Post-Modern Mitoloji Sözlüğü: Antik kent ve vakumlu hurç
Antik kentler, tarih öncesi zamanlardan depara kalkarak post-modern mitoloji sözlüğünü surlarla çeviriyor. Günümüzde, pratik hayatımızın içerisinde. Bakımsızlığı, demodeliği ve kalabalığıyla kimsenin farklılaşmasını istemediği bir yer. Lüks değil. Vaadi yok. Tüm çağları eşitleyen bir zaman makinesi.
Birbirinden farklı coğrafyalarda doğmuş insan sürüsü olarak, dağılıyoruz dört bir yana. Bizden binlerce yıl önce yaşamış, inşa etmiş, medeniyet kurmuş, sancak dikmiş insanların topraklarındayız.
Acaba hangimiz onların en yakın akrabası diye düşünüyorum. Önümdeki turist kederli bir sigara yakıyor. Kesinlikle o olmalı. Antik kent, tarihi kalıntılar, günümüz müzeciliğinin bir parçası. Coğrafyamızın neresini kazırsanız kazın muhtemel bir anıta dönüşüyor. Bitmiş bir medeniyet. Sonlanmış bir tarih. Geride kalan taş. Kültür. Geleceğe büyük bir heyecanla asılan kent insanı için antik kentin değeri nedir? İnanmadığımız bir mitolojiyi neden bu kadar merak ediyoruz? Köşeyi döndüğümüz gibi karşımıza bir sentor çıkma ihtimali mi? Yoksa günün birinde aynı duruma dönüşecek olmamız mı? Bilmiyorum.
Antik kent müzeciliğini diğerlerinden ayrı tutuyorum ama. Bu gezinti biçimi kesinlikle dâhil olduğumuz, temas ettiğimiz bir şey değil. Bu tekrar satılamaz bir olgu. Belki, tükenişin kaçınılmaz beklentisi. Bize bulaşmayacak bir hayatı görmenin, izlemenin eğlencesi.
Unutmadan eklemeliyim; antik kentlere biletle girilmez.
Çıralı’dan Olimpos’a doğru yürüyoruz. Telefonlar, tabletler, sırt çantaları. Deniz bitiyor ve kent başlıyor. Yerlisi olmayan herkesin turist olduğu bir imparatorluk.
Antik kentler, tarih öncesi zamanlardan depara kalkarak post-modern mitoloji sözlüğünü surlarla çeviriyor. Günümüzde, pratik hayatımızın içerisinde. Bakımsızlığı, demodeliği ve kalabalığıyla kimsenin farklılaşmasını istemediği bir yer. Lüks değil. Vaadi yok. Tüm çağları eşitleyen bir zaman makinesi. Binlerce yıldır kimsenin gözüne çarpmamış bir madeni parayı bulma ümidi. Antik kentlere ilgi, modern dönemle birlikte başladı. Öncesinde çoğu kültür için günümüzdeki gibi bir anlam ifade etmiyordu. Modern dünyayla birlikte hızla gelişen teknoloji arkeolojide yeni imkânlar sağladı. Daha doğrusu, antiği büyülü olandan kopartarak rasyonel bilime kattı. Her şeyi açıklayabiliriz. Her taşı, sütunu, güneşi ve ayı. Bunca ilginin kökeni bilim tutkusu olamaz. Birbiriyle ilgili olmayan pek çok insanı aynı fotoğrafta yakalamanın tek yolu belki de antik bir sur.
Başka bir teori ise şunu söyleyebilir: İnsanların masala olan tutkusu, onları antik kentlere çekiyor. Her şeyin mümkün olduğu çağlar. Bir çobanın krala dönüşebildiği, bir orman cininin sizi büyülediği. Padişahların güzel kızları için ejderha kovalanan çağlar. Antik kent, bizim için var olmayan bir gerçeği kendimize kanıtlamamızın tek yolu. O yüzden kıymetli. Heyecansız bir kişi bulamazsınız içinde. Şu kayanın üstüne tırmanmak, taşın altına bakmak gibi gereksiz aksiyon içindedir tüm misafirler. Antik kentler bizim hakkımızda ne düşünür peki: Büyük bir mezarlığı taciz eden canlılar…
Çıralı’dan Olimpos’a doğru yürüyoruz. Telefonlar, tabletler, sırt çantaları. Deniz bitiyor ve kent başlıyor. Yerlisi olmayan herkesin turist olduğu bir imparatorluk. Yürüyoruz. Her köşede ayrı binlerce hikaye. Fark etmek, kaçmak, yakalamak olanaksız. “Hayatım” diyorum.
“Sana Olimpos’un yer altı tünellerinde yaşayan kör adamın hikayesini anlatmış mıydım? Başlıyorum...
Vakumlu hurç
Bir arkadaşım mesaide çok daraldığı zaman vakumlu hurç videoları izlediğini itiraf ediyor. Abi acayip bir şey, bi çeşit pokemon gibi ya da ne biliyim tarih öncesi canlısı sanki, süpürgeyle hacmi değişiyor aklın durur.
- Hurç alışık olduğumuz bir şey. Öz mü öz Anadolulu. Peki “vakumlu hurç” öyle mi? Vakumsuz versiyonuyla hiçbir akrabalığı yok. Bir tanesi şefkatli, ihtimal barındıran ve iyiliksever. Diğeri ise acımasız, yok edici ve elektrik bağımlısı. Bir çeşit pokemon. Poke topuna saldıracak ve yok edecek kadar kararlı.
Vakumlu hurçlar artık hayatımızı çevreliyor. Taşınırken ya da ev içi düzenlemede, “üstad” saygısı onlarda. Kışlıklar, yazlıklar, eskiler, olmayanlar, modası değişenler… Tam anlamıyla bir günlük. Anı defteri. Torunlarımıza notlar yerine vakumladığımız hurçları bırakacağız. Tavan arasında, küçük balkonda ya da kullanılmayan banyoda. Kendilerine ansızın ve amansız bir şekilde yer bulabilirler. Bir çeşit virüs. 3’lü ve 5’li ve 7’li topluluklar halinde alanlarımızı ele geçiriyorlar.
Vakumlu hurç, post-modern zamanların kuyusu. Yok edilemeyen, saklanamayan ve kimsenin kurutamayacağı bir kuyu. Sonsuz ihtimalleri teke düşüren bir zaman makinesi. Doldur, çek. Yıllar sonra döndüğünde seni orada bekliyor. Derin dondurucunun inorganik hali. Elektrikli ev aletlerinin yeni üyesi. Arkadaşım bunun büyüsüne vurulan ilk insanlardan olmasa gerek. Post-modern mitoloji sözlüğünün tam ortasında, etrafındaki maddeleri yutmaya çalışan bir başlık. Kulaklarımıza dolan süpürge sesinin hakkını vererek gözümüzün önünde koca kabanları küçülten bir buluş. İnovasyon. Büyü. Alıştıkça kendisine hakaret ettiğimiz ama sinsi sinsi evimizi ele geçireceği günü bekleyen bir düşman. Tüm vakumlu hurçlar bir gün toplanıp kaybolursa ne yapacağımızı düşündük mü hiç? Uzak geçmiş, yakın gelecek ya da tam tersi. Bilmiyorum. İyi bir “Doktor Who” bölümü olabilirdi:
Bir sabah tüm vakumlu hurçlar sahiplerini takip etmeye başladılar. Havada süzülerek, yarım metre arkalarından, hiçbir şeye zarar veremiyorlardı. Niyetleri meçhul.
Çağımızın nesneyle kurduğu ilişkiyi anlamak için alışılmadık objelerden yola çıkmak gerektiğine hep inandım. En alışıldık şeyi ters çevirdiğinizde bambaşka bir şeye dönüşüyor. Vakumlu hurç çoktan post-modern mitolojinin bir parçası oldu.
Hatta daha icat edilmeden. Havalar soğurken, kitaplığın üstünden indiriyorum. KIŞLIKLAR, BURÇAK-ESKİLER, KÖYE GİDECEKLER. Dördüncüyü ayırıyorum. Geri kalan üçü tekrar yukarıya. Aynı bu cümle gibi gereksiz. Zaman öldürücü. Dördüncünün kapağını çeviriyorum. Tüm dünyayı kaplıyor.