Politika fikri
Lanetlilerden farklı olarak, Araf’ın sakinleri bu yoksunluktan ötürü acı çekmezler. Onlar -bizlere vaftizle aşılanan- doğaüstü bilgiye değil de yalnızca doğal bilgiye sahip olduklarından, üstün iyiliği kaçırdıklarını bilmezler; bilseler de (bu konudaki başka bir görüş bunun mümkün olduğunu söyler) duydukları üzüntü, makul bir insanın uçamadığı için duyduğu üzüntüden daha fazla olmaz
*Giorgio Agamben, Nesir Fikri, Metis Yayınları, Ocak 2009. Çeviren: Fırat Genç
Teolojiye göre, bir yaratığın karşılaşabileceği en ağır ceza -ki bunun bir çaresi yoktur- Tanrı’nın gazabı değil, unutuşudur.
Teolojiye göre, bir yaratığın karşılaşabileceği en ağır ceza -ki bunun bir çaresi yoktur- Tanrı’nın gazabı değil, unutuşudur. Onun gazabı aslında rahmetiyle aynı hamurdandır; ancak kötülüğümüz sınırı aştıysa, Tanrı’nın gazabı bile terk eder bizi. “İşte o korkunç an,” diye yazar Origenes, “günahlarımız için artık cezalandırılmadığımız o an: Kötülüğün ölçüsünü kaçırdığımızda, kıskanç Tanrı şevkini üzerimizden alır: ‘Kıskançlığım,’ der, ‘seni terk edecek. Senin iyiliğin için, artık sana öfke duymayacağım.” Her türden cezanın ötesindeki bu terk ediş, bu kutsal unutkanlık en rafine intikamdır; mümin, telafisi mümkün olmayan tek şey olarak gördüğü bu terk edişten korkar, onun karşısında düşünceleri dehşet içinde geri çekilir. Kutsal âlim, mutlaklığın bile bilmediği, Tanrı’nın zihninden sonsuza dek silinmiş şey, nasıl düşünülebilir?
Bernanos, böyle terk edilen kişi için şunları söyler: “non pas absous ni condamne, notez bien: perdu” (ne bağışlanmış ne de hüküm giymişse, aman dikkat: kaybolmuş demektir). Durumun bu kadar korkunç olmadığı, kendine has bir mutluluğa ulaşan tek bir hal vardır: İlk günahtan başka günahları olmadan ölüp de, deliler ve erdemli paganlarla birlikte sonsuza dek Araf ta ikamet eden vaftiz edilmemiş çocuklar. Mitissima est poena puerorum, qui cum solo originali decedunt. Teologlara göre Araf’ta, yani cehennemin o ebedi hududunda kalma cezası, azap verici bir ceza değildir, ne alev ne işkence vardır orada; sadece Tanrı görüsünden mütemadiyen yoksun bırakan, mahrum edici bir cezadır bu.
Ancak lanetlilerden farklı olarak, Araf’ın sakinleri bu yoksunluktan ötürü acı çekmezler. Onlar -bizlere vaftizle aşılanan- doğaüstü bilgiye değil de yalnızca doğal bilgiye sahip olduklarından, üstün iyiliği kaçırdıklarını bilmezler; bilseler de (bu konudaki başka bir görüş bunun mümkün olduğunu söyler) duydukları üzüntü, makul bir insanın uçamadığı için duyduğu üzüntüden daha fazla olmaz. (Bunun acısını çekiyor olsalar düzeltemeyecekleri bir hatanın acısını çekiyor olacakları için, tıpkı lanetliler gibi acıları yüzünden umutsuzluğa sürüklenirlerdi ve bu da adil olmazdı.)
- Dahası, bedenleri, kutsanmış olanlarınki gibi hissizdir. Ama sadece kutsal adalet karşısında. Geri kalanında, doğal mükemmelliklerinin tadına sonuna kadar varırlar.
O yüzden en büyük ceza -Tanrı görüsünün yokluğudoğal mutluluğa dönüşür: Onlar Tanrı’yı bilmezler, asla da bilmeyeceklerdir. Bir daha hiç bulunmayacak gibi kaybolmuş, acı çekmeden bu kutsal terk edilmişlikte ikamet ederler: Onları unutan Tanrı değildir, asıl onlar Tanrı’yı hiç hatırlamamışlardır; onların nisyanı karşısında kutsal unutuşun hiçbir gücü yoktur. Yerine ulaşmayan mektuplar gibi bu yüce varlıklar da kadersizdir. Ne seçilmiş kişiler gibi mübarek, ne de lanetlenmişler gibi umutsuzdurlar; sonucu olmayan bir umutla yüklüdürler her daim.
Bu Araf’ta kalma hali, Melville’in yarattığı en anti-trajik karakter olan (insan onunkinden daha acıklı bir kader görmemiştir sanki) Bartleby’nin sırrıdır; kutsalla birlikte tüm insan aklının üzerinde dağılacağı, o yerinden sökülemez “yapmamayı tercih ederim” köküdür.