28 Haziran 1914. Saraybosna sokakları hareketli bir güne uyanıyor; ayak sesleri tüm dünyada işitilen savaşın yıkıcı etkisi, vücuda gelmek için artık dakikaları sayıyordu. Henüz birkaç yıl önce, asırlar sonra Osmanlı Devleti’nin kontrolünden çıkan şehir, kaderini paylaştığı diğer şehirler gibi günbegün kaosa sürükleniyor; farklı milletlerden müteşekkil sosyal yapıysa kavga, gürültü ve hatta cinayetlerle çalkalanıyordu.
Yaz sıcağının iyiden iyiye hissedildiği o gün Sırplar, 525 yıldan bu yana her Vidovdan’da olduğu gibi Kosova’nın kaybedilişine yas tutarken, içlerinden birkaçı Balkanlar’dan Anadolu’ya, Ortadoğu’dan Uzak Asya’ya kadar uzanacak taptaze acıların müsebbibi olmaya hazırlanıyordu: Franz Ferdinand, şehirden sağ çıkmayacaktı.
1909’un şubat ayında taraflar arasında imzalanan anlaşmayla Osmanlı Devleti’nce Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na terk edilen Bosna-Hersek, oldukça karışık günlerden geçiyordu. Dönemin o meşhur “yükselen milliyetçilik akımları”na kapılan Sırplar, yeni hamilerine kazan kaldırıyor ve bölgede başrol olmanın hesaplarını yapıyorlardı.
Alman İmparatorluğu’nun ortaya çıkışıyla yüzünü doğuya çeviren Avusturya Macaristan, bir yandan sınırlarına katacak yeni topraklar arıyor ve bir yandan da içerideki gedikleri kapamaya çalışıyordu. Balkanlar’daki karışıklığın farkında olan ve amcası İmparator Franz Joseph’ten görevden affını istemesine rağmen beklediği cevabı alamadığı için “Avusturya ordusunun genel müfettişi” unvanıyla bölgeye gitmek zorunda kalan Ferdinand ve eşi Sophie’yse tüm bu karışıklığın merkezine, Saraybosna’ya doğru yol alıyordu.
Son birkaç yıldır bölgede deyim yerindeyse terör estiren Kara El örgütünün himayesinde ortaya çıkan Mlada Bosna (Genç Bosna) adlı yeni yapılanmanın üyeleri, akıl hocaları Dragutin Dimitriyeviç’in direktifleri doğrultusunda son hazırlıklarını yapıyorlardı. O sıralar bir yandan Kara El’in liderliğini bir yandan da Sırp ordusunun istihbarat şefliğini yürüten Dimitriyeviç’in Franz Ferdinand’ı öldürmekle vazifelendirdiği Gavrilo Princip, Nedeljko Çabrinoviç, Trifko Grabez, Muhammed Mehmedbasiç, Cvijetko Popoviç ve Vaso Cubriloviç’in yaşları 17 ila 27 arasında değişiyordu.
Karışacakları olayın büyüklüğünü ve sebep olacağı şeyleri kestiremeyen genç adamlar, ellerine aldıkları silah ve bombaların yükselttiği adrenaline teslim oluyor ve 28 Haziran 1914 sabahı harekete geçerek Saraybosna sokaklarındaki kalabalığa karışıyorlardı. İstikametleri, belediye binasına varan Appel Quay caddesiydi.
Arşidük Ferdinand, Sophie ve beraberlerindeki heyet 28 Haziran‘ın erken saatlerinde Saraybosna sokaklarında göründüler. Yedi araçlık konvoyun ilk iki sırası Belediye Başkanı Fehim Curçiç ve polis şefi Dr. Edmund Gerde’e ayrılırken, üçüncü sıradaysa Franz Ferdinand ve Sophie’yi taşıyan araç yer alıyordu.
Kendilerini görmek için cadde ve sokakların iki tarafınca sıralanan ahalinin arasından ilerleyen konvoyun hedefi belediye binasıydı. Şehrin yönetici kadrosuyla bir araya gelmeyi planlayan heyetin bir sonraki durağı da Avrupa Oteli olacaktı. Her şey planlandığı gibi giderse birkaç saat içinde Saraybosna ziyaretini tamamlayacak ve şehirden ayrılacaklardı. Konvoy, Appel Quay’a doğru yol aldı.
Genç Bosna üyelerinin beklediği an gelmişti; işte Franz Ferdinand ve ona eşlik eden konvoy caddeye giriş yaparak kendilerine doğru ilerliyordu. Altı genç yerlerini almış, belirli aralıklarla cadde boyu sıralanmışlardı. Konvoyla burun buruna gelen ilk isim Muhammed Mehmedbasiç’ti. Ancak Mehmedbasiç, daha sonra anlatacağı üzere, korkmuş ve hiçbir eylemde bulunmadan geri çekilmişti.
Yoluna sağ salim devam eden konvoy, peşi sıra iki suikastçıyı daha geride bırakarak Çumurja köprüsüne doğru yaklaştı. Köprü üzerinde konuşlanan Nedeljko Çabrinoviç, ilk üçüne nispeten daha gözü karaydı. Franz Ferdinand’ı taşıyan aracı karşısında bulduğu anda kendisine verilen görevi yerine getirdi ve elindeki bombayı hedefine doğru fırlattı. Arabanın kaputundan seken bomba arkadan gelen araçlardan birinin altına girerek patladığında Saraybosna sokakları büyük bir şok yaşamıştı. Elbette bunun öncü şok olduğunu kimse tahmin etmiyordu.
Bombalı saldırıdan yara almadan kurtulan Franz Ferdinand ve eşi Sophie, programlarına uygun olarak belediye binasına geçtiler. Ferdinand, burada bir süre soluklandıktan ve ilk şaşkınlığı üzerinden attıktan sonra, patlamada yaralananları ziyaret etmek ve oradan da Avrupa Oteli’ne geçmek üzere ayaklandığında Sophie’yi karşısında buldu. Zaten yorgun olan kadın, az önce yaşananları ve hamileliğini gerekçe göstererek kaldıkları konağa dönmek istedi. İkna olan Arşidük, heyetine talimat verdi ve araçlar konağa gitmek üzere hareket etti.
İlk saldırıyı gerçekleştiren Çabrinoviç, daha önce kararlaştırdıkları gibi kaçmayı ya da intihar etmeyi başaramamış, polis tarafından yakalanmıştı. Kendisinden sonraki iki suikastçı da patlayan bombanın yarattığı karışıklıktan faydalanarak olay yerinden uzaklaşmış, bir isimse hâlâ olayın cereyan ettiği bölgede kalmıştı. Gavrilo Princip adlı genç, içinde bulunduğu durumun etkisiyle düşen şekerini toparlamak üzere yakındaki bir pastaneye girmişti. Diğerlerinden bihaber olan Gavrilo, bir an önce kendini toparlayıp olay mahallinden uzaklaşmanın planlarını yaparak çöreğini aldı ve pastaneden dışarıya çıktı. Sokağa adım attığında, görmeyi hiç düşünemeyeceği biriyle karşı karşıya geldi: Franz Ferdinand.
Arşidük’ü taşıyan araç ve beraberindekiler belediye binasından ayrılarak konağa doğru hareket ettiklerinde etraf biraz olsun sakinleşmişti. Kalabalıktan arınan Saraybosna sokaklarında ilerleyen konvoy, yeniden Appel Quay’a yöneldi. Cadde boyu ilerledikten sonra Latin köprüsünden geçerek konağa gitmesi gereken araçlar, beklenmedik bir şekilde köprünün bulunduğu yöne değil de, sağ tarafta bulunan Franz Josef sokağına döndüler.
Almanca bilmeyen Çek şoför, kendisine söylenenleri anlamamış ve Avrupa Otel’in yolunu tutmuştu. Duruma sinirlenen Ferdinand’ın sesi yükselince konvoy olduğu yerde kalakaldı. Tam bu sırada genç bir adam, elindeki çörekle birlikte, hemen birkaç metre ötedeki pastaneden çıkıyordu: Gavrilo Princip.
“Birinci Dünya Savaşı, Avusturya Macaristan Veliaht Prensi’nin Saraybosna’da bir Sırp genci tarafından öldürülmesiyle başladı.” Hemen her tarih kitabında karşımıza çıkan bu ifade, elbette ki bütünüyle doğru değil. Dünya neredeyse son yüz yıldır adım adım savaşa ilerliyor, herkes hazırlıklarını buna göre yapıyordu.
Gavrilo Princip ve Franz Ferdinand, Franz Josef sokağın köşesinde karşı karşıya geldiklerinde Gavrilo başını önüne eğip yoluna devam etseydi de bir savaşın patlak vereceği söylenebilir. Ancak genç adam süreci hızlandırmayı tercih etti. Franz Ferdinand’ı karşısında görür görmez silahına sarıldı ve hem Arşidük’ü hem de eşi Sophie’yi hemen orada öldürdü.
Olaydan bir ay sonra, 28 Temmuz 1914’de, Avusturya Macaristan, Sırplara savaş ilan etti ve Belgrad’ı bombaladı. Çarlık Rusya’sının Sırplardan yana tavır almasıyla iyice harlanan ateşin bütün dünyayı etkisi altına almasıysa çok sürmedi. Yıllarca devam eden acımasız mücadelenin neticesinde 20 milyon insan sakat kaldı, 10 milyon insan canından oldu, imparatorluklar yıkıldı, devletçikler kuruldu, sınırlar bozuldu ve sınırlar çizildi.
Devam eden yıllara bakıldığında, o dönem yaşanan olayların en büyük etkisi hiç şüphesiz ki İslâm coğrafyasının üzerine oldu. Birinci Dünya Savaşı sonunda ortaya çıkan tablo, bina edilen yönetim şekilleri ve dayatılan sınırlar, 21. asırda dahi milyonlarca insanın aç kalmasına, vatansız yaşamasına ve hayatını kaybetmesine sebebiyet verdi.
Franz Ferdinand’ın öldürüldüğü Saraybosna’nın sokakları, henüz 25 yıl önce büyük yıkımlar yaşadı. Irak, Suriye ve Filistin başta olmak üzere nice Müslüman yurdu, sayısız katliama sahne oldu… Bir asır önce, 19 yaşındaki Sırp genci Gavrilo Princip’in silahından çıkan kurşunlar, bugün hâlâ Balkanlar’dan Anadolu’ya, Ortadoğu’dan Uzak Asya’ya uzanan bu coğrafyada yol almaya ve öldürmeye devam ediyor…