Usûl
Müziğin usûlüne "meşk" diyoruz. Meşkte eserler öğrenilmez, "geçilir." Yani eser ancak gerçek bir üstâddan, bir "fem-i muhsin"den alınırsa hakkı verilebilir. Meşk, kâmil olandan ham olana sadece bilgi değil edebin de aktarıldığı süreçtir. Zaten müzik meşkinin de ana hedefi şarkıcı veya çalgıcı olmak değil insan-ı kâmil olmaktır.
"Usûl" de yakın zamanlarda kaybettiğimiz değerlerden birisi... Edeb gibi, muhabbet gibi... Konuşmaktan iş yapmaya, araba sürmekten ticarete kadar hayatın hemen alanında usûlü, nizâmı, edebi ara ki bulasın...
"Usûl" kelimesi "asıl" kelimesinin çoğuludur. "Asıl" ise Arapça "kök" demek... Diğer anlamları ise "ilke ve esas..." Demek ki usûl sahibi olmak; "olsa da olur, olmasa da" diyebileceğimiz türden bir teferruat değil. İşin özü, temeli... Usûl bizde "yol, yordam, yöntem" anlamında kullanılıyor. Meşhûr sözdür: "Usûl olmadan vusûl olmaz." Yani bir şeyin yolu, o şeye erişmenin esasıdır. Her şeyde öyledir. Bizim geleneğimizde ilimlerin ve sanatların usûlleri kendilerinden daha öncelikli ve önemlidir. Meselâ usûl-i fıkıh, fıkıh ilminin, usûl-i tefsîr tefsîr ilminin kapısıdır. Neden? Çünkü usûl yol ve yöntem demek olduğu için o ilmin kapsamını, içine giren ve girmeyenleri, temel bilgileri, kavramları târif eder. Târif olmadan ârif olmaz. Müzik de bir "ilim," hatta Dede Efendi hazretlerinin söylediği gibi bir "ilm-i şerîf" olduğu için onun da usûlü vusûlünün ön şartıdır.
Müzik de her bir ilim ve sanat gibi muhabbet ve ciddiyet ile elde edilir. Muhabbet kişiyi yola bağlayan, ciddiyet ise kişiyi yolda ber-devâm kılan nimetlerdir. Muhabbetten şevk ve meşk doğar. "Aşk olmadan meşk olmaz" sözünün gerçek anlamı budur ve müzikle de sınırlı değildir. Müziğin usûlüne "meşk" diyoruz.
"Usûl" kelimesi "asıl" kelimesinin çoğuludur. "Asıl" ise Arapça "kök" demek... Diğer anlamları ise "ilke ve esas..." Demek ki usûl sahibi olmak; "olsa da olur, olmasa da" diyebileceğimiz türden bir teferruat değil. İşin özü, temeli...
Meşkte eserler öğrenilmez, "geçilir." Yani eser ancak gerçek bir üstâddan, bir "fem-i muhsin"den alınırsa hakkı verilebilir. Meşk, kâmil olandan ham olana sadece bilgi değil edebin de aktarıldığı süreçtir. Zaten müzik meşkinin de ana hedefi şarkıcı veya çalgıcı olmak değil insan-ı kâmil olmaktır. Müzikte usûlün ikinci bir anlamı daha vardır. "Usûl," "ritm" anlamındadır. Evet, usûl kavramı Batılılar'ın ritm dedikleri şeye benzer ama onun aynısı değildir. "Usûl" "kök, temel, esas" anlamında iken, "ritm" kelimesin "kâfiyeli şiir, veznin revişi" anlamına gelir. "Reviş de neymiş" demeyin, lütfen biraz zahmet edin Ferid Devellioğlu veya Kubbealtı Lûgati'ni açıp bakın. Kolaycılıkla ilim elde edilmez. "Ritm" kavramı, "zamanda hareket" demek olan Latince "rhythmus" kelimesinden geliyor.
Bu da Yunanca "rhythmos" kelimesinden alınmış ki "ölçülen akış veya hareket, oran, simetri, ayarlama, düzen, şekil, akıllı, tavır, ruh, karakter" demekmiş.. Kökü "rhein" yani "akmak" fiilinden geliyor. Burada bir hikmet var. Zaman da akar. Müzikteki usûl, zaman ile ilgili bir boyuttur. Yani soyut, süregiden zaman boyutunda melodinin, nağmenin bir zaman aralığını işgâl etmesi demektir. Zaman gibi hava da soyuttur. Bizdeki pek çok müzik eserinin ismi de "hava" olarak geçer: uzun hava, kırık hava, kasap havası, Rumeli havası, mehter havası, vb.. Dolayısıyla müzik eseri gerçekte bir havanın, iklimin, bir psikolojik durumun aynasıdır. Usûl ise belirli bir havada yaptığımız seyr ü sefer gibidir. Usûl, eserin belirli vuruşlardan oluşan düzeni demektir. Bu açıdan bir müzik eserinin omurgasını oluşturur. Bu omurga üzerine nağmeler giydirilir. En sade usûl, bir "düm"ün ardından bir "tek"in geldiği usûldür. Kalbin atışı veya yürüyüş ritmi gibi... Buna nîm sofyân diyoruz.
Eğer bu usûlde bir eser dinliyorsanız nağmelerin merkezinde sürekli dümtek, düm-tek, düm-tek vuruşları işitirsiniz. Düm daha kuvvetli, tek daha hafif bir vuruştur. Bunlar ardı ardına gelince sanki bir dalgalanmayı andırır. Askerî marşların çoğunda bu usûl kullanılır. Zaten "marş" kelimesi Fransızca "marche" kelimesinden alınmadır ki "yürüyüş" demektir. Aslında âlemin de bir usûlü var. Çünkü her usûl çeşitli vuruşlardan oluşur. Her vuruş ise titreşimlerden doğar. Titreşimler ise hayatın göstergesidir. Âlemdeki temel vuruş, kalbimizin de usûlü olan düm-tektir. Tik-tak, güp-güp, bir-iki deseniz de aynıdır. Ama iki vuruş aynı şiddette değildir. Dikkatle dinlerseniz kalbin ilk vuruşu ile ikincisi arasında hem zaman, hem de şiddet farkı olduğunu anlarsınız. Demek ki bize köşeli, eş, türdeş gelen herşey bile birbirinin aynısı değildir. Aynen hayat gibi... Düzenli görünen her yerde aslında müthiş bir çeşitlilik, çeşitlilik görünen her yerde ise müthiş bir düzen vardır. Bunu en iyi tevhid ehli anlar.
Zira vahdet içre kesret ve kesret içre vahdet, onun hem imanı, hem duygusu, hem eseridir. Usûl aynı zamanda hareket bildirir. Bu yönüyle de hayatı yansıtır. Hayat da hareket ile kâimdir. Hayatın usûlü ve gideri, yani temposu yerden yere, kişiden kişiye, toplumdan topluma, zamandan zamana değişir. Nasıl her insanın yürüyüşü aynı değilse, farklı coğrafyaların havaları ve dansları da aynı değildir. Kimi usûller aynen insanlar gibi çevikçe, kimi sekerek, kimi çok muntazam, kimi sağa-sola sallanarak, kimi göğsü dik, kimi iki-büklüm yürürler. Meselâ bizim müziğimizde pek çok "aksak" usûl vardır. Yani aksayan, topallayan, seken... Türk aksağı, aksak, aksak semâî gibi... Bu usûlleri dinlerseniz, aynen hayat gibi inişli-çıkışlı olduğunu anlarsınız. İnsan da yürürken hep dümdüz yürümüyor. Ayağımız takılıyor, sendeliyoruz, yalpalıyoruz. Aksak usûller bunu yansıtır. Oysa Batı müziği ritmlerinde genellikle standart, eşit ve muntazam kalıplar vardır. Mekanik anlayışın bir sonucu elbette...
Usûller devrevîdir, ritm ise doğrusaldır. Çünkü medeniyetimizin esas şekli dairedir. Daire tevhidin bir remzidir.
Aslında Batı'daki bugünkü düzen; insana, mekâna ve zamana göre çeşitlilik arz eden boyutlara müdahale edilmesi, bazılarının seçilip bazılarının yok sayılması, geriye bırakılanların standartlaştırılması, yeknesaklaştırması, "âdi"leştirilmesi ile oluşmuştur. Kitlesel tüketim kadar kitlesel müzik de böyledir. Batı müziğindeki ritm anlayışı da bunun bir yansımasıdır. Izgara tarzı, mahalleleri bölen cadde ve sokaklardan oluşan şehir planları gibi köşeli, türdeş ve katıdır. Çünkü esas hedef kontroldür.
Bugün rap, hip hop gibi müzikler ise hecelerin ritm gibi kullanıldığı müzklerdir. Hayatın çoraklaşmasının, insanın dibe vurmasının göstergesidir.
"Böl ve yönet" siyasetten mimariye, sanattan müziğe kadar esas usûldür. Bu yüzden hayattaki sonsuz çeşitliliği bir-kaç kalıba sığıştırır. Bu bölücü düzene olan inanç 20. asrın başında sarsıldı. Kübizm, dadaizm ve nihilizm gibi kaçış yaklaşımlarıyla beraber katılığı değil akışkanlığı temel alan caz müziği de aynı dönemde revaç buldu. Usûl, hareket gösterdiği gibi hareketi teşvik de eder. O yüzden birçok dilde "müzik" ve "dans" aynı kelimedir. Melodi ve belki ondan fazla ritm insanı içine alır.
Bir süre sonra insanın eli-ayağı, kafası istemsiz şekilde hareket etmeye başlar. Erzurumlu'nun bar havasına, Kafkaslı'nın Şeyh Şâmil havasına, Egeli'nin zeybek havasına dayanması, kalkıp oynamaması zordur. Çünkü müzik aynı zamanda insanı kişisel ve sosyal olarak inşâ eden bir nimettir. İnsan muhabbetle o havanın makâmına ve usûlüne kendini kaptırırsa vecde gelir, cezbeye düşer. Bunun gibi Hak ehli de Hakk'ın tecelli sesini duyunca kendisini kaptırır. Bir bardağa bir ummanı boşalttığınızda nasıl bardak dayanamaz taşırırsa, insanın kalıbı da Hakk'ın nûruna dayanamaz. İnsan elinde olmadan bağırır, titrer, hatta kendini yerden yere atar. Dervişlerin bu cezbeli hâllerine şaşıranlar pop veya rock konserlerinde, bir makâmı veya paray elde edince transa girenlere baksınlar.
- Derviş Hak nûrundan, diğerleri ise nefis zulmetinden cezbe içindedir. Bizde usûl, müzik icrâsında dâima işitilen, işitilmesi gereken ana unsurdur. Bu sebepten kudüm, bendir, daire, def hep saz heyetlerinde vardır, olmalıdır.
Batı müziğinin aksine diğer müzisyenleri yöneten usûl vuranlardır. O yüzden saz heyetinin bir kenarında değil, tam ortasında otururlar. Klasik Batı müziğinde ise ritm sürekli vurulmaz. Zaten ritm aletleri de senfoni orkestrasının en arkasında yer alır. Ana değil yardımcı bir unsurdur. Elbette ritm sazlarıni duymadan da müzik eserinin ritmini hissetmek mümkündür. Ama işitmek bambaşka bir şeydir. Ben Batı müziğinin son üç asrını senfonik (klasik müzik), melodik (pop müziği), ritmik (rock müziği) ve mekanik (rap müziği) olarak tasnif ediyorum. Bu müzik anlayışlarının zamanlarının felsefi, siyasi, sosyal ve ekonomik gelişimlerini yansıttığı kesindir. Meselâ pop müziğin rağbet kazandığı İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin aynı zamanda Batı'da ritm kavramı gibi tekdüze, yeknesak, homojen robotik bir hayat nizamı demek olan Fordizmin sorgulandığı döneme denk gelir. Bu dönem Batı'nın altın çağıdır.
Aristokrasi ve sermaye sınıflarının oluşturduğu koalisyonun müsaadesiyle avâmın refah kazanması, bazı hakları elde etmesi müziğin sadece ritmik yapısına değil kullanılan sözlere, enstrüman tiplerine ve müziğe eşlik eden dans, gösteri, orkestra, hatta içki ve uyuşturucu türlerine etki etmiştir. Ritmin giderek merkezi hâle gelmesi, aslında Batılı insanın klasik müziğin elitist, aristokratik, üstüncü egemenliğine karşı rahatsızlığını da bize gösterir. Bugün rap, hip hop gibi müzikler ise hecelerin ritm gibi kullanıldığı müzklerdir. Hayatın çoraklaşmasının, insanın dibe vurmasının göstergesidir. Başka bir fark: Usûller devrevîdir, ritm ise doğrusaldır. Çünkü medeniyetimizin esas şekli dairedir. Daire tevhidin bir remzidir. Daire, tek bir nokta etrafında yan yana sıralanmış sonsuz noktadan oluşur.
- Dairenin üzerindeki noktalar arasında hiyerarşi yoktur. Ders halkası, zikir halkası, sohbet halkası dediğimiz hep daireseldir. Usûllerdeki vuruşlar da birbiri ardına gelen tren katarları gibi çizgisel değildir, dönen bir çarkın üzerindeki gibi sıralanırlar.
Batılı ritmler bir doğru üzerinde birbirine eş, aralıkları eşit vuruşlardan oluşur. Bunun modern düzen, hareket ve âhenk anlayışıyla doğrudan ilişkisi vardır. Nitekim ilericilik fikri de zamanın doğrusal olarak tanımlanması ve ona yüklenen nitel anlamdan ibarettir. Bizde usûlleri oluşturan vuruşların insan isimleri gibi isimleri vardır. "Düm, tek, tâhek, tekkâ" gibi... Bizim usûllerimizin isimleri de gerçeklikle irtibatlıdır.
Meselâ "zencîr" usûlü var, bildiğiniz zincir anlamında... "Fahte" usûlü var, "güvercin" demek. Usûllerde yer ve kavim isimleri de geçer. Meselâ sofyân, İran Âzerbaycanı'nda bir şehir ismidir. Ayrıca Türk aksağı var, devr-i tûran var, devr-i Hindî var, Firengi-fer, Firenkçîn var. Kısacası usûl deyip geçmeyelim. Sadece bu kavram bile tek başına bize kendimizle, varlıkla, âlemle ilgili pek çok şeyi anlatıyor. Kendi usûlümüzü ise fıtratımızın ve âlemin usûlü olan Hakk usûlünü keşfederek ve ona âhenk tutarak keşfedebiliriz.