Yarım kalan

Hiç bir şey gerçekten bitmiyor; dünyadaki her şey bir teneffüs hükmünde.
Hiç bir şey gerçekten bitmiyor; dünyadaki her şey bir teneffüs hükmünde.

Kimse yaşamanın fotoğrafını "karanlık odalar" olmadan çekemeyecek; huzur ve sıhhatin aranılanların liste başında olması ve onları fotoğraflara dâhil etmeye çalışırken yeniden bir hüzün ırmağı içerisinde bulacağız çünkü kendimizi. Yaşanmış olanları, hayatın gittikçe beliren merdivenlerine bırakacağız tek tek ve koşulsuz. Neşesi, hüznü, telaşı ve birçoğunun tarifsizliği ile başka zamanlara emanet edeceğiz onları.

Maziden kalma, siyah beyaz ve uzaktan da olsa tanıdığımız insanların yer aldığı fotoğrafların arka planını hep merak etmişizdir. Kim çekmiştir, nerede çekilmiştir, fotoğrafta yer alanların o anın içerisinde düşündükleri, hayal ettikleri ve şu an ile kıyas etmelerimiz… Kimse yaşamanın fotoğrafını "karanlık odalar" olmadan çekemeyecek; huzur ve sıhhatin aranılanların liste başında olması ve onları fotoğraflara dâhil etmeye çalışırken yeniden bir hüzün ırmağı içerisinde bulacağız çünkü kendimizi. Yaşanmış olanları, hayatın gittikçe beliren merdivenlerine bırakacağız tek tek ve koşulsuz.

Ölüm tetikte duruyor işte, bütün fotoğraflarını yaşamanın ahirete saklıyor eksiksizce… Ve çok uzun zaman önce okunmuş bir kitabın arasında yerini alıyor fotoğraf, arkasında ise şu cümle: "Hiç bir şey gerçekten bitmiyor; dünyadaki her şey bir teneffüs hükmünde."

Neşesi, hüznü, telaşı ve birçoğunun tarifsizliği ile başka zamanlara emanet edeceğiz onları. Eski fotoğrafların yüzlere sirayet etmiş gösterişsiz ihtimamı, duyguları anlık da olsa saklamaya çalışırken, ardından gelenlere o zamanki hislerini doğrudan gösterememek kaygısı olmadan tevarüs edecek tüm anılar. Zordur çünkü taşınmaz olan hislerin, söylenmesi yarım kalan cümlelerin, belki de bir daha yazılamayacak satırların kabullenilmesi...

Gökyüzüne aralanmış bir pencere... Hafif bir rüzgâr esiyor sokaklarda mevsimler henüz iç içe geçmemiş. Biraz yorgunluk voltası ve dertlerle boğuşmanın getirdiği hususi efkâr. Bilemiyor insan bu zamanlarda ne yöne bakacağını! Pencereye doğru bakan kapı yavaşça aralanıyor, gelen şöyle bir bakıyor içeriye sonra selam verip kapıyı yine yavaşça örtüp gidiyor. Mayıs ayının son günleri, hatırlayamıyorum tam olarak hangi gün. Pencereden aşağı bakıyorum. Bir çocuk, önünde yürüyen annesine yetişmeye çalışıyor sanırım. Anlık duruşlarla kendince bir yol yapıyor annesinin peşinden. Sanki görünmeyenleri selamlar gibi hareket hâlinde elleri. Bir serçenin yerdeyken bir sağa bir sola sekmesi gibi zıplıyor her yöne. Bir yandan da mesafeyi ölçüyor zamanı kullanarak, annesine yetişmenin derdinde. Ve nihayet yetişiyor da...

Sorular ve sorulara verilen cevaplar yeterli gelmediğinde, verilen cevaplardan yeni sorular çıkarır insan.

Sorulara Karşı Cevaplar, Cevaplara Göre Yeni Sorular

Ruhun, mekândan ve eşyadan farklı bir zamanının olduğu tarif edilir.
Ruhun, mekândan ve eşyadan farklı bir zamanının olduğu tarif edilir.

Gideceği yeri bildiği gibi duracağı yeri de bilmeli insan; nefesi daralmadan, yorulmadan ve sonucu öğrenmeden önce. Bilmeli ki durduğu yer sorulduğu yegâne yer olsun! Suretlerin aslını aradığı bu dünyada, bir fotoğrafın arka planını anlatmak veya özelleştirerek fotoğrafta gördüğümüz şeyi anlatmak, dolambaçlı ve kırılgan bir iz bırakıyor kaldığımız yerin geçiciliğine.

Ruhumuzun suretimize yani bedenimize ne kadar yansıdığını ve ne kadar uyum sağladığını kendimize dışarıdan bakmayı deneyerek anlayabiliriz. Bu dışarı tanımı illa fiziksel bir alanı ihtiva etmez. Ruhun, mekândan ve eşyadan farklı bir zamanının olduğu tarif edilir. Zamanın değerini anlayabilmek belki de her çağda insanoğlunun birincil gündemlerinden biri olmuştur.

Belki de fotoğraflarda görmeye çalıştığımız şey, zamanın değerine ne kadar yakın olduğumuzdur. Sorular ve sorulara verilen cevaplar yeterli gelmediğinde, verilen cevaplardan yeni sorular çıkarır insan. Sorular ve sorulara verdiği anlamlarla yaşıyor insan, nice düşünceler takılıp kalıyor tam da bu noktada insanın aklına. Önceden sezilemeyen şeyler, çarptığımız duvarlarda görünür hâle geliyor. Düşüncelerle seyr ü sefer ediyorken, aklıma Cahit Zarifoğlu'nun yarıda kalmış, yani ölümü nedeniyle tamamlayamadığı romanı geliyor: "Anne". Kitabı okuyunca şöyle diyorum kendi kendime:

  • "Böyle yarıda kalması tamamlanmış bir kitaptan daha zinde tutuyor zihnimi". Tamamlayamadığı kısmını devam ettiriyorum kendimce. Okuduklarımdan yola çıkarak fotoğraf karelerini hayalimde birleştirsem de son noktayı koyamıyorum.

Yarıda kalan bir şeyler hep içimi acıtıyor nedense. Bir şiir, bir kitap, bir cümle ya da bir aşk... Hiç bir şey gerçekten bitmiyor; dünyadaki her şey bir teneffüs hükmünde. Kervansaraylarda olduğu gibi geride bıraktıklarımızın hasretini yanımıza alarak konaklıyor sonra geçip gidiyoruz. Güneş yüzüme vuruyor... Gökyüzünde bir buluta çakılı kalıyor gözlerim. Tam bu anda deklanşöre basıyor birisi. O an, siyah kutuda saklanıp bekliyor kâğıda yansıyacağı günü.

Gölge, görevini icra ediyor, ışık var oldukça. Fotoğraf, bir başka iz bırakıyor insanın yitiğine. Ölüm tetikte duruyor işte, bütün fotoğraflarını yaşamanın ahirete saklıyor eksiksizce… Ve çok uzun zaman önce okunmuş bir kitabın arasında yerini alıyor fotoğraf, arkasında ise şu cümle: "Hiç bir şey gerçekten bitmiyor; dünyadaki her şey bir teneffüs hükmünde."