Orası neresi burası bir adam
Cahit Zarifoğlu.... Üzerinde durduğu, hiç aksatmadığı tek şey şiirdir. “Her anlamda hocamdı” dediği Sezai Karakoç’tan çok şey öğrenir. Dergisinde yazar. Pakdil’in çıkardığı dergide de yazar. Ve nihayet 1976’dan sonra dostlarıyla büyük bir edebiyat çıkışı olan Mavera’yı ateşler. Orada şiir, hikâye, orada mektuplar, orada kendini yayınlar.
1. “Bize ağır gelen kendimizizdir.” Kabul çok söylendi. Ama en çok ona yakışıyor. Böyle bitebilirdi bile bu yazı. Tek bir cümleyle: Artist. Şairdi işte. Ama öyle böyle değil… 1940’da Ankara’da görüyor dünyayı ilk. Sonra pek çok yeri…
Çocukluğu Urfa, Maraş ve Ankara’da geçiyor. Sonra İstanbul tabi ağırlıyor bu artist bünyeyi. ‘Gitmek’ aslında en çok onun üzerinde şık dururdu. Çünkü yolculuk fikrinin kendisinden yapılmış bir adamdı. Hiçbir harfi abartılı değil bu cümlenin. Bu net. İlk yolculuğuna daha çocukken… 1944 kışı. Baba Niyazi Bey’in Siirt’e tayini çıkıyor. Cihan, ikinci kez harbe tutuşmuşken harbe girmeyen Türkiye’ye harbin bütün şartlarının girdiği yıllar. Yolculuk ruhta bir açık, damakta bir tad.
Öyle fiyakalı laflar, ciddi pozlarda büyük entelektüel cümleler kurmaz, kuranları da sevmezdi. Türk şiirinin numara yapmayan en sahici adamı kimdir sorusuna cevap arıyorsanız, Cahit Bey’i görmeliydiniz.
2. “Yoruldum maddemden.” Daha geriden başlayalım. Babası Niyazi Bey. Güngörmüş bir adam. Önce Maraş’ta öğretmen. Sonra Ankara Deftardarlık’ta memur. Sonra Hukuk Fakültesi ve Hâkimlik: Silvan’dan Tunceli’ye kadar. 1950’de emeklilik ve yeniden Ankara. Avukatlık yaparken bir yandan da camilerde fahri vaizlik Maraş’ta. Anne Şerife Hanım’la evliliği sürerken yeniden evlenmesi, Cahit’in gönlünü soğutur. Baba varken babasızlık… Ağabeyi Sait, işte bu yüzden ‘Baba Sait’tir. Anne? Acı çekmiş bir kadın. Anneler, acı çekmiş kadınlardır zaten. Nakşi Şeyhi Abid Efendi’den dersli. Virdlerini aksatmaz bir mürit. Her daim Kur’an okur bir kadın. Olan biteni anlamaya çalışan bir çocuk. Olan biteni, yani dünyayı. Dünya: Derin ve gürültülü bir kuyu. Ne kadar uzak, o kadar net.
3. “Bütün büyük anlar yalnızlıktan yontuldu.” Sessiz ve sakin bir çocukluk. İçe kapalı. Öyle yıldız bir öğrenci değil. Tembel de değil. Hepimiz gibi sıradan işte. İlkokul beşte sınıftaki bir kıza, ilk aşk. Göğün çağrısına hep kulak vermiş bir gövde. Abisi ‘Baba Sait’ Planörlük kursu kazanır lise zamanlarında. Cahit Lise 2’dedir, ne olacağını umursamadan gizlice Eskişehir’e kaçar. Planörlük kursuna… Bir süre sonra brövesini alıp eve geri döner. Peki sonra? Sonra Maraş’ta lise. Güzel arkadaşlıklar. Lisede bugün pek çoğunu tanıdığımız güzel isimlerle okur. Nuri Pakdil, Edebiyat Hocalarının gözetiminde Hamle diye bir dergi çıkarır. Hareketli ve güzel bir lisedir. Hareketli bir sınıfa düşer. Rasim Özdenören, Erdem Beyazıt, Ali Kutlay, Hasan Seyithanoğlu ve ağabeyi Sait Zarifoğlu. Şair de aynı ortamdadır. Öyle görünür ama değildir. Hepsinden farklı, hepsinden ayrıdır.
4. “Ne çok acı var.” Ekip arasında liseyi en geç bitiren olur. 1961’de ancak. O yıl Maraş’ta vekil öğretmenlik. Bu sıralarda yerel gazetelerde edebiyat sayfaları. Aslında liseyi uzatmasının sebebi gazeteciliğe dalması. Ciddiyetle eğilir edebiyat ve sanat sayfalarına. 60 darbesinde bütün yerel gazeteler, tek bir gazete altında birleşince şair de oradadır. O sıralarda kültür sanat haberleri yapar dışarıdan bakınca. Ama o kendi evrenini kuruyordur aslında. Bir yayın gerilmesi gibi düşünün… Boşalan kiriş, onu İstanbul’a ve Avrupa içlerine kadar fırlatacaktır.
5. “Düştümse sana bakarken düştüm.” Sonra yüksek tahsil imkânı gelir çatar. Baba Niyazi Bey, “Ben 18 yaşında evlendim, çalışarak okudum ve ev geçindirdim, sen de başının çaresine bak” diyerek İstanbul’a uğurlar şairi, hiç harçlık vermeden. Ankara-İstanbul treninde parası İzmit’e kadar olan mesafeye yeter. Şöyle bir çözüm bulur: Uyuyacaktır ve uyandığında kondüktöre gidip ‘ben İzmit’te inecektim, beni niye uyandırmadınız’ diye fırça atacaktır. Plan tutar ve İstanbul’a ulaşır. İstanbul Üniversitesi, Alman Dili ve Edebiyatı bölümüne dostları onun adına çoktan kayıt yaptırmıştır bile.
- Tercih hakkı yok, Alman Dili ve Edebiyatı okunacak. İstanbul’a gelince önce Sezai Karakoç’a denk düşer yolları, sonra Necip Fazıl’a. O yakasından düşmeyen unvanı Necip Fazıl verecektir zaten ona: Artist.
6. “Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim…” Kronolojik biyografiye imkân vermeyen bir tarihi var Zarifoğlu’nun. Yaşamak’taki kendi günlükleri bile bunun ispatı aslında. 1949’dan 1978’e, oradan 1968’e ve oradan 1974’e sıçrayıp durur. Üniversite yaşamı, bir imparatorluk genişliğindedir. 10 yılda ancak biter. Ama hem okuyup hem de çalışmak zorundadır. Tüm bu zamanlarda titizlikle üzerinde durduğu, hiç aksatmadığı tek şey şiirdir. “Her anlamda hocamdı” dediği Sezai Karakoç’tan çok şey öğrenir. Dergisinde yazar. Pakdil’in çıkardığı dergide de yazar. Ve nihayet 1976’dan sonra dostlarıyla büyük bir edebiyat çıkışı olan Mavera’yı ateşler. Orada şiir, hikâye, orada mektuplar, orada kendini yayınlar.
7. “Sanırım çok gezdim.” Bir yaz tatili arasında otostopla Avrupa’yı dolaşmaya çıkar, dolaşır da. Farklıdır, artisttir. TRT’de şurda burda pek çok yerde çalışır ama bunlar konumuz değildir. Sarıkamış ve Kıbrıs Barış Harekatı’nda askerdir, bunlar da değil. Kimdir’i anlamaya çalışalım. En net özet şudur aslında. Bir gün bir kaç dostuyla Necip Fazıl’ı ziyaret ederler evinde. Herkes heyecanlıdır bu büyük adam karşısında. Rasim Özdenören anlatır: Cahit, Üstad konuşurken sıkılmış bir halde sağa sola bakınıyordu. Üstad konuşurken sözünü kesti, “Efendim kitaplarınıza bakabilir miyim.” Kalktı kitaplara baktı, plakları görünce tekrar sözünü kesti: “Plaklarınıza bakabilir miyim?” Sonra yine “En çok sevdiğiniz müzisyen kim?” Üstad, “Burada muhteşem bir konser var, sen orada notalarla uğraşıyorsun, artist.”
8. “Aklımdan çıkmıyorsun dedim. Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya.”
‘İşaret Çocukları’ bir durak hayatında. İlk kitabı. Öğrenci bursunu aylarca bu kitabını bastırabilmek için anlaştığı matbaaya taksitle yatırmak zorunda kalır.
Açlıkla geçer o vakitler. Kitapları dolaşıma sokamaz satılmaz haliyle. Bir arkadaşının dayısının bürosunda, bir kış boyunca peyder pey sobada yakılır kitaplar ısınmak için. Büyük şairin ilk eseri, somut bir işe yarar. Sonra başka kitaplar gelir haliyle. 1950 sonrası modern Türk şiirinin en zirve bir iki şairinden biri olarak Türk şiirinde kendi şehrini kurar. Açıldıkça açılan, keşfedildikçe yeni sürpriz adacıklar Suna’n devasa bir şiir bırakır ortaya.
9. “Bu adamlar dev midir yatak görmemiş gövde midir.” Kim ne yazarsa yazsın, bir Zarifoğlu biyografisi imkânsız. Biyografisi en net haliyle bizzat şiirlerinde. Kimse daha iyi anlatamazdı. Kitaplarının listesi, efsane çocuk hikâyelerinin ve şiirlerinin adları falan internette var. Henüz temas etmemiş genç okuyucuya hiç tartışmasız bütün netliğiyle ifade ederiz ki gerçek bir şair görmek istiyorsanız Cahit Zarifoğlu sizi bekliyor.
Şairler kabul etmese de şiirin tahtına tekme atmıştı aslında. Öyle fiyakalı laflar, ciddi pozlarda büyük entelektüel cümleler kurmaz, kuranları da sevmezdi. Türk şiirinin numara yapmayan en sahici adamı kimdir sorusuna cevap arıyorsanız, Cahit Bey’i görmeliydiniz.
7 Haziran 1987’de en sevdiğine gitti. Geride güzel hatıralar ve bir şiir ülkesi bıraktı. Mekânı cennet olsun