Sanki dünya ölünün başucunda açık kalmış bir radyo
Orası neresi, burası bir adam, Abdurrahman Cahit Zarifoğlu. Muhkem istikamet ve evet, müphem bir ada. Ama yine de safi Türk şiiri. Pilot olmak için evden kaçtığında, çoktan uçar en güzel şiirine. Uçar ve o şiirlerde yaşar, bulutların üzerinde, hiç durmadan kendi kendine çarpan kurşuni yağmur bulutları gibi, yaşar, yazar. Edebiyat dersinden beklemeye kalır hayat. Kalsın, otostopla kendini gezmek vardır, hep kendine doğru bir seyahat. Heyhat! Zarifoğlu’nun kalbinden sızanlara yetmez bunlar. Hayat!
Orası neresi, burası bir adam, kendi ruhunu arayan bir şairin ardından. Seçkin bir kimse değil, isminin baş harfleri “acz” tutuyor, bağışlanmayı diliyor en çok, bağışlanmayı ve derdest edilmeyi. Dünya zindanından kalemiyle kaçmaya çalışırken ve kendine sürgün edilirken bile, yalnız. Orası neresi, burası bir adam, Abdurrahman Cahit Zarifoğlu. Muhkem istikamet ve evet, müphem bir ada. Ama yine de safi Türk şiiri. Pilot olmak için evden kaçtığında, çoktan uçar en güzel şiirine. Uçar ve o şiirlerde yaşar, bulutların üzerinde, hiç durmadan kendi kendine çarpan kurşuni yağmur bulutları gibi, yaşar, yazar. Edebiyat dersinden beklemeye kalır hayat. Kalsın, otostopla kendini gezmek vardır, hep kendine doğru bir seyahat. Heyhat! Zarifoğlu’nun kalbinden sızanlara yetmez bunlar. Hayat! Orası neresi, burası bir adam, Artist Aristo.
En soğuk kışı bile ısıtır ipince bir şiir kitabı, işaret çocuklarıyla arkadaşının odun sobasında karşılaşır, çocukluğuna rastlar gibi, alevler içinde. Şiirleri kül olur, öyledir, kül kokar ateşe eren. Afganistan’dan Hama’ya uzanır içindeki bütün yollar. Savaş ritimlerini duyar bir annenin sesinde. Cereyanlar hiç bitmez, kavgalar, pişmanlıklar ve Maveralar… Orası neresi, burası bir adam, güneşe yol yapan çocuk. Güreşip bütün gelişleriyle, gecikmiş bir deniz feneri. Güreş ve planör kursları sonra, ama bröveyi şiirden almak yine! Hayret makamında, rüya sahnesinde, öyle ya; bir değirmendir bu dünya. Ezilir tane tane insan. Buğday başak. Un ufak olur ve savrulur tarlaya; kurda, kuşa, aşa! Orası neresi, burası bir adam, alnından öpsünler diye bir vuruşta yıkılan. Suyu hep böyle geçer, varlığını afet sanırlar.
Hür ve gözü eşyada değil, yorulur maddeden; ta ki dünya biter, köşk kurulur, liman sakinleşir.
İkinci Yeni’nin ırmağında bir kaçak yüzücü, kendi denizinde boğulmayı istemek yine de. Hür ve gözü eşyada değil, yorulur maddeden; ta ki dünya biter, köşk kurulur, liman sakinleşir. Orası neresi, burası bir adam, böyle bir çiçek vardı. Rüyadaki geçit büyüyüp, ezip el tutan, alnını bütün bir duvara dayayan ve sesleri bir orman büyüklüğünde. Anlaşılmaz değildir şiiri, zordur sadece, zor yazar. Örtülü mana ve kalbin “zor”u. Hayat ve yalnızlık. Şiir ve ümmet. Mümin ve yakarış. Kandil ve kelebek. Çocuk ve Allah. Düzen ve düzensizliğin içinde; Zarifoğlu Cahit. Cem değil aslında içinde dönüp duran, her daim Abdurrahman.
Orası neresi, burası bir adam, “Bir Yunus Emre olmak isterdim. Herkes anlar onun şiirini. Bir okuma-yazma bilmez, eğitim görmemiş bir köylü de bir veli de.” Orası neresi, burası bir adam, bazı şiirler, bazı kandiller, bazı kanserler, bazı menziller.
Bazı kanserler, evet. Mavera, dünya, kırlarda açan çiçekler, yedi güzel, yedi uyur, yedi masal, yedi haziran. Muğlaklık bir toprak ferahlığında. En çok bağışlanmayı dileyen. Zarifoğlu. Cahit. İsminin baş harfleri “acz” tutuyor. Ruhu ebediyen alfabesiz.
- *Cahit Zarifoğlu