Nasıl evlenilmez?
Bazen genç kardeşlerimi görüp üzülüyorum. Aynı hataya düşenbenden yaşlı abileri görünce ise kahroluyorum. Ya her şey müsaitkenvesvese yüzünden evlilikten kaçıyorlar. Ya da -ki bu daha kötüsüsaplantılıbir aşka duçar olup, kaderinde yazılı helal daire imkânlarınıısrarla görmezden geliyorlar. Anla işte kardeşim, olmuyorsaolmuyordur. Allah razı olduğu işi kolaylaştırır. Olmadık zorluklarçıkıyorsa, kaşınmayın. Onun yerine gidip mermiye kafa falan atın.Daha mantıklı.
Konuşmaları, tartışmaları ve genel toplum reflekslerini uzaktan izlemeyi severim. Hatta bazen kendimi bile uzaktan izlerim.
Uzaktan bakınca görüntü netleşir, hızlı arabalar yavaşlar, koşan yürür, yürüyen durur, duran oturur. Büyük resim “buradayım” diye seslenir.
Aile kurumu, sorunlarımızın en temelinde yatan şeydir aslında. Allah nazardan saklasın biz bu konuda yapacağımız eleştirilerden belki beriyiz, ama ateşler her yeri sardığı için biz de yanıyoruz. Kayıtsız kalmak imkânsız.
Aile yapısıyla ilgili tartışmalar olduğunda meşrebine göre herkes bir bozulmadan bahseder. Ama bahsettiğimiz üzre; konuya uzaktan baktığımızda ise herkesin aslında aynı şeyden dert yandığı, aynı bahaneleri ürettiği görülür.
Eşler birbirini bulmadan önce:
“Evlilik bana göre değil.”
“Eğlenecek adam çok, evlenilecek adam yok.”
“Evlenmeye zaman yok. Ben işimle evliyim.”
“Nerede o eski adam gibi adamlar.”
“Abi tek kadınla bir ömür geçmez yaaa...”
“Kadın dırdırı çekemem ben.”
“Modern kadın, erkekleşti. Evinin hanımı yok.”
“Aaaa anneeee... O ne öyle? Köylü gibi görücü usulü.”
“Ruh ikizimi arıyorum, ama bana hep ruh öküzü denk geliyor.”
Yani özetle eş bulamamak sorunu.
Eş adayı bulunduktan sonra ise:
“Beni oyalıyor galiba.”
“10 yıldır nişanlıyız.”
“Birbirimizi biraz daha tanıyacağız.”
“Abi bu devirde evlenmek zor yaaaa…”
“Abi neyle evleneceğim? Hayat çok pahalı.”
“Abi kız da razı, ama düğün çok masraflı.”
“Ailesi ısrarla inkâr ve asimilasyon politikası güdüyor. Konuyu o kadar görmezden geliyorlar ki; ben bile artık yok olduğumu düşünmeye başladım.”
“Ailesi beni istemiyor.”
Google – Ara – Koca
Aslında bu yazının odağı evlilik hazırlığı süreci olacaktı, ama düşündükçe eş bulma hakkında da birkaç şey söylememizin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle şurada anlaşalım: Kaçamazsınız. Bu yüzden evlenin. Çünkü fıtratımız buna teşne.
“Acaba evlenmek için hazır mıyım?”, “Evlenmesem ne olur?” gibi şeyleri düşündükçe vesvese artar, fıtratımızdan uzaklaşırız. Malum zaten, vesvese şeytandan. Böyle düşünceler akla geldikçe yapılacaklar listesi standart: Euzu besmele çekin, Nas, Felak okuyun. Geçer.
Burada anlaştıysak devam edelim. Anlaşamadıysak, severek ayrılalım.
Eş bulma evresi meşrep, sosyal ortam ve takva ölçülerine göre değişkenlik gösterir. Bu yüzden bu konuda beylik laflar söylemeyeceğim, ama şunu unutmamak gerek: Gökte kıyılmamış bir nikâhı yerde kıyamazsınız. Gökte kıyılmış bir nikâhtan da kaçmak isteseniz bile kaçamazsınız.
Meseleye buradan bakınca evlilikten kaçmanın ya da olmazları kovalamadaki ısrarcılığın gereksizliği ortaya çıkıyor. Kader-i mutlak dairesine itirazdaki ısrar cezaya dönüşebilir maazallah.
Çünkü bazen genç kardeşlerimi görüp üzülüyorum. Aynı hataya düşen benden yaşlı abileri görünce ise kahroluyorum. Ya her şey müsaitken vesvese yüzünden evlilikten kaçıyorlar. Ya da -ki bu daha kötüsü- saplantılı bir aşka duçar olup, kaderinde yazılı helal daire imkânlarını ısrarla görmezden geliyorlar. Anla işte kardeşim, olmuyorsa olmuyordur. Allah razı olduğu işi kolaylaştırır. Olmadık zorluklar çıkıyorsa, kaşınmayın. Onun yerine gidip mermiye kafa falan atın. Daha mantıklı.
Bazılarında da fazlasıyla acelecilik hastalığı gözüme çarpıyor. Sanki sınırlı sayıdaki indirimli ürünü kaçıracakmış gibi bir acelecilik. Evlenmezse ölecek gibi bir acelecilik. Peşin peşin söyleyeyim: Evlenseniz de öleceksiniz. Doğan ölüyor.
Öte yandan, hamdolsun, sınırlı sayıda bir üretim ve tükenen karı / koca kontenjanları yok. Burada da kadere teslim olup, Allah’ın adrese teslim bize postaladığı eşi, vesilelere sarılarak beklemekte fayda var.
Evlilik de bir rızıktır. Öncesinde ve sonrasında bereketi kaçırmamak gerek.
İlle sayısal kanıt isterim derseniz, o da var. Evlilik programlarına ve sosyal medyaya bakın. Çiftleşme ve eşleşme isteğini tüm dünyaya haykıran bu kadar insan varsa, yalnızlıktan dert yanan, sürekli yalnızlık yazıları yazan bu kadar insan varsa, bir de daha edepli olup bunu ilan etmeyen büyük çoğunluğun da varlığı düşünülürse, kontenjanlar hala müsait demektir.
Efendim... “Ben öyle biri değilim.” mi diyorsun? Evlilik programları ahlakımızı ifsat mı ediyor? Haklısın. Buna birazdan değineceğim.
Eş bulma kısmı ile ilgili son cümlemizi de kurup, sonraki aşamaya geçelim: Evlilik de bir rızıktır. Öncesinde ve sonrasında bereketi kaçırmamak gerek.
Dünya Evinin Kapısını Bulamamak
Haydi diyelim ki, öyle ya da böyle eş adayı bulundu. Anlaşma sağlandı. Sözleşme aşamasına geçildi. Söz senettir.
Benim en çok kafamı attıran, canımı sıkan kısım buradaki marazlar.
Flört ya da nişanlılık süresinin yıllara yayıldığı bir düzen var mesela. Buldun işte ne bekliyorsun di’mi? Bekleyince ne kazanmayı umuyorsun?
İlk akla gelen “birbirimizi daha iyi tanıyalım” savı genelde evlenince çöker. Evlerden ırak olsun. Bu bahaneyle 10 yıl flört eden, 8 yıl nişanlı gezen çiftlere şahit oldum. Evlendiler ve 1. yılları dolmadan boşandılar. Hani tanıyınca daha sağlıklı idi?
Neden böyle oluyor? İşte yukarıda bahsettiğimiz bereketin kaçması mevzuu yüzünden. Beynin beyni, huyun huyu tanımasıyla olmaz bu işler. Kalbin kalbi tanımasıyla olur. Onun için de zamana ihtiyaç yoktur. Nefsi isteklerimize akli deliller aramayalım.
Ama sanmayın ki asıl meselem bu. Hayır, bu değil. Bahsi geçen konu meşrep, tercih ve takva sorunudur. Kişiler kendi tercihleri üzerinden bu hatalara düştükleri için sözüm yok. Sadece uyarabiliriz.
Benim itirazım adetlere. Fakiri tanıyanlar bilir. Gelenekçi biriyimdir. Genelde bir çıkış yolu varsa bunu gelenekteki karşılığı üzerinden bulmaya çalışırım. Fakat, amma velakin, maalesef, ne yazık ki... Konu düğün dernek işlerine geldiğinde adet ve gelenek diye bize sonradan itelenen şeylerin neredeyse hepsi bir fitne yuvasına, bir korku tüneline, bir şer odağına dönüşüyor.
Bir gün, Üsküdar’da bir gençle tanıştım. Çay içip sohbet ettik. Çocuğa kanım bir anda kaynadı. Böyle muhabbetli anlarda insanlar birbirinin kalbine dokunur. Mutlu olması gereken güneşli durumlarda bile kederle karışık yağmurlu olduğunu fark edince, konuyu biraz deştim.
-Abi seviyorum be. Vallahi. Allah için çok seviyorum.
-Eee ne duruyorsun. Git kızı ailesinden iste.
-Abi istedik zaten. Verdiler hamdolsun.
-Ooo hayırlı olsun kardeşim. Ne güzel. Allah bir yastıkta kocatsın. Yenge neci?
-Anaokulu öğretmeni.
-Eeee düğün ne zaman?
-....
-Hayırdır sıkıntı mı var? Ulan kesin öküzlük etmişsindir ha? (bkz: Ortamı yumuşatmaya çalışırken, duvarı sıvamak.)
-Yok abi, öyle değil.
-Ne bekliyorsunuz o zaman?
-Düğün için para biriktiriyorum.
-Ne zamandır?
-3 yıl oldu abi. Az kaldı ama. 1 yıla tamam olur inşallah.
- Kızın ailesi çok fazla şey istiyormuş. Bizimki bu yüzden para biriktiriyormuş.
- Düşünsenize; ailelerin adet adı altında sundukları işkence yöntemleri yüzünden boşuna geçen koca 4 yıl. Sevenlerin kavuşmasına engel olan koskoca 4 yıl.
- Merak edip neler istediklerini sordum. Liste o kadar uzundu ki bir ara dalmışım. Ayıldığımda kuyumcuda gibi hissettim kendimi. Utanmasalar ağırlığınca altın isteyecekler.
Yetmemiş, marka marka belirtip eşya listesi vermişler. Daha da yetmemiş semt, bina yaşı ve metrekare alt sınırı belirleyip evi bile tarif etmişler.
“Ulan” dedim “bunları neden istiyorlar ki?”
“Onlarda âdet böyleymiş abi.” dedi. Ben böyle âdetin içine... Neyse.
Böylesi daha niceleri var bir bilseniz. Para biriktirmeyi başaramayanlar ya da beklemek istemeyenler ise faizli kredi çekmek zorunda kalıyor. Sonra da yıllarca borç ödeyerek yaşlanıyorlar. Huzur mu? Tabii ki yok öyle bir şey.
Üstelik bu kadarla da bitmiyor. Bir de düğün alışverişine sülalecek çıkma refleksi var. Herkes karşı tarafa daha fazla kazık atmak düşüncesiyle eşya beğenme telaşına girer. “Olacaksa en iyisi olsun.” “Bir kere alınıyor bunlar.” “Bizim oğlumuz / kızımız en iyilerine layık.” “Aaaa bundan alınmazsa olmaz.” Karşısındaki sanki düşman. Gavura vurur gibi vuruyorlar istek kırbaçlarını.
Bir dergide, bir istatistiğe rastlamıştım. Nişan atma vakalarının en çok görüldüğü yer perdecilermiş. Evin her şeyi alındıktan sonra en son perde alındığı için, orada da istekler bitmeyince damatların sabrı taşıp, isyan ediyorlarmış genelde.
Bunların hepsinin nedenlerini sorunca yine tek cevap var: “Bizde adet böyle.” Ben böyle adetin içine... Anladınız siz.
Son olarak da düğün görgüsüzlüğünü de adetlere bindirdik mi, şeytan üçgeni tamamlanıyor.
Son olarak da düğün görgüsüzlüğünü de adetlere bindirdik mi, şeytan üçgeni tamamlanıyor. Bu adetler nasıl adetlerse, özellikle mütedeyyin aileler için söylüyorum, normalde kadın erkek aynı salonda bile oturmazken kol kola halay çekerken buluyorlar kendilerini. Ya da köyde haremlik selamlık düğün yapılırken, sonraki gün şehirde düğün salonunda karşılıklı göbecikler atmak çok normalleşiyor. Çünkü adetler.
Sadece bir an için düşünelim: Bu kadar dünyacı, para göz, acımasız, ilkesiz ve tutarsız adetlerimiz olmasına rağmen, eş bulma konusunda Allah’ın tasarrufunu bu kadar hesap etmezken, flörtün ya da yasal flört olan nişanlılığın süresinin uzaması normalleşmişken aile yapımızın bozulmasında sadece evlilik programlarını suçlamak iki yüzlülük değil mi? Evlilik programları sebep değil, sadece bir sonuçtur.
Gelin, adet işkencelerinden kurtulup, gerçek adetlerimize ulaşana kadar kazı yapalım.
Gelin, herkes kendi ailesine “durun” desin ve gereksiz yüklerden sıyrılalım. Zor olacak ama buna değer. Kızacaklar, üzülecekler, hatta belki küsecekler, ama buna değer.
Kalplerin evlendiğini; adetlerin ve ailelerin ise en büyük görevinin helal daireye giren gençlere yardım etmek olduğunu tekrar görünür kılabileceksek, buna değer.
Gelin, nesiller yetiştirecek olan, toplumsal huzuru tesis edecek olan “ev”lerimizi tekrar kuralım.
Eve dönelim, şarkıya dönelim, kalbimize dönelim. Yoksa bu şartlarda gerçekten evlenilmez.