Amerika’da seçim filan olmadı! Aristo, Marx ve Freud darbesi oldu!
“Demokrasi'den daha iyi bir yönetim biçimi mi var?” diye haykırıyor eyyamcılar, Batılıların gönüllü köleleri. Batıdan gelen her şeyi kutsamakta, putlaştırmakta hiç bir sakınca görmeyen ama bunun zihin sağlığını dumura uğrattığını her an gördüğümüz bizim cekladına âşık entelijansiyamıza Nietzsche'den Michael Mann'e, Eflatun'dan Noam Chomsky'ye kadar demokrasinin ne tür bir oyun olduğunu gösteren düşünürleri hatırlatmamızın bir anlamı olur mu, bilemem. Bunun en son ve en çarpıcı örneği, Amerikan seçimlerinde yaşandı.
Irak, 1990'ların başında işgal edilip de smart teknoloji ürünü gelişmiş silahlarla, bilgisayar oyunu oynar gibi, sivillerin üzerine bombalar atılınca, ardından da bu bombaları atan haydut Amerikan askerleri bilgisayar tuşlarına basarak sivillerin üzerine yağdırdıkları bombalardan sonra “sevinç naraları” atınca, ve bu sanal savaş televizyon ekranlarından naklen yayınlanan ilk savaş olarak tarihe geçince, çağı en iyi anlayan cins Fransız düşünür Jean Baudrillard, “Irak'ta savaş filan olmadı!” demişti. Ve bütün şimşeklerini üzerine çekmişti entelektüel dünyanın önde gelen isimlerinin!
Bendeniz de Amerika’da seçimler filan olmadı, diyorum.
Ne oldu, peki?
Medya darbesi oldu. Aristo, Marx ve Freud kullanılarak gerçekleştirilen bir Dromokratik darbe!
Baudrillard, Irak'ta savaş olmadı derken, fiîlî bir savaştan ziyade medyalar üzerinden, imajlar yoluyla, simülatif bir savaş yaşandığından sözederek savaş filan olmadığını söylemişti.
Bu medyatik, simülatif savaş teknolojisi, kartellere, büyük şirketlere ait ayartıcı, pornografik bir teknoloji! Simülatif ve estetize yöntemlerle gerçekleştirilen sanal, ayartıcı / “pornografik savaşlar”ın gerçek savaşları sona erdirmesi, yenmesi, anlamına geliyor bu durum.
Dahası başka bir anlamı da var bu durumun: Bu sanal, dijital teknolojileri üreten şirketlerin, devletleri, ulus devlet biçimlerini sona erdirmesi, yenmesi demek bu.
Adam Smith hâlâ kral,“gizli el” hâlâ kural!
Şöyle izah edeyim bu hızla kökleşmekte, kök salmakta olan yeni durumu: Adam Smith'in hâlâ kral, icat ettiği “gizli el”in de hâlâ kural olduğunu söyleyeceğim.
Devletler, “kral” gibi gözüküyor günümüzde. Ama sadece gözüküyor! Oysa şirketler kral artık. Gizli krallar şirketler şimdi. Devletlerden de güçlü, Thomas Hobbes'un devletle özdeşleştirdiğini canavar Leviathan bu kez dev şirketlere kılığına bürünerek geri döndü!
- Kural gene Smith'in “gizli el”i. Kilise çağlarından itibaren kimi zaman İsa-Mesih'in (Hz. İsa'nın değil tanrılaştırılan İsa-Mesih'in) yerine getirdiği, kimi zaman da onun üzerinden kilisenin üstlendiği “gizli el” rolünü modern dönemde tanrı konumuna yükselen devletler, postmodern dönemde ise şirketler oynuyor.
Kapitalizm, devletler üzerinden kök saldı, şirketler üzerinden neşvü nema buldu, nemalandı, dünyayı avucunun içine aldı. Hem de sadece bir kaç şirket!
Şu an devletlerin “gizli el” işlevi gören şirketler tarafından ele geçirildiği veya hadım edildiği bir süreç yaşanıyor! Hem Amerika’da hem de dünya genelinde yaşanıyor bu süreç.
- Şirketler hem de pornografik algılama biçimleri üzerinden kitleleri de yönlendirecek güce ulaşarak devletleri esir almış durumdalar!
Bunun en tipik örneği son Amerikan seçimleri oldu. İmaj endüstrileri seçimlerin kaderini belirledi. İmaj endüstrilerini kontrol eden bir kaç Leviathan'ı / canavarı andıran şirket sadece devletleri değil yeryüzündeki bütün kitleleri kontrol etme ve yönlendirme gücüne ulaşmış durumda! Felâket filmleri gerçek oluyor sanki!
Amerika'da devlet başkanının twitter hesabını engelleyen, kapatan bir şirket, Amerikan başkanından daha güçlüdür, demektir bu; Amerika’ya da, Amerikan başkanına da hatta giderek bütün dünyaya da bu Leviathan şirketler hükmediyor, çeki düzen veriyor anlamına gelir, kaçınılmaz olarak.
Özetle: Dün, modern devleti Leviathan (canavar) olarak tanımlamıştı Thomas Hobbes. Bugün Leviathan, devletler değil şirketler artık!
Amerikan seçimleri, medyanın dilini ve sahiplerini fâş etti!
Amerikan seçimleri, sadece Amerika içindeki savaşın tohumlarını gündüzüne çıkarmakla, Amerika’nın yumuşak karnının veya sinir uçlarının neler olduğunu gözler önünü sermekle kalmadı yalnızca; aynı zamanda dünyanın nereye gittiğinin ipuçlarını da fâş etti.
- İlk olarak, Amerika’nın tarihinde 150 yıldan bu yana ilk defa törensiz bir devir teslim işlemi gerçekleşti Beyaz Saray'da.
Dahası, gönderilen Başkan Trump, “tamamen gitmediğini, bir şekilde geri geleceğini” söyledi tam tamına!
- Tamtamlar ya da trampetler kimler için çaldı, çanlar kimler için çalıyor, henüz çok net değil, ortalık boz bulanık, toz dumandan geçilmiyor...
Medyanın tarihine kara bir leke olarak geçti son Amerikan seçimleri. Amerikan seçimlerinde medyanın oynadığı kirli rol, sözümona en saygın medya kuruluşlarının saygınlığının, sözcüsü ve gözcüsü oldukları güç ve çıkar odaklarına boyun eğildiği ölçüde geçerli olduğunu gösterdi: Amerikan medyasının bağımsız olduğu iddiasının sadece bir imaj çalışması ve büyük bir yalandan ibaret olduğu anlaşıldı. Amerikan medyasının iç yüzünü, hangi güç ve çıkar odakları tarafından nasıl kötücül amaçlarla kullanıldığını fâş eden kişi sabık ABD Başkanı Trump oldu! Bizim gibi celladına âşık ülkelerin aydınları tarafından Amerikan medyasının yazdığı her şeye “ilâhî söz”müş gibi bakan tasmalı çekirgelerin tavrında, kutsal ineğe tapmasında zırnık kadar bir değişiklik olamasa da, medyanın alenen bu kadar manipülatif şekillerde kullanılması insanlık adına düşündürücü.
Medyanın konumu ve geleceği açısından bu durum, hayra alamet değil: Medyanın, bilgilenme, haber alma kaynağı olduğu imajının bundan böyle sadece imajdan ibaret olduğu daha iyi görülecek ve gösterilecek akademide, iletişim fakültelerinde az da olsa. Zira medyaya hâkim olan zihniyet iletişim fakültelerine de hâkim olduğu için, mevcut medyanın dili, konumu, tehlikeli rolü tartışılmayacak bile, son kertede.
Medyanın konumu ve geleceği açısından hayra alamet olmayan şey ne? Medyanın özgür, bağımsız ve objektif haber ve bilgi kaynağı olduğu mitinin deşifre olması ve yıkılması! Bir iletişimbilimci olarak benim gözümde zaten böyle bir rolü ve konumu yoktu medyanın, hele de anaakım medyanın.
Anaakım medyanın konumu, Habermas'ın yerinde ifadesiyle, “güç ve çıkar odaklarının güçlerini ve çıkarlarını korumak, pekiştirmek ve meşrûlaştırmak.”
Daha ne desin Habermas?
Fakat dünyada bu hadise de anlaşılamadı, Amerika’da ise hiç görülemedi ama görenler de inanılmaz bir medya faşizmi uygulanarak susturuldu, marazî, hastalıklı kişiler olarak sunuldu.
Amerikan seçimlerinde Aristo, Marx ve Freud “darbe”si!
- Neydi Amerika’da yaşanan şey?
- Bir seçim!
- Seçim mi gerçekten?
- Hayır!
- Amerika’da seçim filan olmadı!
- Olan şeyi anlatayım, küçük dilinizi yutun!
“Demokrasi'den daha iyi bir yönetim biçimi mi var?” diye haykırıyor eyyamcılar, Batılıların gönüllü köleleri. Batıdan gelen her şeyi kutsamakta, putlaştırmakta hiç bir sakınca görmeyen ama bunun zihin sağlığını dumura uğrattığını her an gördüğümüz bizim cekladına âşık entelijansiyamıza Nietzsche'den Michael Mann'e, Eflatun'dan Noam Chomsky'ye kadar demokrasinin ne tür bir oyun olduğunu gösteren düşünürleri hatırlatmamızın bir anlamı olur mu, bilemem.
Ama bildiğim şey şu: Demokrasi, görünüşte haklar rejiminin adıdır. Ama gerçekte, haksızlıkları, hukuksuzlukları göz boyayarak, algı operasyonları çekerek örtbas etmenin, daha da vahimi, meşrûlaştırmanın yolu!
Bunun en son ve en çarpıcı örneği, Amerikan seçimlerinde yaşandı.
Amerika, seçimlere gitti ama seçim yapılmadı Amerika'da. Küresel sistemin ve şirketlerin sahipleri, lordları, seçimlerini daha önceden yapmışlardı. Algı operasyonlarıyla önceden seçtikleri adamı seçtirdiler, seçilmiş gibi yaptılar!
Ama bunu da son derece iğrenç bir yola başvurarak gerçekleştirdiler: Algı operasyonları çekerek, insanları pornografik yöntemlerle uyuşturdular, zihinlerini ele geçirdiler!
Hem Aristo'yu hem Marx'ı hem de Freud'ü devreye girdirerek gerçeğe dönüştürdüler bu zihin kontrolü operasyonunu.
Hegel, “gazete, modern insanın sabah ibadetidir” demişti!
Sanayi Devrimi'nin kurucu babalarından Saint Simon da, Sanayi Devrimi'nin kurucuları mühendisleri, “sanayi çağının papazları” olarak tarif etmişti.
İçinde yaşadığımız çağın ibadeti, medyalar, özellikle de sosyal medyalar! Papazları ise genelde medyaların, özelde sosyal medyaların gerisindeki “gizli el”ler! Adam Smith'in “gizli adamları’nın “gizli elleri”!
Medyalar, çağımızın büyücüleri! Haberciler, çağımızın papazları! Medya kuruluşları da çağımızın seküler kiliseleri!
Amerika'nın seçimi mi, Amerika'ya dayatılan bir “seçim” mi?
Medyacılar, aynı anda Aristo'yu, Marx'ı ve Freud'ü harekete geçirerek kitleleri dolmuşa bindiriyor, ayartıyor, kitlelerin zihnine tecavüz ediyorlar!
Önce Aristocu dram geleneği ile iyiler ve kötüler icat ediyorlar! Ardından Marx'ı devreye girdirerek iyileri “seküler İsa”, kötüleri de Deccal'le özdeşleştiriyorlar ve “gelecek cenneti” vadediyorlar! Kötüleri şeytanlaştırarak, bir numaralı halk düşmanı yaparak cehennemden kaçış için zemini oluşturuyorlar.
Son hamleyi Freud'la yapıyorlar: İnsanları kitleye, sürüye dönüştürerek estetize edilmiş yöntemlerle ayartıyorlar!
- Medyalar çağımızın afyonu!
- Veriyorlar Aristo gerilimini!
- Veriyorlar Marx husûmetini!
- Veriyorlar Freud narkozunu!
Kitlelerin algıları şekillendiriliyor, zihinleri teslim alınıyor, böylelikle algı aklı çarmıha geriyor! Tercih, irade, seçim sırra kadem basıyor, kitleler kütle gibi üretilen imaja göre mührü basıyor istetilen yere! O yuvarlak dairenin içine!
Demokrasi büyük bir yalanın adı! Ve büyük bir talan mekanizması!
Hırsızın hırsızlığını gizleyerek hırsızı deşifre edeni suçlu gösterme mekanizması, hırsızın aklanması ve dünyanın kralı olması!
Demokrasi, imaj imparatorluğunun insan aklı ve tercihleri üzerindeki zaferi!
Demokrasi, yolsuzlukları, haksızlıkları, zorbalıkları en iyi, en ayartıcı yollarla örtbas etme, pekiştirme ve meşrûlaştırma rejimi!
Demokrasi bir oyun!
Demokrasi oynanan bir oyun değil! Demokrasi oyunuyla oynanarak oyun kurulan bir oyun!
- Kafanız mı karıştı?
- Kafanız zaten karışık değil mi?
- Yoksa çok net mi, demokrasi konusunda!
Demokrasi halkın yönetimi diye mi düşünüyorsunuz hâlâ?
Halkın rızalar, imajlar, arzular üretilerek, ayartıcı ve baştan çıkarıcı estetize yöntemlerle sürü gibi güdülmesi olabilir mi acaba, demokrasi?
Cins adam Nietzsche “sürü mantığı” olarak, parlak sosyal teorisyen Michael Mann de cinayetleri meşrûlaştıran karmaşık bir mekanizma olarak tarif etmişti.
Evet, demokrasi, halkın kendini yönetmesi mi, sürü gibi üstelik de gönüllü olarak güdülmesi mi?
Bu soruya vereceğiniz cevap sizin eyyamcı mı, hakikat adamı mı olduğunuzu gösterecek!
Bu sorunun cevabını, Amerika’da gerçekten seçim mi yapıldı, yoksa önceden küresel sistemin lordları tarafından yapılan “seçim” mi dayatıldı, sorusunun izini sürerek vermeye başlayabiliriz...