Türk aydınını tanımak için gerekli malzemeler
Numara ne kadar büyükse o kadar büyük sanattır çünkü. Bedri Baykam’ı hatırla. Boş çerçeve. 100 bin dolar. Bir sürü bisküvi. Niye konuşuyoruz çünkü alıcısı var. Ama henüz ve hala içi boş bir sanat galerisi açmayı akıl edememişlerdir efendileri gibi.
‘Türk aydını’ dediğimiz bir şey var malum. Televizyonda, gazetede türlü mecralarda bir şekilde çıkıyorlar karşımıza. Çok bilgililer, en bilgililer, süper zekiler ve acayip zarif. Kabul edelim, politik okumaları hepimize parmak ısırtıyor. Müziğin hasından ve şarabın tadından aynı anda ve aynı oranda iyi anlıyorlar. Aydınlar, ellerinde el fenerleri yukarıdan aşağıya doğru ışık tutup aydınlatıyorlar hepimizi. Hiç bitmeyen pilleri var, ithal piller. Her ne kadar Türklükleri tartışmalı olsa da varlar, etkililer ve yaşıyorlar. Onları tanımanın en kestirme yolu ortak vasıflarına odaklanmak. Ortak vasıfları çok, en öne çıkanı; İslam’ın cahili olmaları. De ki altı yüz sayfalık kitap. Çokluk ömürleri boyunca Kur’an’ı bile bir kere baştan sona okumamışlardır. Ama bilgilidirler.
O kadar ki “Ben Hadis-i Şerif kitaplarını okudum ama Sevgili Peygamberimizden daha çok ‘Resulullah’ diye birinin sözleri var” diyeni bile vardır bu türün. Düşün artık. ‘Hutbe kim’ diye soranından tutun da okunan sela’dan sonra ‘sürekli de ezan okuyorlar’ diye irtica niyeti kovalayanına kadar çeşit çeşit türleri vardır. Yanlış anlaşılmasın, televizyon ekranında ‘gerçek İslam bu değil’ diyenler de bunlardır. Erken Cumhuriyet’teki örnekleri bugünkülerle kıyaslanamaz bile, kabul. Yüz yıl öncekiler de bugünküler gibiydi ama en azından düşmanlık ettikleri şeyi az çok biliyorlardı.
Bugünkülerden birisi yakın zamanlarda televizyon ekranında, Zincirlikuyu Mezarlığı’nın önünden geçerken gördüğü giriş kapısına yazılmış ayet meali üzerine şunu demişti hatırlarsan; “Bir de oraya can sıkıcı bir yazı yazmış belediye; ‘her canlı ölümü tadacaktır’, diye. Güzel bir söz yazsana oraya.”
Kopy-paste entelektüeli olduklarına bakmayın bilgili ve cesurdurlar. Mantıklı bir şey söylemiş gibi ‘okumak zorunda mıyım’ diyebilirler korkmadan. Parantez açıp söyleyelim; tabi ki okumak zorundasın geri zekâlı. Sadece o da değil, mesela Büyük İmam’ı ve İmam Maturidi’yi de bilmek zorundasın. Yoksa Türkiye üzerine cümle kuramazsın. Tartışmasız ve net… Divan’dan şiir okumadan Osmanlı tarihini anlaman nasıl mümkün değilse, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin niye bu kadar çok okunduğunu anlamadan Türk halkını da anlaman mümkün değil çünkü.
Yanlış anlaşılmasın, ‘İslam’ın cahili olmak’ sadece en görünür vasıflarıdır. Yoksa aralarında meal yazarları, tefsir hocaları, din tüccarları da vardır bunların. Kendi çocuklarının geleceğini, Türk milletinin çocuklarının geleceğine bağlı görmeyen bir şeydir Türk aydını toplamda. Bir akıl tutulmasıdır. İsminin başındaki ‘Türk’, zangoçluk ettiği gerçeğini örtmek içindir. Yoksa Fransa’da doğmamış olmaları, tanrıya kızmalarının asıl sebebi değildir.
Bir diğer ortak vasıfları da budur; Türkiye’nin karşısında yer almalarıyla ünlüdürler.
Pek çoğu basit, bir kısmı efendilerince tasarlanmış küçük zeki numaraları vardır bunların. Hâkim rüzgârların şişirdiği bir yelkenlidir ki yönünü de rotasını da kendisi belirlemez. O yüzden bazen ağzına kadar Batılı görürsün onları Almanya ve Fransa dolaylarından; bazen etkili bir Rus sanırsın bütün devrimcilerin ışık tuttuğu yolda dikildiklerinden… Bu yüzden yüzünü biraz doğuya dönen Türkiye üzerine ‘eksen kayması’ tartışmaları yaparken görürsün onları bazen. Bazen birden mollalar cumhuriyeti İran’cısı olmuş bazen de Baas destekçisi Esed’çi olmuş görürsün. Acınası bir türdür hâsılı. Bir diğer ortak vasıfları da budur; Türkiye’nin karşısında yer almalarıyla ünlüdürler. Nerede fotoğraf verdiklerinin önemi yoktur. Hikâyesini başka hikâyelere özenerek örmek isteyen bir ‘memnuniyetsiz’dir o.
Batmış bir hikâyenin kendini hala fazla önemseyen yan karakterinden başkası değildir bugünkü Türk aydını. Taşerondur asla daha fazlası değil… Orijinal ve özgün üretimleri yoktur. Çevirmendirler. Berbat çeviriler yaparlar üstelik. Sanat galerilerine şöyle bir göz atın. Projelerin yüzde doksanı geçen yıl herhangi bir Avrupa ülkesinde zaten yapılmıştır. Onu yuvarlayıp buraya getirince ‘yüksek sanat’ diye sunarlar sana. Halkın ilgisizliğinden çokluk yakınmazlar çünkü halkın vergilerinden paylarına düşeni bir şekilde almayı başarmışlardır ve zaten halkın anlamayacağı şeyler yaptıkları konusunda mutlak bir inanç taşırlar içlerinde. Modern sanat adına sergilenen küçük, basit, rezil numaralara ‘vay be’ ünlemi eşliğinde rükû ederler. Numara ne kadar büyükse o kadar büyük sanattır çünkü. Bedri Baykam’ı hatırla. Boş çerçeve. 100 bin dolar. Bir sürü bisküvi. Niye konuşuyoruz çünkü alıcısı var. Ama henüz ve hala içi boş bir sanat galerisi yahut kapısı kilitli bir galeri açmayı akıl edememişlerdir efendileri gibi.
Türk aydını denilen şey, aslında salona kabul edilmiş bir zenciden başkası değildir. Göz alıcı şapkalar ve renkli papyonlar karşılığında salona kabul edilmiş zarif bir garsondur. Hizmet etmek için oradadır ve hizmetindeki başarısı oranında övülür efendilerince. Hizmetindeki başarısı oranında üfürülür yelkenlerine. Buradaki ilişkide üzülmekten başka bizi ilgilendirecek bir şey yok, kabul ediyorum.
- Ama salona kabul edilen zenci, kendi türünün kabalığını, cahilliğini ve medeniyet bilmezliğini (!) sorun yapıyor her seferinde niyeyse. Batı’ya baktıkça kamaşan gözlerinin ışıltısı ve yüzünden hiçbir vakit eksilmeyen o sıtma gibi sırıtması, yüzünü buraya döndükçe kayboluyor.
Komedi burada başlıyor; bizim adımıza bizden utanıyorlar. Onları tanımanın bir diğer yolu da budur; nerede esmerliğinizden, yer sofrasına oturmanızdan, yemekten sonra tabağı sünnetlemenizden ve gâvura gâvur demenizden rahatsızlık duyan, içten içe utanan birileri varsa iyi bilin ki o Türk aydınıdır.