Kill them all!
Bir yandan da devasa bir halkla ilişkiler kampanyasına maruz kaldık değil mi? ‘Bu Müslümanlar zaten hep böyle. Hep birbirlerini öldürüyorlar’ cümlesinden tutunuz da ‘demokrasi ve özgürlüklerin korunması için bazen böyle müdahalelere mecbur oluyorsunuz’ cümlesine, ‘orada nükleer silahların olduğuna inanıyoruz’ cümlesinden tutunuz da ‘bir türlü kendi aralarında anlaşamadıkları için Amerika orada’ cümlesine kadar bir dünya yave.
‘Hindikuştur dağları / Mücahittir adları / Cihaddır okulları / Yıktılar tağutları’ diye başlayan marşı dinlediğimde 11 yaşındaydım.
Hadi durmayın. ‘İsmail Kılıçarslan IŞİD’i savunuyor’ yazın çok solcu, çok özgürlükçü dergilerinizde, gazetelerinizde.
Babamın otobüsündeydim. Bir bölük üniversite öğrencisi ile İstanbul'a doğru yoldaydım. İlk durağımız Fatih Camisi idi. Metin Yüksel’in şehit edildiği yerin etrafında toplanılıp dua edilmiş, Fatihalar okunmuştu. ‘Şimdi Afgan dağlarında binlerce Metin Yüksel var. Tağutlara direnen, zulme karşı koyan binlerce yiğit. Onları da koru Yarabbi’ demişti abilerden biri. Hatırlıyorum.
79 yılının 27 Aralık günü başlayan Rusya’nın Afgan işgali benim, 80’li yılların ortasında ayırdına varabildiğim ilk ‘cihat’ idi. Sonra bir marştan öğrendiğim başka cihatlar da oldu: ‘Bak Filistin’de Moro’da, Afganistan Angola’da Hak için cihadımız.’
Irak, Bosna, Cezayir, Çeçenistan, Kosova… Uzadı liste sonra. Aşağı yukarı şöyle oluyordu: Emperyalist güçler, nereden buluyorlarsa bir sebep buluyorlar, hatta bazen bir sebebe bile ihtiyaç duymuyorlar ve Müslümanları öldürüyorlardı.
Birilerinin ülkelerini işgaline karşı silahlanıp savaşan insanlara önce ‘cihadist’, ardından ‘terörist’ demesine vardı daha. IŞİD’in ise emaresi okunmuyordu.
Ölülerimiz mi? Onlar sadece birer istatistik idi. ‘Bugün Çeçenistan’da çıkan çatışmalarda beşi sivil, ikisi direnişçi yedi kişi öldürüldü’ cümlesindeki yedi kişiden biri idiler. Yaşamlarına saygı duyulmadığı gibi ölümlerine de saygı duyulmadı hiç. Bazen Bağdat’ta bir köprünün bombalanması sonucu, bazen Afganistan’da özel bir operasyonla, bazen Bosna’da Rus yapımı silahlarla, bazen Suriye’de varil bombaları ile öldüler, öldüler, öldüler ve hiçbir şekilde, hiçbir surette dünyanın umurunda bile olmadılar.
2001 yılının 11 Eylül’ünde iki uçak Dünya Ticaret Merkezi’ne girdiğinde öyle olmadı ama. Saldırıda ölenler hakkında onlarca anma toplantısı yapıldı, tonlarca kitap yazıldı, bir dünya film çekildi.
- Afganistan’da, Suriye’de ya da Irak’ta ölünüzü gömerken öldürülme ihtimaliniz hep saklı tutuldu buna karşın.
Bir yandan da devasa bir halkla ilişkiler kampanyasına maruz kaldık değil mi? ‘Bu Müslümanlar zaten hep böyle. Hep birbirlerini öldürüyorlar’ cümlesinden tutunuz da ‘demokrasi ve özgürlüklerin korunması için bazen böyle müdahalelere mecbur oluyorsunuz’ cümlesine, ‘orada nükleer silahların olduğuna inanıyoruz’ cümlesinden tutunuz da ‘bir türlü kendi aralarında anlaşamadıkları için Amerika orada’ cümlesine kadar bir dünya yave.
Bu yavelere yavaş yavaş inandırıldık. Şimdi dünyanın en korkunç terör örgütünün IŞİD olduğuna inanıyoruz mesela değil mi? ‘IŞİD en korkunç terör örgütü ise Amerika, Rusya, İsrail ne peki?’ diye soramıyorsunuz üstelik. Zaten sormayın da: Aşırı dinciliğin gereği yok.
Şimdi adını unuttum. Çok eğlenceli bir Amerikan bilim adamı var. Tüm dünya IŞİD’in Ürdünlü pilotu yakma görüntülerini ‘korkunç’ bulmakla meşgul iken sosyal medyadan soruvermişti: ‘Sahi, Esed’in attığı varil bombaları insanları yakmıyor değil mi?’
2-3 yıldır televizyonlarda izlerken, gazetelerde okurken eğlendiğim bir madde başlığı var: ‘Bu IŞİD nereden çıktı?’ Benim bu soruya verdiğim cevap şu: ‘IŞİD çıkarken hepiniz oradaydınız ulan!’
Bir rivayete göre 1 milyon, bir başka rivayete göre 2,5 milyon insan öldürülmüş Irak’ta. Ondan sonra sorarsınız tabii: Bu IŞİD nereden çıktı?
Hadi durmayın. ‘İsmail Kılıçarslan IŞİD’i savunuyor’ yazın çok solcu, çok özgürlükçü dergilerinizde, gazetelerinizde. Bunu bir IŞİD savunusu olarak konumlandırın o çok konforlu zihinlerinizde. Anlamaya, anlamlandırmaya hiç çalışmayın.
Aklımın ermesinden bu yana geçen 30 yılda sürekli ‘Müslümanları öldürün!’ diyor birileri.
Şaşırtıcı olan elime silah alıp bir yerlere cihat etmeye gitmem değil, gitmememdir.
Nasılsa Irak’a, Suriye’ye, Afganistan’a gitmesem yarın öbür gün ‘cihadist’ yahut ‘terörist’ diyerek İstanbul’da, Ankara’da, Konya’da falan öldüreceksiniz beni. Ne diye sizin ‘kill them all!’ emrinizi görmezden gelerek ‘yaşıyormuş’ gibi yapayım ki? İstatistiklerde bir sayı olarak geçecek bir ‘yaşayan ölüyüm’ zaten ben. Beni daha ne kadar öldürebilirsiniz ki?