Kıymetlinin yüzükten tekerleğe evrilişi
Çok Sakallı Adam, ne yapayım da Parlak Yüzlü Kadın benden başkasına bakmasın diye düşüncelere dalmakta, daldığı düşüncelerin derinliğinde boğulmaya ramak kala ha babam de babam yüzeye doğru kulaç atmaktaydı.
Gerek diş minesinin dayanma gücünü neyin artıracağı konusunda uzmanlaşmış İsviçreli bilim adamları, gerekse doğmanın doğup batmanın yarasa ile ilişkisini çözme konusunda adım atamamış Japon bilim adamları, dünya üzerinden bilim ve ilimle ilgilenen herkes bir şekilde zamanın birinde erkek denen insan milletinin arabalara olan düşkünlüğüne kafa yormuş, yorduğu kafa işe yarar bir şey üretemeyinceye kadar fikir üretmiş, nihayetinde meselenin aslını astarını öğrenemeden bu meseleyi kendi içinde sekize dürüp katlayarak kapatmıştır.
Çok Sakallı Adam, ne yapayım da Parlak Yüzlü Kadın benden başkasına bakmasın diye düşüncelere dalmakta, daldığı düşüncelerin derinliğinde boğulmaya ramak kala ha babam de babam yüzeye doğru kulaç atmaktaydı.
Dünyada çözülmemiş çok sayıda problem vardır. Misal Goldbach kestirimi ve Riemann problemi matematikteki çözümsüz problemlerdendir. Erkek milletinin arabaya düşkünlüğünün altında yatan itki ise felsefi çözümsüzlüklerin başında gelmektedir. Ama pek çok karmaşık sorunun gibi bu sorunun da aslında epeyce basit bir cevabı vardır. Bu cevap doğal olarak dünyanın en karmaşık yaratığı denerek kendilerine iltifat etme güvenli alanına sığınmanın en işlevsel olduğu, oysa sadece erkek kadar ama farklı yönden tuhaf olan kadınlar ve erkeklerin doğal olarak kadınlarla ilişkileri ile ilgilidir. Bu ilgili ilişkinin hikâyesi şöyledir.
Milattan önce 3000’li yıllarda medeniyetin beşiği canımız Anadolu’muzda ormanın bitip dağın başladığı bir yerde çok sakallı bir adam ile parlak yüzlü bir kadın yaşamaktaydı. Dağa yaslandıklarında mutlu mesutlardı ancak ormana girdiklerinde Çok Sakallı Adam’ın böğrüne bir takım sıkıntılar hücum etmekteydi. Zira Parlak Yüzlü Kadın cidden çok parlak yüzlüydü. Doğaldır ki, başka çok sakallı, az sakallı, sakalsız ama bıyıklı, bıyıksız ama sakallı, hem sakalsız hem bıyıksız, hem bıyıklı hem sakallı bir takım adamların gözlerini almaktaydı. Bu durumdan duyduğu rahatsızlıkla içlenen Çok Sakallı Adam, ne yapayım da Parlak Yüzlü Kadın benden başkasına bakmasın diye düşüncelere dalmakta, daldığı düşüncelerin derinliğinde boğulmaya ramak kala ha babam de babam yüzeye doğru kulaç atmaktaydı. Kulaç atmalar esnasında aklına bir fikir geldi.
- Dedi ki fikir geldiği akla, sen şimdi ona meylediyorsun, meylin gereği huyuna gidiyorsun, gidişin gereği gittiğin yerden dönemiyorsun, öyle kalakalıyorsun, dönmen için onu sabitlemen lazım, senin ona, onun sana aidiyetini kesinlemen lazım.
Böyle dedi fikir geldiği akıla. Akıl düşündü, ölçtü biçti, tarttı. Hah dedi. Evet de, bu nasıl olacak? Avcılık toplayıcılık başlayalı beri “nişan” diye bir şey çıkmıştı. Bir avcı, vuracağı avına belli bir mesafede durup da silahını avına hizalardı. Bu hizalama işinin sabitelerine nişan denirdi. Mesela, mızrağı kol gücünün tamamıyla atarsan otuz metre idi nişan mesafesi ki, bu da anlaşılsın diye oraya bir taş dikilir idi. Buna alışan insan mağarasının girişine de bir taş koyar olmuştu ki, bu şu demekti, burası benimdir, ilişme, bak bu da nişanı.
O hâlde Çok Sakallı Adam Parlak Yüzlü Kadın’a bir şey vereydi de, o da onun ona, onun ona aidiyetinin nişanı olaydı. Adam düşündü taşındı. Boynuna takacağı bir şey düşündü ama harala güreleydi hayat çok, ağaca çık, hayvan peşinde koş, ateş yak, boynundaki şey düşerdi, kaybolurdu. Koluna taksa, işine gücüne engel olurdu, oraya buraya takılarak. Parmağına taksa... bak şimdi. Bu aklına gelince aklında bir ateş yandı. Parmağa ne takılır ki? Parmağı şeklinde bir şey takılsın ki, parmağa takılan bu şey sağa sola takılmasın. O halde toparlacık olsun. Çok Sakallı Adam çöktü bir dağın yamacındaki bir ağacın altına, aldı eline bir yanı keskin bir taşı, yonttu başka bir taşı, yonttu, yuvarladı.
Karanlık inmeden önce vardı yanına Parlak Yüzlü Kadın’ın. Al dedi, dikine. Ne ki bu, dedi kadın. Nişan, dedi adam, sen ben ol, ben sen, bu da nişanesi olsun. Kadın sırıttı, aldı, ısırıp yiyecekti ki; hop, dedi adam, bu süstür, yeme, parmağına tak. Kadın şaşırdı. Taktı parmağına. O gün birbirlerine sarılarak uyudular. Ama sabah geç uyandılar. Geç uyanınca ahalinin peşine takılmakta geç kaldılar, geç kalınca da aç kaldılar. Parlak Yüzlü Kadın sinirlendi. Çok Sakallı Adam’a öfkelendi. Parmağındaki nişaneyi çıkarttı, atıverdi Çok Sakallı Adam’ın kafasına, hay senin nişanına, diyerekten yekten.
Tarihin ilk nişan yüzüğü Çok Sakallı Adam’ın kafasından sekti, yere düştü, ama yuvarlacık olduğundan yuvarlanmaya başladı, adam nişanesini yakalamak için yuvarlanan nişanenin peşine düştü, yamaçtan aşağı yüzük önde adam arkada kovalamaca devam etti.
Yamaç düze dönünce yüzük durdu, yüzük durunca adam da durdu, eğildi yüzüğü yerden aldı, kaldırdı, baktı. Bir süre düşündü sonra eline alet edevatını alıp yüzüğün dev gibisini yaparak tekerleği icat etti. Kadının kafasına fırlattığı yüzükten hareketle tekerlek denen şeyi icat edince iş o kadarla kalmadı, tekerleğe bir dingil ekledi, önüne bir öküz koştu, iki teker daha ekledi, tekerden hareketle dişli çarkı akıl etti, ondan hareketle pervaneyi, dişli çarkı içe taktı, pervaneyi öne, motoru buldu, motoru dingilin önüne geçirdi, araba yaptı. Gerisini biliyorsunuz.