Modern dönem suikastları
Artık sosyal medyayı açtığımda da sözcüklerin üzerime yıkılacağını filan hissediyorum. Yine evde buzdolabını açtığımda; özlü bir söz, yersiz bir bilgi ya da bir siyasi analiz fırlayacak diye çok korkuyorum. Freudlar, Machivelliler, Kanuniler, İmam Gazzalilerden başlayıp şimdiki dönem değerli isimlerine kadar uzanıyor yelpaze...
“Nerde o eski ölümler!” diye başlık atası geliyor insanın. Allah demek ki ölümün de hayırlısını versin, diyoruz. Bu kez biraz daha alışılmışın dışında ancak. Akın akın ölüyoruz. Akın akın ölüyoruz. Akın akın ölüyoruz ve bilmiyoruz öldüğümüzü, görmüyoruz. Yüksekten bırakılmış bilgi, çarpmış, parçalanmış ve dağılmış. Başlıkları asla yok. Yerdekiler önce sevinmiş bir parça. Çıplaktılar, giyindiler. Bir kısmını bizim eski sahafta gördüm. Eski sahaf derken, Beyazıt falan değil, saçmalamayın. /@eski_sahaf. Güzel de giyinmiş.
Bu dünyayı, yalnızca o bir mısraı bulabilmek adına hatmedenler, dünyanın onca kahrını çekenler; mütevazı hayatları boyunca da ilim öğrenip, ilim öğrettiler. Kimileri göktaşlarından yontmuştu sabrını, kimileri çelikten.
Saf, duru ve berrak gözüken aklı, asla(!) sığlıktan öyle gözüküyor değil… Çünkü tabii ki de bilmek, biliyor gözükmekten çok daha önemli değil. Tıpkı iyi olmanın, iyi görünmekten çok daha önemli olmadığı gibi! Ne oluyor yahu! Neredeyiz biz? Bir deli aralarında anlamsızca dolaşıyor. Yazık ki nasiplenmemiş. Sağa sola bakıp şaşırıyor. Yüzünde kaybolmuşluğun izleri. Tertemiz delirebilmiş ama. Ortalıkta dolaşan yüzlerce bilginin, binlercesini kendine katamamış.
Tek bir kelime ile onları tanımlayabilmek çok güç. Önce onlara hücum eden, tasallut olan sözcüklerden söz etmeliyim. Bu arada ezan okunuyor. O kadar güzel o kadar derin ki. Saçma bir şekilde yazının öyle ulu orta yerinde tüm yazı ezberlerini hiçe sayarak aklımı bulandıran soruları O’nu dinleyerek duruluyorum. Ne derler, derûni mi? Öyle bir şeyler işte. Hayretlerime konu hocalarım var benim. Adam 70 yıl ilim öğrenmiş. Adam usta. Adam; bitirmiş, yitirmiş ömrünü. Bazen sosyal medyada yahut yine öyle uluorta bir yerlerde bir cümlesini -70 yılda; o özetinde özeti saf, net, duru olarak ortaya çıkarttığı, 70 yılda çıkarttığı, o değerli şeyi yani bilgiyi- tek seferde söylediğini, sarf ettiğini, hatta harcadığını görünce durup şunu sorasım geliyor: “Hocam hiç mi acımıyorsun?”Cündioğlu’nun çok sevdiğim bir sözü vardır. “Bir mısra için baştan sona bir divanı hatmetmek.”
Bu dünyayı, yalnızca o bir mısraı bulabilmek adına hatmedenler, dünyanın onca kahrını çekenler; mütevazı hayatları boyunca da ilim öğrenip, ilim öğrettiler. Kimileri göktaşlarından yontmuştu sabrını, kimileri çelikten. Her türlü sıkıntıya katlandılar. Bir fener misali bugünlere, ta ötelerden ışık tuttular. Ve sonra da çekip gittiler hayatlarımızdan. Eskiden öğretmenlerimiz bir araştırma ödevi verdiğinde hemencecik toplanıp en yakın kütüphanenin yolunu tutardık. Günlerce haftalarca ansiklopedi karıştırırdık. Bir cümle bilgi için bin arşın yol kat ederdik. Şimdi ona bu kadar hızlı ulaşabilmek iyi bir şey mi bilemiyorum…
Bilginin “ayakaltı” olması mı üzüyor seni derseniz, tam olarak böyle bir şey de değil aslında. Yeni dünyaya ait o kadar fazla yeni tanım, tartışma alanı, başlık var ki… Onlardan biri, bu konu özelinde “bilgi tüketimi” olabilir mesela. Veya “bilgide hazımsal süreç”. Aslında bu son başlık, yazının genelini de bir parça ifade edebilen bir başlık.
O bir mısraı söyleyebilmek için bir divanı hatmetmiş, ömrünü vermiş birinin o cümlesinin bu kadar kolayca hazmedebileceğini düşünmek akla ziyan zaten. Hazmedilemedi de. Bir ömrün sonunda söylenen o mana, 140 karakter içinde sanki sıkıştırılmış bir cisim, ağır bir metal gibi kafamıza indi.
Altında ezildik pek çoğunun. Düşün ki böylesine yüzlercesi/binlercesi var. Felsefe, matematik, sinema, müzik, siyaset, ekonomi… Her birinden binlerce ilgisiz ama bir o kadar da değerli parça. Ve her yerdeler. Her biri hakkında onlarca yılın araştırması ile ortaya çıkan bu ufak sonuç cümleleri de; “bu, budur” dan ileri gidemeyen akıllar doğurdu pek tabii.
- Özetleyecek olursak; meselemiz, onlarca konu üzerinden yüzlerce bilginin insana -hem de kendini çok da doğru ifade edemeyeceği bir mecrada- yalın ve sadeleştirilmiş cümleler ile hücumudur. Meselemiz, bilmek ve bildiğini göstermek hırsının, bilgiye ve insana suikastıdır. Aynı şekilde bilginin insan dengesini bozmasıdır. Obskürantist değilim. Obskürantist tavırlar/pozlar da kesmiyorum.
Belki bunu anlatabilmek adına “bilgi israfına karşı olmak” gibi bir tabir de kullanabiliriz. Hem meselemi yanlış anlatmamak hem de konuya ikinci bir farklı pencere daha açmak adına en başa dönelim ve şöyle bir tanım ile daha yeniden başlayalım: Hiç kimsenin bir işine yaramayan bilgileri biriktirerek bu bilgilerle insanlara caka satan adamlara “malumatfuruş” diyoruz. Aslında ürettikleri şey tam olarak (evet şey) “entelektüel atık”. Bazı değerli isimlerin, bu bahse konu adamların malumatfuruşluklarına meze olması bir yana (ve bence bu işin en kötü tarafı) artık sosyal medyayı açtığımda da sözcüklerin üzerime yıkılacağını filan hissediyorum. Yine evde buzdolabını açtığımda; özlü bir söz, yersiz bir bilgi ya da bir siyasi analiz fırlayacak diye çok korkuyorum. Freudlar, Machivelliler, Kanuniler, İmam Gazzalilerden başlayıp şimdiki dönem değerli isimlerine kadar uzanıyor yelpaze...
Ne bildiklerinin, ne kadar bildiklerinin, ne söylediklerinin ya da söylediklerinin doğru olup olmamasının bir önemi kesinlikle yok arkadaşların. Modern dönemde suikastlar böyle yapılıyor ne yazık ki. “Hocam hiç mi acımıyorsun?” cümlesindeki feryatta tam olarak buraya dokunur. Machivelli’yi filozof zannedenler mi dersiniz, İmam Gazzali’nin bir sözünün altına “you’re best” yazanları mı dersiniz. İnsanların biraz kafayı kırdıklarını düşünüyorum açıkçası. Boş dengesiz bir teraziye bir çuval bilgiyi şak diye bırakmışlar da, devirmişler kırmışlar aleti… Gibi bir şey. Binlerce tek satırlık cümle. Nerden bakarsan kibir nerden bakarsan ukalalık kokuyor. Geniş bilgi sahibi olmanın, derin bilgi sahibi olmak anlamına gelmediğini şu uyku mahmurluğunu atlattıktan hemen sonra düşünmemiz gerekecek. Çünkü “sığ olmak” bir derttir arkadaşlar.