Vatan millet edebiyatından 15 Temmuz’a...
Milletim, vatanım, ırkım, dinim şimdi hepsi benim için anlamını net buluyor. Hepsi yerliyerine oturuyor. İdrakime giydirilen gömlekleri parçalıyorum şimdi. Belleğim taze, birmilat başlıyor benim için. Türk bayrağını meydanda ilk defa sallıyorum, diyor yanımdakiarkadaş. Dört yaşındaki oğlum Filistin mi diyeceğim diyor. Hayır, Türkiye diyeceksindiyorum, Türkiye.
28 Şubat 1996’da sekiz yaşındaydım. Televizyonlardaki olağanüstü hali, babamın tedirginliğini, evdeki huzursuzluğu kavrayabiliyordum. Şubat soğuk ve sert bir yorgunluktu bizim için.
Öğretmen bir babanın ortanca çocuğuydum. Yaşamak zordu geçim derdi kuşatmıştı babamı ek iş filan yapıyordu. Buna rağmen yorulmuyordu, o zor yıllarda lojmanlarda üstelik “siyaset” yapıyorlardı ve biz büyüyorduk bir şekilde. Komşular tarafından taciz ediliyorduk sürekli. Farklı ideolojilerden olanlar babamı şikâyet edeceklerini söylüyorlardı. Lojmanlarda siyaset olmaz diyorlardı bize. Kuşağım bilir Şevki Yılmaz dinler, teybin önüne diz kırar, sert marşlar ezberlerdik. Kahrolsun tağutlardan, mustazaflardan, müstekbirlerden derken ciddi şeylerden bahsettiğimi bilirdim dilim dönmese de.
15 Temmuz’la bunların hepsinin çok alakası var. Bu gün tarih yazıldı, kimi şehid oldu, kimi yaralandı. Sabahlara kadar haberlerden, meydanlardan ayrılmadık.
Karşı komşumuzun evindense yüksek sesle “Onuncu Yıl” marşları çalardı, o zamandan anlamıştım biz farklıydık. Bunu bir yerime kaydetmiştim elbette. MGV’nin faaliyetleri hızla devam ediyordu. Babamın Renosunun arkasında üç kardeş saatlerce vakfın önünde simitle filan oyalanır dururduk. Sohbetlerde anneme ulaşamazdım. Önü olanca kalabalıkla dolu olurdu annem kürsüde konuşurken.
MGV’de karı koca başkanlık yapıyorlardı. Köy köy gezer, tiyatro yapar, kermes düzenler hep bir telaşla geçerdi günleri. Vakfın altına malum cemaatten bir kısım ablalar konuşlanarak MGV’nin kalabalığına gelen insanları durdurur burası MGV diye insanları kendi sohbetlerine döndürdüklerinden bahsederdi annem. Güler geçerlerdi onlar, ben bunu da bir yerime kaydetmiştim elbette.
Babamın öğrencileri beni durdurur “Kürt müsün, Türk mü, Arap mı” diye sorarlardı. Babam Müslüman olduğunu söyle dediğinde, ama baba biz Kürt’üz demiştim içimden. Annem ve babam Kürt’tü. Biz Kürtçe konuşamasak da bu böyleydi. Gittiğimiz her mahallede ısrarla Kürt’üz biz dedim ‘ama siz farklısınız’a geldi konu her zaman. Bunu da bir yere kaydetmişim elbette.
15 Temmuz’la bunların hepsinin çok alakası var. Bu gün tarih yazıldı, kimi şehid oldu, kimi yaralandı. Sabahlara kadar haberlerden, meydanlardan ayrılmadık. Ama ben de başka bir şey, başka bir uyanış oldu 15 Temmuz. Vatanı sevmek faşistlikle eş tutuluyordu. Liberaller, sosyalistler, solcular milliyetçileri aşağılıyordu her zaman. Sağcılık köylülükle eş değer görülüyor, olanca savaş, acı, tecrübe edinmiş halkın refleksi aşağılanarak küçümseniyordu. Bizse Müslümandık. Müslüman’ın milliyeti olmazdı nedense. Osmanlı dağılmış TC kalmıştı elde.
Darul Harpti hem buralar. Cuma namazı dahi şüpheliydi. Darul Harp mı değil mi sorularına muhatap kuşağım, faşistlik yapar mıyım şey olmasınlardan bu güne: net vatan diyor artık. İlk defa bayrak asıyorum eve. Kırmızı artık beni yormuyor. Filistin bayrağını coşkuyla sallarken, kendi bayrağıyla bu kadar geç barışmış olmayı anlayamıyorum. Benim için 15 Temmuz millet olmaktır bu yüzden. Irkçı, lümpen zevat kendisini ayrıştırınca kalan bayrak kalan Türkiye’ymiş zaten. Evet, ‘Vatan Somut’muş, anlıyorum.
Cemaatin Üniversitede bana yaşattıkları herkesin malumu olan şeylerdir, herkes yaşamıştır aynını. Müslümanların başı yanarken bunlar nasıl bu kadar büyüyor baba dediğim zaman henüz lisede, işin içinde bit yeniği olduğunu anlamıştım. İki matematik sorusu çözemeyen arkadaşlar evlerin kamplarına alınarak; asker, polis oluyordu. Üniversitede benden bir pislikten kaçar gibi kaçıyor, sıramın altına yazılar bırakıyorlardı.
- Eylemlerimizde, ümmetin hiçbir derdinde bizden değillerdi, yanımızda olmamakla birlikte yolumuza taş koyuyorlardı. Gülüp geçiyorduk. Ama artık bitti şükür. Çözüldüm.
Kürt siyasi hareketinin Haziran seçimlerinden bu yana, HDP sonrası nasıl şekil değiştirdiğini, meselenin başka olduğunu, silahları ve ihaneti de gördük. Ben insan haklarından bahsederken aslında nasıl başka bir oyunun parçası olduğumu daha net gördüm. Çözülüyordum. Gezi olaylarında Müslümanların nasıl ötekileştirildiğini, İslam’ın bu topraklarda nasıl istenmediğini, meydanlarda kimlerin olduğunu, sonrasında neler yaşandığını gördük. Gezi kuşağımı mahallesiyle kucaklaştıran son nokta sandığımız bir olaydı. Çözülüyordum. 15 Temmuz liberal, sosyalist, solcu tüm zevatın mahalleye göre nasıl tavır aldıklarını, bir kez daha halkı nasıl aşağıladıklarını, sokakta kimlerin olduğunu gösterdi bize. Biber gazına olağan üstü tepki veren adamların, tanklara-tüfeklere karşı duran Müslüman halkın kahramanlığına utanmadan “tiyatro” dediler. Çözülüyordum.
Milletim, vatanım, ırkım, dinim şimdi hepsi benim için anlamını net buluyor. Hepsi yerli yerine oturuyor. İdrakime giydirilen gömlekleri parçalıyorum şimdi. Belleğim taze, bir milat başlıyor benim için. Türk bayrağını meydanda ilk defa sallıyorum, diyor yanımdaki arkadaş. Dört yaşındaki oğlum Filistin mi diyeceğim diyor. Hayır, Türkiye diyeceksin diyorum, Türkiye. Bayrakları sallarken onlar, hep birlikte bir çözülüş yaşadık biz. Şer bildiklerimize hayır Türkiye’ymiş. Vatan da bizim millet de bizim. Sen hala vatan millet edebiyatında devam ede dur. Biz “Siper et gövdeni dursun bu hayâsızca akın”larda bir savaştayız şimdi.