Kışın susturduğu sokak

Sessizlik ve kar arasındaki ilişkiye hafızamdan piyano sesleri katıyorum.
Sessizlik ve kar arasındaki ilişkiye hafızamdan piyano sesleri katıyorum.

Ve evlerinin önünden geçerken sanki onun nefesleriyle dolu bir sokaktan geçiyorum. Sanki üzerimde bakışlarıyla geçiyorum oradan. Öyle bir şey ki bu, sanki o benim oradan geçtiğimi biliyor. O saatlerde evinde sıcacık oturduğunu hayalleyebiliyorum. Evde hangi kıyafetle olduğunu bulmaya çabalıyorum. Beyaz, hep bembeyaz!

Aralık akşamları

Ölüm o zaman da çok eski bir türküydü. İstasyona yepyeni yağmurlar inerdi. Benim kahverengi bir ceketim vardı. Yaşamadım, ama zamanı eğip büktükçe bana kalacak olan hisleri yakalayabilirim. Havada kömür kokuları, bacalardan kış göğüne karışan hayat artıkları…

1994 bir başlangıç sanki kaderime. İstasyonun oralardan Tatar Camii’ne giden yola sapıyorum. Babamla hiç anlaşamıyoruz. Annem de çoğu kez onun tarafını tutuyor. Sadece evlerinin önünden geçeceğim.


Öyle bir yürüyüş tutturmuşum ağzımda ilk sigaralar. Mavi bandrollu Tekel 2000. Ne güzel sigaraydıTekel 2000! Hava da ağır ve ıslak. Sanki Ahmet Kaya’nın şarkıları doldurmuş gökyüzünü. Üşüyorum ve sanıyorum ilk kez üşümeyi sevmeye başlıyorum. 1994 bir başlangıç sanki kaderime. İstasyonun oralardan Tatar Camii’ne giden yola sapıyorum. Babamla hiç anlaşamıyoruz. Annem de çoğu kez onun tarafını tutuyor. Sadece evlerinin önünden geçeceğim.

Fazlasına aklım ermez. Ve evlerinin önünden geçerken sanki onun nefesleriyle dolu bir sokaktan geçiyorum. Sanki üzerimde bakışlarıyla geçiyorum oradan. Öyle bir şey ki bu, sanki o benim oradan geçtiğimi biliyor. O saatlerde evinde sıcacık oturduğunu hayalleyebiliyorum. Evde hangi kıyafetle olduğunu bulmaya çabalıyorum. Beyaz, hep bembeyaz! Onu seviyorum, çünkü Orhan Gencebay dinliyorum. Çünkü şiirler yazıyorum. Okulun en güzel kızını ben seviyorum. Çavuş’un kahvesinde dersleri astığım vakitler Müslüm Gürses dinliyorum. Galatasaray Şampiyonlar Ligi’ne kalıyor ikinci kez. Akşamları teravih bahanesiyle evden çıkıp Hüseyin’le maç izliyoruz.

Ama içimde bir sıkıntı teravihe gitmediğim için. Onu sevmek her şeyin içini dolduruyor yine de. Yağmur yağdığı akşamlar sigara içmek için evden çıkıyorum. Yerler ıslak. Artık öyle dumanlar çıkmıyor mu sigaralardan? Zaman da alçalmış sanki gökten yere doğru. Mehmet Şevket Eygi’yi okuyorum Refah Partisi lokalinde.

Dershane çıkışı okey için toplanıyoruz, pasajda pis ve karanlık bir kahvede. Rüyamda da okey oynuyorum o günlerde. Aralık akşamları karanlık bir yürüyüşü onun kapısına taşıyorum her adımımda. Bir gün onunla konuşmayı hayal ediyorum.

Aralık akşamları karanlık bir yürüyüşü onun kapısına taşıyorum her adımımda.
Aralık akşamları karanlık bir yürüyüşü onun kapısına taşıyorum her adımımda.

Adamı öldürür

Nasıl parlıyor yüzünde ışık, insan olmanın yüceliğini kuşanmış sağlam damarları nasıl köpürmüş, yeşil gözleri müziği yüklenmiş nasıl da akıyor metalik hayatların ciğerini delercesine, tıpkı hayvan gibi emiyor ağaçların kokusunu, tırnakları karanlığa karşı silah gibi parlıyor, her saniye umutsuzluğun kabuğunun yırtıldığını duyuyor. Geçmiş yazlardan kalan tüm o karın ağrısı sızlanmaları boş veriyor, ölüme de ölümsüzlüğe de aynı iştahla saldırıyor, parmağından siliniyor kullanmadığı kelimeler, hafta sonu sıkıntılarını parlatan güneş ilk kez yerini yadırgamadan başının üstünde şevkle gülümsüyor. Kurtuluşu seçen, çıkmazını da almıştır yanına.

  • Sessizlik ve kar arasındaki ilişkiye hafızamdan piyano sesleri katıyorum. Liszt hususen… Sobayı karıştırdım. Köyde ve sınıftayım. Kırk dakika sonra minibüs gelir, şehir gelir.


Mahallenin en çirkin kızına

Kar yağmaya başlayınca yazmaya niyet ettim. Birkaç defa kesilip tekrar başladı kar yağışı… Şimdi yağıyor ve hava çok soğuk. Sırf ileride bugünü hatırlamak için yazıyorum. Hiçbir hususiyeti olmayan, karnımı doyurduğum için midemin bulanıp başımın ağrımadığı soğuk bir şubat günü işte. Yazsam da ne uzalır, ne kısalır. Kara güvenip yazmaya başladık ya, kar yağmayıverdi. “Havada uçuşan beyaz tanecikler…” diye yazılırdı bu kar yazısı. Ama romantizm öldü, dil tükendi. Eski eşyaları ve giysileri karıştırmanın âlemi yok. Evet ve kar yeniden yağmaya başladı. Rüzgâr savurup duruyor YENİ karları. Kaçıncı kar bu? Her yer beyaz ve avunmaya meyilli ruhum kar yağdıkça sükunete eriyor.

Kar yağmaya başlayınca yazmaya niyet ettim.
Kar yağmaya başlayınca yazmaya niyet ettim.

Sessizlik ve kar arasındaki ilişkiye hafızamdan piyano sesleri katıyorum. Liszt hususen… Sobayı karıştırdım. Köyde ve sınıftayım. Kırk dakika sonra minibüs gelir, şehir gelir. K. köyünü 2 km uzaktan görünce bu yazı canlandı parmak uçlarımda. Öykü de olabilir. Doğrusu karlar içindeki bu gri köy sise bulanmıştı ve sislerin sebebi benmişim gibi geldi. Sonra köyün hâlâ 2002 yılını yaşadığını ve köyün kendini 2002 yılında unuttuğunu düşündüm. Gördüğüm köy sanki gerçek değildi de hayalimden göl kenarına üç-beş ev serpiştirivermişim gibi geldi. Akşam oluyordu. Her manada, tüm düz, yan ve derin anlamlarıyla akşam oluyordu. Bir başkasının köyüydü benim için ve haritadan bir noktadan öteye geçmemişti o akşama dek…

Görünce onun 2 yıl boyunca bu köye gelip gittiğini düşündüm. Ama heyecanlanmadan, kamaşmadan, hissiyat terörüne boyun eğmeden… Onun resmini köyün fonuna yerleştiremedim bir türlü. Buna çaba gösterdiğimi de sanmıyorum. Yolculuk sonlarının gri göğünde kartal gibi dolanan akşamlarımdan birindeydim. Yokluğun nabız gibi, yalanın varlık gibi olduğu bir andı sadece… Göl duman dolu bir boşluktu. Bacalardan çıkan dumanlar belki kullanılırlar diye eve kadar geldiler. Sonra hatıralarımda birinin üşüdüğünü düşündüm. Hatırladıkça onun hâlâ o köyde, o yılda çok güzel üşüdüğünü düşündüm.