Medeniyet nedir, ne değildir?

Medeniyetleri, strüktürel / çevre / maddî yerleşim ve varoluş “alan”ları açısından nehir medeniyetleri, deniz medeniyetleri, hem nehir hem deniz medeniyetleri ve yalnızca kara medeniyetleri gibi türlere ayırarak inceleyebiliriz. Verimlilikleri bakımından en verimli medeniyetlerin, hem nehir hem deniz medeniyetleri olduğunu görüyoruz. Yalnızca kara medeniyetlerinin pek verimli olmadıklarını, hatta kara medeniyeti tabirinin çok da uygun ve anlamlı olmadığını söyleyebiliriz.
Medeniyetleri, strüktürel / çevre / maddî yerleşim ve varoluş “alan”ları açısından nehir medeniyetleri, deniz medeniyetleri, hem nehir hem deniz medeniyetleri ve yalnızca kara medeniyetleri gibi türlere ayırarak inceleyebiliriz. Verimlilikleri bakımından en verimli medeniyetlerin, hem nehir hem deniz medeniyetleri olduğunu görüyoruz. Yalnızca kara medeniyetlerinin pek verimli olmadıklarını, hatta kara medeniyeti tabirinin çok da uygun ve anlamlı olmadığını söyleyebiliriz.

Medeniyetleri, strüktürel / çevre / maddî yerleşim ve varoluş “alan”ları açısından nehir medeniyetleri, deniz medeniyetleri, hem nehir hem deniz medeniyetleri ve yalnızca kara medeniyetleri gibi türlere ayırarak inceleyebiliriz. Verimlilikleri bakımından en verimli medeniyetlerin, hem nehir hem deniz medeniyetleri olduğunu görüyoruz. Yalnızca kara medeniyetlerinin pek verimli olmadıklarını, hatta kara medeniyeti tabirinin çok da uygun ve anlamlı olmadığını söyleyebiliriz.

Öncelikli olarak bizde, bu ülkenin entelijansiyasında bir medeniyet fikri yok. Medeniyet kelimesi bize ait ama mefhum bize ait değil. Medeniyetten anladığımız şey, Batı uygarlığı, özellikle de modernite tecrübesi.

Bizde hem bir medeniyet fikri olmadığı için, hem de kelimesi olan bir kavramın içeriğinin bize ait olmaması sebebiyle şizofrenik, çift kişilikli, şuuru yok edilmiş bir ülkede medeniyet önerileri de, medeniyet eleştirileri de karşılık bulmuyor, bir tartışma, büyük bir fikrî yolculuk başlatmıyor.

Havanda su dövüyoruz mefhumların içi boş olduğu, boşaltıldığı için.

  • Daha da kötüsü, olmayan ve bize ait olmayan kavramlar ve anlamlar üzerinde birbirimizle kavgaya tutuşuyoruz! Ortaya şey sadece trajikomik bir “tiyatro” oluyor sadece, ne yazık ki!

İşte bu yüzden olsa gerek, zihnimiz medeniyet fikri veya tasavvuru üzerinden işlemiyor. Medeniyetten anlaşılan modernite, dolayısıyla Batı (Batı uygarlığı değil, yalnızca Batı diye bir şey) olduğu için de, yaşadığımız zihnî travma, şuur yarılması ve zihnî savrulma kat be kat artıyor, tedavisi neredeyse imkânsız boyutlar kazanıyor...

Kadîm medeniyetler, yalnızca fizikötesi gerçekliği eksene aldıkları, dış dünyayı ihmal ettikleri ve insanın iç dünyasını olgunlaştırma endişesiyle hareket ettikleri için, pagan tecrübelerle karşı karşıya geldiklerinde, pagan tecrübelere direnme ve varolma biçimleri geliştirmekte zorlanırlar.
Kadîm medeniyetler, yalnızca fizikötesi gerçekliği eksene aldıkları, dış dünyayı ihmal ettikleri ve insanın iç dünyasını olgunlaştırma endişesiyle hareket ettikleri için, pagan tecrübelerle karşı karşıya geldiklerinde, pagan tecrübelere direnme ve varolma biçimleri geliştirmekte zorlanırlar.

Oysa tam da dünyanın bize, bizimse hakikate gebe olduğumuz bir zaman diliminde ve yine dünyanın da büyük bir ontolojik kaosun eşiğine sürüklendiği belirsizlikler ortamında, bizim, dünyaya güçlü, köklü, kuşatıcı, eşyanın tasallutundan insanı, insanlığı kurtarıcı, buna mukabil eşyaya tasarrufta bulunulmasını, zamanın ve mekânın bizi sürüklemek yerine, bizim zamanı ve mekânı sürüklememizi mümkün kılıcı esaslı bir medeniyet tasavvuru sunmamız gerekiyor.

Dünyanın böyle bir medeniyet fikrine ekmek kadar, su kadar ihtiyaç hissettiğini, bizi beklediğini bilmemiz, iliklerimize kadar idrak edebilmemiz gerekiyor aslında.

Kısaca medeniyet tasavvuru

Medeniyet, kısaca tarif etmek gerekirse, bütüncül bakıştır; seküler, parçalı, dolayısıyla pagan idrak ve nazar / bakış biçimleri medeniyet değildir.

Bu fakirin geliştirdiği medeniyet tasavvuru ve tipolojileri, bütün insanlık tarihine uyarlanabilecek bir kapsayıcılığa sahiptir.

  • Bendeniz, medeniyeti iki eksene sahip bir kozmolojik tasavvur ve hakikat yolculuğu olarak tarif ediyorum: Dikey eksen ve yatay eksen.

Bütün medeniyetler bu iki eksen üzerinden işler.

Dikey eksen, bir medeniyetin ruhunu, ruh köklerini, aslî dinamiklerini, sâbitelerini, normlarını verir. Yatay eksense, bir medeniyetin bedenini, değişkenlerini, usûllerini, formlarını sunar.

İslâm medeniyetinin yaratıcı ruhu Kur'an, kurucu iradesi Sünnet-i Seniyye'dir.

Medeniyetlerin işleyiş süreçleri veya biçimleri açısındansa, medeniyeti şöyle tarif ve formüle ediyorum: Mekke süreci + Medine süreci = Medeniyet süreci.

Medeniyet, bu süreçleri üç yolculukla hayata ve harekete geçiriyor: İlim / Bilme / İlme'l-yakîn yolculuğu + İrfan / Bulma / Ayne'l-yakîn yolculuğu = Hikmet / Olma / Hakka'l-yakîn yolculuğu.

Medeniyet fikri ve tasavvuru konusunda en az yirmi yıldır yazıyorum. O yüzden yazdıklarımın bilindiğini varsayarak bu kısa özetle yetinmek ve bu yazıda medeniyet tipolojileri üzerinde yoğunlaşmak istiyorum.

Medeniyet tipolojileri

Rönesans ve Reformasyon’dan sonra nihâî şeklini alan seküler Batı kültürünün ve sivilizasyonunun antik Yunan ve Roma’daki temel kurucu paradigmalarını şekillendiren temel kaynağın, paganizm olduğunu söylemiştik geçen haftaki Gerçek Hayat yazımızda. Ancak antik Yunan ve Roma tecrübesinde, medeniyetler tarihinde karşımıza çıkan diğer paganizm biçimlerinden farklı bir paganizm biçimiyle karşı karşıya olduğumuzu özellikle hatırlatmak istiyorum.

Antik Yunan ve Roma paganizminin, özelde diğer paganizm biçimlerinden, genelde ise diğer medeniyetlerden hangi bakımlardan farklılıklar arzettiğini görebilmemiz için önce kısaca bir medeniyetler tipolojisi vermemiz gerekiyor
Antik Yunan ve Roma paganizminin, özelde diğer paganizm biçimlerinden, genelde ise diğer medeniyetlerden hangi bakımlardan farklılıklar arzettiğini görebilmemiz için önce kısaca bir medeniyetler tipolojisi vermemiz gerekiyor

Antik Yunan ve Roma paganizminin, özelde diğer paganizm biçimlerinden, genelde ise diğer medeniyetlerden hangi bakımlardan farklılıklar arzettiğini görebilmemiz için önce kısaca bir medeniyetler tipolojisi vermemiz gerekiyor: Özellikle Antik Yunan’la aynı zaman dilimleri içinde varolan diğer medeniyetlerle yapılacak bu tür karşılaştırmalı okuma ve dolayısıyla bu bağlamda geliştirilecek medeniyetler tipolojisinin yalnızca antik Yunan ve Roma paganizmini değil, aynı zamanda bugünkü neo-pagan Batı kültürünü ve sivilizasyonunu da, tüm diğer medeniyetlerin kurucu temel dinamiklerini de, dolayısıyla insanlığı nasıl bir geleceğin beklediğini görebilecek bir zemine çıkmamızı da imkân dâhiline girdireceğini düşünüyorum.

  • Medeniyetleri, strüktürel / çevre / maddî yerleşim ve varoluş “alan”ları açısından nehir medeniyetleri, deniz medeniyetleri, hem nehir hem deniz medeniyetleri ve yalnızca kara medeniyetleri gibi türlere ayırarak inceleyebiliriz. Verimlilikleri bakımından en verimli medeniyetlerin, hem nehir hem deniz medeniyetleri olduğunu görüyoruz. Yalnızca kara medeniyetlerinin pek verimli olmadıklarını, hatta kara medeniyeti tabirinin çok da uygun ve anlamlı olmadığını söyleyebiliriz.

Medeniyetlerin yaratıcı bir ruha ve kurucu iradeye sahip olmasını mümkün kılan itici güç veya kaynak, maddî şartlar değildir. Aksine, medeniyetlerin kurucu paradigmalarını oluşturan insan, eşya, tabiat, kâinât ve Tanrı tasavvurlarının güçlülüğü, köklülüğü, tutarlılığı, inandırıcılığı, insanı ve hayatı bir bütün olarak kavrama gücü ve idrakidir. Maddî / çevre / strüktürel şartların elverişliliği, güçlü kurucu paradigmalara sahip olan medeniyetler için yalnızca olumlu bir itici güç ve psiko-sosyal vasat oluşturur.

Saray toplumları ve mabed toplumları

Medeniyetleri, toplum yapıları bakımından en temelde iki kategoride inceleyebiliriz: Birincisi, saray toplumları; ikincisi de mâbed toplumları.

Pagan tecrübeler, özellikle saray toplumlarına ait tecrübelerdir. Mâbed toplumlarından bazılarının da, pagan tecrübeler ürettiklerini söylemek mümkün. Ancak mâbed toplumlarını, esas itibariyle “hikmet” geleneğine dayalı kadîm medeniyet tecrübeleri olarak tarif etmek, çok daha doğru ve anlamlı olabilir.

Saray toplumlarına dayalı pagan tecrübenin en çarpıcı örneği, konumuz açısından da bizi daha yakından ilgilendirdiği için, Antik Yunan paganizminin temellerini oluşturan ve Girit’te ortaya çıkan, zamanla Yunan anakarası üzerinden Doğu Akdeniz çevresine hâkim olan Minos ve Miken pagan tecrübeleridir. Bu tür pagan tecrübelerin merkezinde bir mâbed yoktur; saray vardır.

Mezopotamya’daki şehir devletleri şeklinde örgütlenen medeniyet tecrübeleri ile mesela Mısır medeniyet tecrübesi de pagan bir tecrübedir. Ancak bu medeniyetlerin merkezinde saray yoktur, mâbed vardır. Ayrıca bu pagan tecrübelerin Antik Yunan’daki ve Antik Yunan’ın esin ve besin kaynağını oluşturan Minos ve Miken tecrübelerinden ayrılan en önemli yanı, bu medeniyet tecrübelerinin mythos’a ve dolayısıyla doğaüstüne dayalı tecrübeler olmalarıdır.

İşte tam bu noktada bu medeniyetlerin, Afrika’daki Nok Medeniyeti, Amerika kıtasındaki Olmek ve Şavenlerle, onlardan yüzlerce yıl sonra gelişen Maya, Aztek ve İnka medeniyetleri ve günümüze kadar “geri çekilerek” ve içine kapanarak da olsa süregelen doğu hikmet geleneklerinin en önemli medeniyet tecrübeleri olan Hint medeniyeti, Çin Medeniyeti gibi kadîm medeniyet tecrübeleriyle daha fazla örtüşen özellikler taşıdığını görüyoruz. Dolayısıyla ilk bakışta pagan tecrübeleri andıran özellikler taşıdığını gözlemlediğimiz Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerini, mâbed toplumları olmaları ve mythos’a, dolayısıyla doğa-üstüne ve ötesine daha fazla vurgu yapmaları ve yaslanmaları bakımından kadîm medeniyet tecrübeleri olarak adlandırmamız ve görmemiz daha tutarlı bir yaklaşım olur.

Buraya kadar medeniyetleri, strüktürel / maddî / çevre şartları ve toplum yapıları bakımından kısaca ayrıştırırken, karşımıza iki tür medeniyet tipinin çıktığını gördük. Bir üçüncü medeniyet tipi daha var medeniyetlerin; Vahiy medeniyetleri!

Kurucu paradigmaları bakımından medeniyetler

Medeniyet tiplolojisine ilişkin geliştirdiğim bu yolculuğun tam bu noktasında, medeniyetleri, kurucu paradigmaları yani insan, kâinat ve Tanrı tasavvurları bakımından üç ana kategoriye ayırarak inceleyebileceğimizi düşündüğümü ifade etmek istiyorum.

  • Kurucu paradigmalarının özellikleri bakımından bu üç ana medeniyet tipini ve temel dinamiklerini ise kısaca şöyle özetleyebiliriz:
  • • Birincisi, pagan tecrübeler,
  • • İkincisi, kadîm medeniyetler,
  • • Üçüncüsü ise vahiy medeniyetleri.

Pagan tecrübe, antroposentriktir (insan-merkezci) ve fizik-gerçekliği eksene alır; fizik ötesi gerçekliği ya yok sayar, ya da fizik gerçekliğin sınırlı ve sınırlayıcı algılama ve kavrama biçimleriyle algılamaya, kavramaya çalışır; böylelikle fizikötesi gerçekliği tahrif ve tahrip eder.

Pagan tecrübe, özellikle de Antik Yunan ve Roma paganizmi, senkretiktir. Senkretizm, her şeyin, özellikle de bütün diğer kültürlerin izafileştirilmesi çabasıdır. İşte bu işlem, pagan tecrübe sınırlı fizik gerçekliğe dayandığı için, hem benzer pagan tecrübelerle, hem de daha önemlisi, fizik-ötesi gerçekliğe dayalı diğer kültürel tecrübelerle şiddete dayalı ilişkiler kurulmasını meşrûlaştırır: Tam bu noktada ortaya çıkan ve önce asimilasyona (kendine benzeterek eritmeye), sonra da asimile edilmeye direnildiğindeyse eliminasyona (yok etmeye) dayalı iki aşamalı bir strateji üzerinden işleyen şiddet yüklü bir hâkimiyet biçiminin gelişmesini yalnızca meşrûlaştırmakla kalmaz, aynı zamanda bu tür bir ilişki biçimini kışkırtır ve hatta zorunlu kılar.

Özetle pagan tecrübe, seküler ve şiddet yüklü, şiddete dayalı ilişki ve hâkimiyet biçimleri üreten, kendisi dışındakileri “barbar” olarak görse de, asıl kendisi, hem felsefî hem de sosyolojik bakımdan “barbar” bir tecrübedir.

Kadîm medeniyet tecrübeleri ise, bu kez tam tersi bir temele, fizikötesi gerçekliği eksene alan bir insan, kâinât ve Tanrı tasavvuruna dayalıdır. Fizikötesi gerçekliği mutlaklaştırdığı için, kadîm medeniyet tecrübeleri de, John Millbank’ın yerinde tanımlamasıyla “tersinden seküler” tecrübelerdir. Kadîm medeniyetler, yalnızca fizikötesi gerçekliği eksene aldıkları, dış dünyayı ihmal ettikleri ve insanın iç dünyasını olgunlaştırma endişesiyle hareket ettikleri için, pagan tecrübelerle karşı karşıya geldiklerinde, pagan tecrübelere direnme ve varolma biçimleri geliştirmekte zorlanırlar.

Pagan tecrübelerin meydan okumalarıyla karşılaştıklarında ise ya hadım edilmekten ya da yok edilmekten kurtulamazlar.
Pagan tecrübelerin meydan okumalarıyla karşılaştıklarında ise ya hadım edilmekten ya da yok edilmekten kurtulamazlar.

Pagan tecrübelerin meydan okumalarıyla karşılaştıklarında ise ya hadım edilmekten ya da yok edilmekten kurtulamazlar. Bunun en müşahhas örneği, modern seküler Batı sivilizasyonunun geliştirdiği meydan okuma sonrasında yaklaşık üç asır gibi insanlık tarihi açısından oldukça kısa bir zaman dilimi içinde, tarihçi ve tarih felsefecisi Arnold Toynbee'nin ifadesiyle, yeryüzündeki 26 medeniyetten 16’sının Batılılar tarafından fiilen yok edilmesi, geri kalan 9’unun ise fosilleştirilmesidir.

İnsanlık tarihinde karşımıza çıkan üçüncü tip medeniyet, vahiy medeniyetleridir. Vahiy medeniyetlerinin en son ve en sofistike örneğini İslâm medeniyeti oluşturur.

Vahye dayalı medeniyet tecrübeleri, ne salt fizik gerçekliğe, ne de salt fizikötesi gerçekliğe dayanır: Aksine, hem fizik gerçekliği, hem de fizikötesi gerçekliği; dolayısıyla hem dünyayı, hem ukbâyı, hem bedeni, hem de ruhu, hem âfâkı hem enfüsü, hem zâhiri hem de bâtını aynı anda meczeder.

Vahiy medeniyetlerinin en son ve en sofistike örneğini İslâm medeniyeti oluşturur.
Vahiy medeniyetlerinin en son ve en sofistike örneğini İslâm medeniyeti oluşturur.

Dolayısıyla, dışardan gelecek büyük ve şiddetli meydan okumalara karşı direnç noktalarını, canlılığını, diriliğini, hayatiyetini ve yepyeni cevap üretme ve meydan okuma biçimleri ve imkânları geliştirebilme potansiyelini ve imkânları her dâim muhafaza eder.