Siber şiddet ve iletişim-sizlik
İnsanın hiç görmediği, gerçek anlamda tanımadığı, sadece dijital ortamlarda karşılaştığı kişi veya kişileri hayatına böylesine kolay dâhil etmesi ve bu kişiler tarafından farklı şekillerde şiddet görmesi bu çağa özgü bir vaka… Ve insanlık bununla ne şekilde başa çıkacağını da biliyor değil…
Günümüz dünyasında şiddet artık; fiziksel, cinsel, duygusal, ekonomik ve siber olarak farklı şekillerde tanımlanıyor. Her insan şiddetin çeşitli şekillerini farklı boyutlarda yaşıyor. Ancak sanal dünyanın önemli bir faktör olduğu günümüzde; sağladığı kazanımların yanısıra siber dünyanın getirdiği “kolay erişilebilirlik”, “kimliksizlik”, “özel hayatın ihlali” ve “siber zorbalık” gibi korkutucu kavramlar da mevcut. Ve bu kavramların her biri siber şiddete çıkıyor. Sanal platformlardaki her “kullanıcı” kendi “görünümünü” arıyor… Çünkü burası bireye her zaman “daha cazip” olanı göstererek onu içinden çıkılmaz bir memnuniyetsizlik çukuruna çekiyor. Şiddet ilk olarak burada başlıyor. Bir sonraki memnuyiyetsizlik parkuruna varıncaya kadar sanal mecralarla insana “boy göstermekten” başka yapacak bir şey kalmıyor. Artık motto “varım, buradayım” değil; “görülüyorum, bir imajım; bak bana, bak!”
Narsizm bile değil bu artık. Sığ bir dışadönüklük, herkesin kendi görünüşünün menajeri hâline geldiği bir tür reklamcı saflığı, der Baudrillard Şeffaflık Toplumu’nda buna. Kendi varoluşunu tamamlamak derdi değildir artık bizi meşgul eden, kıyafet denermişçesine bir görüntü arayışı içinde olmaktır sanal dünyaya ayak uydurmak. Aslında insan, ilk olarak kendisine şiddet uygulamış; karakterine, şahsiyetine ilk darbeyi kendi eliyle kendisi yöneltmiştir sanal dünyaya ayak uydurmaya çalışarak. Özellikle sanal mecraları kullanan insanda ortaya çıkan başka birinin kopyası aynısı olmak arzusu ve bunu görünür kılmak ihtiyacı, bireyin kendine uyguladığı bir psikolojik şiddet türüdür. Kişi, yalnızca sanal bir beğeni nesnesi olan görüntüyü, hiç sorgulamaksızın kendisine tatbik etmeye çalıştığında, tam anlamıyla varoluşuna savaş açmış ve kendisine korkunç bir şiddet uygulamış olur.
Yüz yüze söylemenin güç geldiği ifadeler bir mesaj ile çok rahat
“Vaktiyle yaşamın bütününe dair bir proje olan kimlik, ânın bir özelliğine dönüştürülmüştür artık. Vaktiyle tasarlanan kimlik, artık sonsuza dek devam etmek üzere inşa edilmez, aksine sürekli olarak bir araya getirilmesi ve parçalara ayrılması gerekir.”
Göz göze, diz dize gelen ve aynı sofrayı paylaşan insanların bile anlaşmasının belli kaidelere bağlı oldu bir dünyada; birbirini sanal platform üzerinden -karşı tarafın izin verdiği şekilde ve ölçüde- tanıyan insanlar nasıl sağlıklı bir iletişim kurabilir?
(Bauman, Yaşam Sanatı, s. 25) Ve yine Bauman’ın da dediği gibi, kimliklerimiz, birer sanat eseri gibi yaratılmak zorundadır. Yani bir sanat eseri gibi biricik, tektir; özeldir, başkasına uygulansa dahi yine farklılıklar olacaktır. Siber şiddet ise işte bu noktada kendisini gösteriyor; ferdi kendisine yabancılaştırarak. Ferdi rahatlıkla sanal mecrada şiddete maruz bırakacak şartları sağlayarak… Henüz kendini tanıyamamış, ahlaki doğruları olmayan, can yakmaktan korkmayan, kendi değer çizgisi oluşmamış insanların çok rahatlıkla tanıdıkları ya da tanımadıkları bir başkasına bilerek ya da bilmeyerek kolaylıkla zarar verebileceği bir yer sanal ortam. Özellikle son zamanlarda bu mecralardaki psikolojik ve cinsel şiddetin gittikçe arttığını gözlemleyebiliyoruz. Bu şiddetin muhatapları hem kadınlar hem de erkekler…
Kendi kişisel hayatına nitelik kazandıramayan, kendisi olmaktan mutlu olmayan hatta çevresindekileri de mutsuz eden insanların, yaşadığı umutsuzluğu ve mutsuzluğu sanal ortamlarda şiddet uygulayarak başkalarına yansıttıklarına şahit oluyoruz. Çünkü sosyal medyada bir başkasının hayatına dahil olmak, başka bir hayatı etkilemek için sadece klavyenin tuşlarına dokunmak yeterli. Sanal kimliklere erişimin, sanal arkadaşlığın kolaylaştığı ortamlarda, siber zorbalığa/ şiddete maruz kalanların sayısı gün geçtikçe çoğalıyor. Sanal mecralar, kişilerin “olmak istediği gibi” görünmesini kolaylaştırıcı platformlar olarak tercih edildiği sürece, bir başkasının hayatına herhangi bir ekrandan dahil olabilmek çok daha tehlikeli bir hâle geliyor. Kendini istediği gibi sunabilen kişinin eylemleri ise bir başka kişiyi savunmasız bırakabilecek güçte. Yüz yüze söylemenin güç geldiği ifadeler bir mesaj ile çok rahat karşı tarafa aktarılabiliyor; olmadığımız biri gibi davranıp yalan beyanlarda bulunmak ve başkaları hakkında kişilik haklarını ihlal eden davranışlar sergilemek işten bile değil artık.
Dil insanın kendi kendine yüklediği ilk stres ve şiddet kaynağıdır
Yapılan araştırmalara göre, sanal şiddete maruz kalan bireylerin maruz kaldıkları şiddetten etkilenme oranının yaş aralığıyla ilgili olduğu ortaya çıkıyor. Yine bu mecralarda kadının maruz kaldığı cinsel şiddet boyutunun gerçek hayatta maruz kaldığı fiziksel şiddetin ötesine geçtiğine de şahit oluyoruz. İnsanın hiç görmediği, gerçek anlamda tanımadığı, sadece dijital ortamlarda karşılaştığı kişi veya kişileri hayatına böylesine kolay dâhil etmesi ve bu kişiler tarafından farklı şekillerde şiddet görmesi bu çağa özgü bir vaka… Ve insanlık bununla ne şekilde başa çıkacağını da biliyor değil…
Dil insanın kendi kendine yüklediği ilk stres ve şiddet kaynağıdır.
Dil, birbirini anlamak isteyen iki insan için büyük olanaklar sağlarken; sanal mecraların kontrol edilemezliği iletişimden samimiyet ve gerçekliği eksilterek dilin insan ilişkileri için sağladığı olanaklarını büyük ölçüde köreltiyor ve tam anlamıyla dil üzerinden bir şiddet üretiyor. Yalan söylemeyi, iftira atmayı kolay kılan imkânlarla donatılmış sanal dünyanın aldığı son hâl, bize dil ile bahşedilmiş nimete bir nankörlük mahiyetinde.
Göz göze, diz dize gelen ve yeri geldiğinde aynı sofrayı paylaşan insanların bile anlaşmasının belli kaidelere bağlı oldu bir dünyada; birbirini sadece sanal bir platform üzerinden -karşı tarafın izin verdiği şekilde ve ölçüde- tanıyan insanlar, hakiki manada nasıl anlaşabilir, ne ölçüde sağlıklı bir iletişim kurabilir ve kendilerini birbirlerinin şiddetinden nasıl sakınabilir?