mekân para üstü olarak euro vermiyor ve hesaplama yaparken yuvarlayıp fazladan hesap çıkarabiliyorlar. Bu yüzden ilk iş bir miktar mark almak iyi olur. Bosna, en pahalı Balkan ülkelerinden. Bu da aklınızda bulunsun.
3-Saraybosna
Çarşamba günü ikindiden biraz önce Saraybosna’ya vardık. Bosna Hersek’in başkenti olan bu büyük ve güzide şehir, aynı zamanda Osmanlı mirası ve Müslüman nüfusu açısından Balkanlar’ın en önemli şehirlerinden biri. Burada en az 2 tam gün geçirmek gerekiyor.
Saraybosna’yı bir şehir olarak inşa edenler zaten Osmanlılar olduğu için Başçarşı ve civarı tam bir Osmanlı şehri. Başçarşı’yı adımlarken herhangi bir Anadolu şehrinin çarşısında geziyormuş hissi tüm bünyenizi sarıyor.
- 19. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalan şehir, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu hâkimiyetine girince modern Avrupa mimarisi baskın gelmeye başlamış. Bu ayrımı simgelemek için Başçarşı’nın başladığı noktada zeminde bir işaret bile bulunuyor. İşaretin ötesi bir Avrupa, sonrası ise bir Osmanlı şehri. Benzer bir ayırma görevini Üsküp’te Vardar Nehri üstleniyordu.
Hava kararmaya yakın Başçarşı’ya attık hemen kendimizi. Yol yorgunu olduğumuz için çok fazla gezmeden şöyle bir turlayıp Cevapi (Boşnak köftesi) yedikten sonra otelimize döndük. Otel yakınlarında Soykırım Müzesi’ne (Genocide Museum) rastladık. 92-95 Savaşı’nda yaşanan zulümleri gerçek video ve kalıntılarla gözler önüne seren bu müze bizi derinden etkiledi. Yorgunluktan sonunda uykuya yenik düşene kadar aklımdan çıkmadı gördüklerim ve izlediklerim.
Otel odasındaki bir reklam broşüründe her gün bedava çarşı turu olduğuna dair bir ilân gördüm. Meet Bosnia adlı bir tur şirketi, her sabah saat 10.30’da Gazi Hüsrev Camii’nin karşı sokağındaki ofislerinden başlayarak bir rehber eşliğinde ücretsiz bir şekilde çarşıyı gezdiriyorlar. Fakat üç saat süren geziden tam anlamıyla istifade edebilmeniz için iyi derecede İngilizce bilmeniz gerekiyor zira rehber herkese hitap edebilmek için İngilizce konuşuyor.
Sabah çarşıda meşhur Boşnak böreğiyle kahvaltımızı yaptıktan sonra turun başlangıç noktasına gittik. Tur tam saatinde başladı. Gazi Hüsrev’den başlayarak önce eski çarşıyı sonra yeni Saraybosna’yı gezdik yürüyerek. Gazi Hüsrev Bey Külliyesi, Balkanlar’daki en önemli Osmanlı yapısı olarak nitelenebilir. Kanuni döneminde 1530’da açılan külliye camisi, türbesi, hamamı, saat kulesi, bedesteni, kütüphanesi, tekkesi, vakıf binası ve medresesi ile hala hizmet veriyor. Sadece bu külliyeyi gezmeniz 2 saatinizi alır. Kütüphanesinden ayrıca bahsedeceğim.
Başçarşı’nın doğu tarafındaki meydanda meşhur Sebil yer alıyor. Bu sebil aslında Saraybosna’nın su şebeke sistemini simgeliyor. Sebilin ilk su şebekesi, 15. yüzyılın ortalarında Saraybosna’nın kurucusu olarak bilinen İshakoğlu İsa Bey tarafından getirilmiş. Daha sonrasında Saraybosna’nın ikinci kurucusu olarak bilinen Bosna Beylerbeyi Gazi Hüsrev Bey’in katkılarıyla büyümüş ve geliştirilmiş. Vali Hacı Mehmet Paşa tarafından 1753’te inşa edilmiş ve yıllar içinde pek çok kez yeniden tadilattan geçirilerek günümüzdeki halini almış.
Yine çarşının doğu çıkışında Saraybosna Belediyesi Binası yer alıyor. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde 1896 yılında açılan ve Barok-Mağribi mimariyi kendisinde mezceden bu ikonik bina uzunca bir süre belediye binası olarak kullanılmış, 92-95 Savaşı sırasında ise kütüphane ve devlet arşivi olarak işlev görüyormuş. Binanın karşısında yer alan kayak merkezine konuşlanan Sırp topçuları kasıtlı olarak binayı topa tutup bütün arşivi yakarak yok etmişler. Müze olarak ziyaret edilebiliyor.
Belediye binasının hemen sağ çaprazında nehrin diğer yakasında İsa Bey Camii yer alıyor. 15. yüzyılın ikinci yarısında yapılan bu cami, Bosna’daki en eski camidir.
İsa Bey Camii’nin önünden nehir boyu devam edince az ileride meşhur Latin Köprüsü geliyor. 1914 yılında Saraybosna’ya ziyarete gelen Avusturya-Macaristan Veliahtı Ferdinand bu köprünün başında vurulmuş. 1. Dünya Savaşı’nı başlatan meşhur olay olarak anlatılan suikast yani.
Turumuz, Başçarşı’ya Batı yönünden girişte yer alan İsa’nın Kutsal Kalbi Katedrali’nde (The Cathedral of Jesus’ Sacred Heart) son buldu. Devasa bir yapıya sahip bu katedralin tarihi her ne kadar Gotik mimarisiyle Orta Çağ havası verse de aslında çok eskiye gitmiyor. Nitekim 1889’da inşa edilmiş. İlginç bir inşa hikâyesi var. Malum Osmanlı fethettiği yerlerde gayri Müslimlerin camilerden büyük ve yüksek mabetler inşa etmelerine izin vermezdi. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna’yı ele geçirince çarşıyı ve Osmanlı eserlerini gölgede bırakacak bir katedral yaptırmak ister. Hristiyan din adamlarını toplarlar ve talimat verirler. Fakat asırlardır küçük kilise yapmaya alışmış Bosnalı Hristiyanlar bu işin üstesinden gelemeyeceklerini ifade edip geri çekilmişler. Nihayet o vakitlerde Saraybosna’da bulunan Josip Vancas isimli Macar bir mimar bu işi üstlenmiş ve katedral inşa edilmiş.
Olur da bu ücretsiz tura katılırsanız bir uyarıda bulunayım; bize denk gelen rehberden kaynaklı mıdır emin değilim ama rehber tur boyunca Sırbistan güzellemesi yaptı. Savaşa dair bir anıdan söz açıldığında sürekli bu savaşın bir iç savaş olduğunu ve devlet bazında bir durum olmadığını vurgulayarak adeta Sırbistan’ı aklamaya çalıştı. Özel bir şirket tarafından bedava 3 saatlik bir tur düzenlenmesine başka bir anlam veremedim. Sırbistan’la organik bir bağları olabilir.
Turdan sonra, turun başladığı yerdeki Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’ni gezdik. Burayı Katar restore edip modern bir mimariyle hizmete açmış. Kütüphanenin sergi salonunun mutlaka görülmesi gerekiyor. Burada Bosna’nın dinî tarihini kronolojik olarak öğrenebilir ve kütüphanedeki en eski yazma eserleri bizzat görebilirsiniz.
İhya’nın en eski yazma nüshası burada mesela.
Bunun dışında Şerhu’l-Vikaye, Vankulu Lügati, Katip Çelebi’nin Cihannüması gibi eserlerin yazmaları da mevcut. Öte yandan Osmanlı’da kurulan ilk matbaada basılan ilk 17 kitaptan 12’si burada. Mutlaka görülmeli.
Kütüphaneden sonra Bilge Kral Aliya’yı ziyarete gittik. Aliya’nın kabri KovaçiçŞehitliği’nde yer alıyor. Su Sebili’nin arkasında yoldan yukarı çıkarak 5 dakika yürümeyle şehitliğe ulaşıyorsunuz. Aliya’nın yanı sıra Bosna Savaşı’nda ölen 5 bin askerin 1500’ü burada medfûn. Aliya’nın kabri şehitliğin orta kısmında yer alıyor.
Şehitliğe çıkarken yokuşun sağ tarafında Bosna’daki din işlerini idare eden Riyaset adını verdikleri kurumun ana binasına denk geldik. Modern mimarisiyle dikkat çeken binayı seyrederken kapıdaki güvenlik yanımıza geldi ve Boşnakça bir şeyler dedi. Hiçbir şey anlamadık haliyle. İngilizce ve Arapça mukabele ettim fakat anlaşamadık. İçimde bir anda Almanca konuşma hissi doğdu ve Almanca biliyor musun diye sordum. Adamın bir anda gözleri parıldadı ve bildiğini söyledi. Meğer birkaç yıl Almanya’da çalışmış zamanında. Diyaloğu bu şekilde kurunca sağ olsun bizi içeri alıp binayı gezdirdi ve terasından Başçarşı ve Saraybosna’yı görmemize izin verdi. Binanın yapımında Vakıflar Genel Müdürlüğü büyük finansal yardımlar yapmış, bu yüzden bize ayrı bir ilgi gösterdi.
Riyaset’ten çıktığımızda ikindi vakti yaklaşmıştı. Saraybosna’da İlahiyat Fakültesi olduğunu bir arkadaşımdan duymuştum. Haritada yerini bulduk ve 5 dakika yürüyerek ulaştık. Vakit geç olduğu için öğrenciler çıkmıştı. Kısmetimize kapı açıktı ve içeri girdi. Danışmadaki görevli beş dakika içerisinde binayı kapatacağını, kısaca göz atıp çıkmamızı rica etti. Halbuki biz en azından bir hoca ile tanışıp eğitim-öğretim faaliyetleri hakkında bilgi almak istiyorduk. Ya nasip diyerek içeri girdik. Fakülte binası muhteşem tarihî binası ve mimarisiyle sizi hemen etkisi altına alıyor.
Kısmetimize içerideki birkaç hoca bulduk ve tanışıp sohbet ettik. Fıkıh, hadis ve felsefe hocalarıyla tanıştık. Hocaların her birinin iyi derece İngilizce ve Arapça konuşmaları, ülkemizdeki ilahiyat hocalarından alıştığımız portresi dolayısıyla bizi şaşırttı ne yalan söyleyeyim. Bu şekilde çarşı civarında gezmeyi planladığımız yerleri gezmiş olduk.
4- Travnik
İkindileri kılıp Bosna’daki üçüncü durağımız Travnik’e doğru yola koyulduk. Saraybosna’nın 90 km kuzeybatısında yer alıyor. Arabayla bir buçuk saat sürüyor. Travnik de bir Osmanlı şehri olarak 15. yüzyılda kurulmuş. 1699-1851 yılları arasında ise Osmanlı’nın Bosna başşehirliğini yapmış. Bu yüzden önemli bir yer. Şehre girişte hemen sağ tepedeki kale dikkatinizi çekiyor. Osmanlılar fethettiğinde ince duvarlara sahip küçük bir hisardan ibaretken Osmanlılar burayı tahkim edip müstahkem bir kale haline getirmişler. Günümüzde bütünüyle ayakta. Giriş kapısının üstünde Sultan 2. Beyazıd’ın yaptırdığı bir minare bulunuyor. Ayasofya’nın minaresine çok benziyor. Cami olmadan doğrudan sur üzerine yapılmış bu minare ilginç bir görüntü arz ediyor. Kaleden bütün Travnik’i kuş bakışı temaşa etmeniz mümkün.
Kaleden aşağı inip nehrin diğer yakasına Travnik çarşısına geçiyoruz. Küçük bir sokaktan ibaret olan bu çarşının başında Travnik’in simgesi haline gelen Süleyman Paşa (veya Alaca) Camii yer alıyor. Kalkandelen’deki Alaca Camii’ne son derece benzeyen bu yapıda eşsiz mimarisi ve içindeki ve dışındaki kalem işi süslemelerle kendine hayran bırakıyor.
Akşam namazımı burada cemaatle kıldık ve namazdan sonra imamla tanıştık. Çok sıcakkanlı biriydi. Akıcı İngilizcesi sayesinde yarım saate yakın muhabbet ettik. Kendisinin Travnik’ten daha batıda bir saat uzaklıktaki Jajce şehrinden olduğunu ve oranın da çok önemli bir Osmanlı şehri olduğunu, mutlaka ziyaret edilmesi gerektiğini vurguladı. Hatta şöyle bir detay verdi:
Bosna fethedildiğinde bu şehir topyekûn Müslüman olmuş ve o gün bugündür kilise yapılmayan tek şehirmiş.
Son olarak, Saraybosna ve Travnik halkı “Cevapi” konusunda rekabet halindelermiş. İmamdan aldığımız tavsiye üzerine çarşı içindeki Ćevabdžinica Hari’de Boşnak köftesi yedik. İtiraf etmeliyim ki Saraybosnalılar bu konuda mağlubiyetlerini kabul etmeleri Travnik halkına saygıda kusur etmemeliler. Hayatımda yediğim en lezzetli köfteydi diyebilirim. Yemekten sonra Saraybosna’ya geri döndük. Bu şekilde Bosna gezimi sona erdi. Ertesi sabah Sırbistan/Belgrad’a geçeceğiz.