Marjorie Perloff: Şiir, dili sorgular
Güncel matbu dünyanın, doğrudan peş peşe gelen cümleleriyle şiir yazmanın günümüzde mümkün olmadığına inanıyorum. Etrafımızda o kadar çok dil var ki bunlar bizi adeta bombardımana tutuyor. Bundan dolayı şiirin vazifesinin baskın dil uygulamalarını yıkmak olduğunu, onu sorgulaması ve ona kültürel bir eleştiri getirmesi gerektiğini düşünüyorum.
Söyleşi: Enrique Mallen
Cins İçin Çeviren: Ahmet Ölmez
Çağımızın başta gelen şiir eleştirmenlerinden Marjorie Perloff’un 2007’nin Nisan ayında Texas A&M Üniversitesi’nde gerçekleştirilen “Amerika şiiri” konulu konferans sürecinde, dilbilimci Enrique Mallen’e verdiği röportajdır. Bu röportajda Perloff, Mallen’le; şiirin dilin süreçlerine etkisini, şiirde kelimelerin, bağlamın ve gramere aykırılığın önemini ve anlamını örnekler üzerinden tartışıyor.
Size göre güncel “deneysel” şiir nedir?
İlk başta belirtmek isterim ki “deneysel” kelimesi çok da umurumda değil çünkü söz konusu şiirin sadece bir deney olduğunu ve bundan dolayı da başarısız olabileceğini ima etmektedir. Baudelaire’e “deneysel” şair dendiğini bir hayal etsenize… Yahut Rimbaud’ya. Ben daha ziyade “radikal,” “karşıt” veya aşina olduğumuz “avangart” sıfatlarını tercih ediyorum.
Ama siz güncel şiirin Wittgenstein-vari bir “gramere duyulan güvensizlik” ve “sorgusunu metinselliğe yönelten bir poetika” vasıtasıyla kültürel dil uygulamalarını eleştiren bir “deneysel yapısalcı şiir” olması gerektiğini söylemiştiniz. Bu hususta detaya inebilir misiniz?
Evet. Güncel matbu dünyanın doğrudan peş peşe gelen cümleleriyle şiir yazmanın günümüzde mümkün olmadığına inanıyorum. Etrafımızda o kadar çok dil var ki bunlar bizi adeta bombardımana tutuyor. Bundan dolayı şiirin vazifesinin baskın dil uygulamalarını yıkmak olduğunu, onu sorgulaması ve ona kültürel bir eleştiri getirmesi gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan ayrı kalmanın veya sözdizimi terk etmenin tek başına bir anlam ifade etmediğini düşünüyorum. Büyük eleştirmen Hugh Kenner, avangardın diğer her şey gibi can sıkıcı olabileceğini alaycı bir şekilde ifade etmişti.
Bunu hatırlamakta her zaman fayda vardır. Günümüzde dildeki bağlaçları çıkarıp kelimeleri parçaladığınız vakit ortaya ilginç bir şiirin çıkabileceğine inanan kimseler var. Bunun tersine, Wittgenstein’ın bana kesinlikle öğrettiği bir şey varsa o da görünüşte basit olan bir cümlenin bağlama göre bir hayli ilginç olabileceğidir. Benim örnek aldığım şahıslardan birisi Samuel Beckett’tır ve kendisi Watt eserinde “Bay Knott kolunu düşürdü,” gibi basit cümleler kullanmıştır. Kolunu düşürmek ne demektir? Bu hususta nasıl konuşulur?
O hâlde hususi bir ifadeye mi dikkat kesilmek gerekir?
Bu esas itibarıyla bir bağlam meselesidir. Bence bağlam hayati öneme sahiptir. Bir şeyi nasıl bağlama oturtuyoruz?
Artık teorisyenler güncel şiir hakkında konuşmak istemiyor. İnsanlar günümüz şiiri hakkında hüküm vermekten korkuyor. Özellikle de azınlık şairlerini eleştirmekten korkuyorlar.
Bir tabir bu veya şu bağlamda ne anlama gelir? Bir bağlamda tamamıyla makul olabilir, ama başka bir bağlamda öyle olmayabilir. Wittgenstein’ın acı hesabı buna müthiş bir örnek. “Acım var,” dediğim vakit ne demek istediğimi nasıl anlarsın? Seni kandırıyor olabilir miyim?
Acımın şiddetini -tabii eğer acı hissediyorum diye seni kandırmıyorsam- asla bilemezsin. “Okumak” kelimesi de aynı şekildedir. “Sana bu öyküyü okuyacağım” dediğim vakit belki de bu öyküyü ezberledim de zihnimden aktarıyorum. “Okumak” esasında ne demektir? En basit kelimeler ve cümleler bile oldukça karmaşık olabiliyor.
Bir başka sorum da Gertrude Stein ve “gramatik hareket” olarak adlandırdığınız şeye dair. Sizin beyanınıza göre Stein’ın Tender Buttons (Yumuşak Düğmeler) eserinde sunduğu yenilik “kelimelerdeki görülen şeylerin yapı düzenini ön plana çıkarmaktı.” Bu adımları başka bir şair de takip etmiş midir?
Elbette. Stein’ın kullandığı tarzda gramatikal uyumsuzluğu George Oppen, Louis Zukofsky ve Charles Bernstein’da görebiliyoruz; ama Stein nevi şahsına münhasırdır. Onun “Kızarmış Patatesler” diye bir “yumuşak düğmesi” vardır ve toplam üç kelimeden ibarettir: “Roast potatoes for” (“İçin kızarmış patatesler”). Kimin için veya ne için? Akşam yemeği için mi bu kızarmış patatesler, yoksa benim için mi? Buradaki “for” kelimesi “four” yani Fransızca’daki fırın kelimesi üzerine bir oynama mı? Pommes du four: Kızarmış patatesler? Stein’da müthiş sözel yapılar bulabilirsiniz. Ama hepsi grameri görmezden gelmez. Mesela Gertrude Stein’ın meşhur gizemli sözünü ele alalım: “Beyaz bir avcı neredeyse çılgındır.”
Kimse bunun ne anlama geldiğini bilmiyor. Okurlar ilk başta “Hemingway’den mi bahsediyor?” diye düşünür. Daha geçen gün 16 yaşındaki büyük torunum, babası ve teyzesiyle gittiği Oaxaca gezisinden bahsederken dedi ki “Babam beni çıldırtıyor. Böyle büyük bir şapka giyiyor. Bu, harabelere giderken giyilmesi uygun bir şey değil.” Babasıyla tatlı sert bir ilişki sürdüğü bir yaştadır kendisi. Dediği şey de “Babam beni çıldırtıyor,” sözü. Ben de ona dedim ki “Biliyor musun, bu sözün nihayetinde bana Gertrude Stein’ın ‘Beyaz bir avcı neredeyse çılgındır’ dizesini açıkladı. An itibariyle babanın görünüşü aynen bu.” Stein’ın cümleleri akıl çeler, onların gizemi bize musallat olur. Aynı zamanda kesinlik hakkında, Pound gibi demek gerekiyorsa tam isabet hususunda konuşabiliriz.
Siz bir dilbilimci olduğunuza göre bu sizin ilgi alanınıza giriyordur, özellikle de Ezra Pound’un en gramere aykırı ve ayrışık şiirde bile kesinlik diye bir şey olması gerektiğini savunduğu tez, tabii burada demek istediğim tam da kelimesi denen şey. Eğer şiirde bir kelime kullanıyorsanız, o kelimeyi kullanmak için bir sebebiniz olmalı. Öyle herhangi bir kelimeyi kullanamazsınız. Yakın zamanda American Poetry Review dergisinde yaşlılık ve yetmiş yaşına varmanın zorluklarıyla alakalı bir şiir okudum. Şair “Ve biliyor musun, hatıran gidiyor” tarzında bir cümle kurmuştu. Sonra da şöyle eklemişti “Ama yine de her gün güneş kayboluyor ve ertesi gün tekrar geri geliyor.” Oysa hakikatte güneş kaybolmuyor, sadece hususi bir yerde duran gözlemci tarafından görülemiyor. Burada “kaybolmak” tam da kelimesi değildir.
Günümüzde dildeki bağlaçları çıkarıp kelimeleri parçaladığınız vakit ortaya ilginç bir şiirin çıkabileceğine inanan kimseler var.
Özgünlük ve metinlerarasılık meselesi
Aynı zamanda “Yeni poetika için diğer kaynaklardaki kelimelerin ve cümlelerin uyarlanması yaygın bir kullanımdır.” demişsiniz. Bu önemli midir?
Tabii ki. Mesela Charles Bernstein’ın geçen yıl Brian Ferneyhough ile yazdığı bir opera için hazırladığı Shadowtime (Gölgezamanı) güftesini ele alalım. Bu güfte, metinden bağımsız olarak da okunabilir ve Walter Benjamin’in hayatı ve eserleri üzerinedir. Charles’ın burada yaptığı şey Benjamin’in gerçekten de kullandığı kelimeleri alıp metnine dâhil etmektir. Bu metnin küçük bir parçasında Charles, Benjamin’in meşhur “Marsilya’da Esrar” yazısından on cümle alıyor ve onları değiştirip birçok yansımalı kelime ekliyor ki uyuşturuculu bir fantezi havası oluşsun. Günümüzdeki yazılarda çok miktarda alıntılar ve metinlerarasılık vardır.
Bu bağlamda akla gelen şeyler arasında Picasso’ya karşı yapılan intihal suçlamaları var, kendisinin başka ressamların fikirlerini çaldığı söyleniyordu. Ama birçok sanatkârdan parçalar alıp bunu özgün bir eda ile işlediğinde yeni bir oluşum peyda olmaz mı?
Bu ilginç bir soru. Bence bu hakikatte daha da ileriye gitti. Yani şair ve ressamların diğer eserlerden alıntılar alıp onları yeni şekillerde ortaya koyduğunu söyleyebilirsiniz, ama günümüzde yeni oluşan metnin tamamı bulunmuş metin ya da yeni bir şekilde çerçevelendirilmiş bir uyarlama olabiliyor. Malum Borges böyle yapmıştı, yani yeni bir şey değil bu. Tabii çoğu okur bu tür metinleri sevmez. İnsanların “Falanca hiç özgün kelimeler kullanmıyor” dediğini duymuşluğum vardır; ama kaynak metnin bir kopyasını yapmak kolay değildir.
- Benim için ufuk açıcı bir olay John Cage’in “içinden geçerek yazma” olarak adlandırdığı bir eserini dinlemek olmuştu. Mesela Roaratorio, Finnegan Uyanması ve Boş Kelimeler (Thoreau) eserlerinin “içinden geçerek” yazılmıştı.
Cage, ana metinlerinin “içinden geçerek yazmak” için hususi kaideler getirmişti, ama yeni çıkan metinler tamamıyla farklı şiirlerdi. Bu hususta Unoriginal Genius (Orijinal Olmayan Deha) adlı bir kitap yazmaktayım. Stein’a dönecek olursak: Gertrude Stein’ın Picasso’dan etkilendiği, kübizmden bazı fikirleri alarak edebiyata uyguladığı düşünülüyor. Ama şimdilerde bunun tek yönlü olmadığı hakkında kanaatler mevcut. Picasso İngilizce okuyamıyor olmasına rağmen Stein’dan eşit derecede etkilenmiş olabilir deniliyor. Aynen, Duchamp gibi birçok kimseyi de etkiledi. Poetics of Indeterminacy (Belirsizlik Poetikası, 1981) eserimde Picasso üzerinden Stein’ın kübizmini yazdım, ama artık bu tabirin onun eserlerini karşılayıp karşılamadığı hususunda emin değilim. Stein’ın Picasso’dan ilham aldığı çok bariz, ama Stein’dan etkilenmek babında Marcel Duchamp daha iyi bir örnektir. Duchamp’ın, onun eserle-
rini okuyup takdir ettiğini biliyoruz, ama Picasso bu eserlere bakmamış bile. Picasso onu büyük bir hami olarak görmüş. Picasso, Stein’ın salonunu severmiş, Stein da onun resimlerini satın alırmış. Duchamp ise onu anlıyordu çünkü estetik anlayışları benziyordu. Stein nasıl ki yumuşak düğmeleri bağlamından kopardıysa Duchamp da şişe rafı veya askılık gibi sıradan nesneleri alıp bağlamından koparmıştı. Bu da şüphesiz estetik bir devrimdi.
Şiirde ses ve Kuzey Amerika şiiri
“Slam şiir” hakkında görüşleriniz nedir? Sizce bu şiir türü kâğıtta kaybolan bir “işitsel şiir” midir?
Bazen, evet. Yakın zamanda iki şey oldu. MLA toplantısında, Başkanlık Forumu ve ilgili çalıştayların teması “şiirde ses” konusuydu. Bunun önemli olduğunu düşünüyordum çünkü bu aralar ses, şiir tartışmalarında göz ardı edilen bir unsurdu. Bizim Kuzey Amerika şiiri o kadar yavan hâle geldi ki artık ne şiir gibi gözüküyor ne de kulağa şiir gibi geliyor. Hepsi bir tür doğranmış nesir. Sesi ön plana alarak konuşmanın sesine de geri dönmüş oluyoruz; ama tipik şiir okuması ile gösteri şiir arasında bir farkın olduğunu belirtmek isterim. Çoğu şiir okuması canlanmıyor, esasında gösteri değiller. Diğer yandan Jackson Mac Low, kâğıt üstünde anlaşılması güç bir şairken artık CD vasıtasıyla onu dinleyebiliyoruz ve onu önemli bir figür olarak görmeye başladık. Caroline Bergvall de müthiş bir gösteri sanatçısıdır. Az önce arabamda onun çıkardığı birkaç CD’yi dinledim ve fevkalade olduğunu söylemeliyim. “Ambient Fish” (“Çevresel Balık”) gibi müthiş videolar da yaptı.
ABD’de şiir eleştirisinin mevcut durumu hususunda ne düşünüyorsunuz?
Çok iç açıcı olmadığını düşünüyorum. Ellili ve altmışlı yılların aksine günümüzde mesele artık “çiğ” ve “pişmiş”, ana akım ve muhalefet gibi kavramlar etrafında dolanmıyor. Bundan dolayı da herkes her tür şiire karşı “adil” olmaya çalışıyor.
Bunun neticesinde de diskur, umarsız ve bütünüyle eleştiriden uzak kalıyor. Aynı zamanda artık teorisyenler şiir hakkında, en azından güncel şiir hakkında konuşmak istemiyor. İnsanlar günümüz şiiri hakkında hüküm vermekten korkuyor. Özellikle de azınlık şairlerini eleştirmekten korkuyorlar. Bu üzücü bir şey çünkü Latin Amerika’da muhteşem eserler ortaya çıktığı düşünülürken burada Amerika’da yapılmış şiirlerin de iyi olduğunu söylemek zorunda kalıyoruz. Oysa diğer Amerika’da, sınırın güneyinde ne tür bir şiir var bilmiyoruz.