Kanlı Nobel kansız Handke
Peter Handke, edebiyat çevreleri yerine, katiller ve caniler ile birlikte oldu, onlarla fotoğraf verdi. Kalem ve kâğıttan ziyade, silahlara ve kurşunlara daha yakın durdu. Kalemine mürekkep değil, lağım çekti.
Batı dünyasının durduğu yeri; hak, hukuk ve adalet anlayışlarının nasıl bir şey olduğunu iyi biliyoruz. Bir yandan eli kanlı katillere ve onların destekçilerine “barış ödülü” veriyor; öte yandan vatanını savunanlar “soykırım yapmakla” itham ediliyorlar. Barış ödülü demişken…
Siyonist İsrail’den Menahem Begin, İzak Rabin ve Şimon Peres, hem katildir, hem barış ödülü sahibi. Sadece bu üç isim bile, barış ödülünün niyeti hakkında bir fikir veriyor: Suçları örtbas etmek, birbirlerini aklamak. Bu örnek yeterli gelmediyse, devam edelim. Yeryüzünde en çok kan ve gözyaşı akıtan, en çok yıkıma sebebiyet veren ülke Amerika’dır. Barış ödülünü en fazla alan da yine Amerikalılar. Üşenmedim saydım, yirmi üç kez. Amerika, en çok Barack Obama döneminde Müslüman katletti. Netice: Obama’ya barış ödülü verildi. Neredeyse bütün sorunlu bölgelerin, kanayan yaraların mimarı Birleşik Krallık’tır. Onlar da on iki kez barış ödülü almışlar.
Mazlumların ve mağdurların değil, zalimlerin yanında saf tutmayı tercih etmiştir. Hakikatin değil, yalanların sözcülüğünü yapmaktadır. Ona verilen ödül, medeniyete karşı bir eylemdir. Nobel Edebiyat Ödülü’nün Handke’ye verilmesi, faşizmin ödüllendirilmesi, aşırıcılığın kutsanmasıdır.
Amerika ve Birleşik Krallık’ı, dokuz ödülle, Fransa takip ediyor. Orta Afrika’da Hristiyan milisler ve Anadolu’da Ermeni çeteleri, Fransız askerlerinin gözetimi altında, Müslüman sivilleri katlettiler. Bitmedi. Myanmar lideri Aung San Suu Çii de katliama ruhsat gibi bir barış ödülü aldı. Evlerinden sürülen, tecavüz edilen, işkence yapılan, vurularak ve yakılarak öldürülen binlerce Arakanlı Müslümanın adı bile anılmadı, anılmıyor. Barış ödülü alanlar listesinde birkaç Müslüman da var. Ancak onlar da başka anlama geliyor. Örneğin, Enver Sedat. Bu ödül ona, İsrail’e ödün vermesi karşılığında verilmişti. Edebiyat cephesinde de benzer bir durum var. 2005 yılında edebiyat ödülü verilen Birleşik Krallık vatandaşı Harold Pinter, ödülü almadan kısa süre önce, “Miloşeviç’e özgürlük” kampanyasına öncülük ediyordu. Mart 2004’te, Kanadalı yazar Robert Dickson tarafından yazılan, Slobodan Miloşeviç’in yargılanmasıyla ilgili bir sanatçı itirazına imza koydu. İlginçtir ki imzacılar arasında Peter Handke de yer alıyor. İsmet Özel, Nobel Edebiyat Ödülü ile ilgili şunu söylüyor:
“Nobel’in siyasi yönünü bir tarafa bırakıyorum ama kültürel bir kötülüğü var. Şöyle: Bu armağanı veren ülkeler, gerçi ülke İsveç’tir ama ülkeler demek zorundayız, çünkü o formasyon Batı Avrupa’ya aittir; kendi sanatçısını değerlendirir, kendi medeniyeti içinde değerlendirir. Kendi dışındaki sanatçıyı kendi standartlarına uyduğu, kendi ülkelerine hizmet ettiği ölçüde kabul eder. Eğer kazara bizim Türkiye’den bir yazar Nobel ödülü alacak olursa, benim kanaatim şudur ki bu, o yazarın evrensel boyutlara ulaştığından değil, batının turistik heveslerini okşadığından ötürü olacaktır.” (Mavera Dergisi, Sayı 3, Şubat 1977)
Haksız mı? Bakalım. 2006 yılında bu ödül, ilk iki kitabından sonra edebiyat yerine pazarlama işleriyle uğraşmaya başlayan, Orhan Pamuk’a verildi. Gittiği her yerde ülkesini kötülemesinin; Levon Panos Dabağyan gibi bir kısım Ermeni tarihçiler bile “soykırım diye bir şey yoktur” derken, soykırımdan bahsetmesinin; katıldığı bir ödül törenine devletimizin bir yetkilisinin bile gelmemesini “şeref” olarak görmesinin mükâfatını aldı. Ve Avusturyalı yazar Peter Handke... 2019 yılı edebiyat ödülü, ona verildi.
Eser ile müellif her zaman birbirine bağlıdır. Yazarın ahlâkı ve eserin edebi değeri birbirinden ayrı düşünülemez. Edebiyat, siyaset ve ideolojiden bağımsız yol alabilir, ama ahlâktan bağımsız olamaz. Ahlâk ve estetik; edep ve edebiyat bir bütünün iki yarısıdır. Ahlâksız estetik, edepsiz edebiyat olmaz. Edebi değeri ne olursa olsun, Handke’nin lekeli ve karanlık ahlâkı, onun diskalifiye olmasını gerektirirdi. Fakat bu olmadı. Böyle bir isme edebiyat ödülü verildi. Yapılan araştırmalar, çocukluk çağı travmaları ile dissosiyatif bozukluklar arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir.
- Handke’nin travmalarla bezeli geçmişine ve bu ödülü ne kadar “hak ettiğine” detaylı bir şekilde bakalım. 6 Aralık 1942’de,Avusturya’nın Griffen kasabasında, dedesinin evinde dünyaya geldi. Mutsuz bir ailenin evladı olan Handke, yıllarca, üvey babasını öz babası olarak bildi.
Biyolojik babası Erich Schönemann’ı ancak liseyi bitirdiği 1961 yılında tanıyabildi. Babası, annesi Maria ile tanıştığında, hâlihazırda evli bir asker olan Alman asıllı bir bankacıydı. Anne ve babası, henüz o dünyaya gelmeden ayrıldılar. Rus işgaline kadar, annesi ve tramvay şefi olan ikinci eşi Aldolf Bruno Handke ile birlikte, Doğu Berlin’de yaşadılar. 1948’de, yasadışı yollarla, Griffen kasabasına döndüler. Dedesi Slovak olduğundan, bu kültür ile büyüdü. On iki yaşına kadar dinî ağırlıklı eğitim veren bir okula gitti. 1961 yılında Graz Üniversitesi Hukuk Fakültesine başladı. 1963’ten itibaren yazı denemelerine başladı. Yazarlıktan geçinebileceğini düşünerek, eğitimini yarıda bıraktı, Amerika’ya gitti.
Burada bir süre kalıp, tekrar Avrupa’ya döndü. Almanya ve Fransa’da yaşadı. 1967 yılında, oyuncu Libgart Schwarz ile evlendi. Evliliklerinin ikinci yılında kızları Amina dünyaya geldi. Sonra 1971 yılında, henüz 51 yaşındayken, yıllarca devam eden depresyonun ardından, annesi Maria intihar etti. Annesinin intiharından bir yıl sonra, 1972 yılında, eşi evi terk etti. Bu süreçte, altı yaşına gelinceye kadar, kızına kendisi baktı. Resmi boşanmaları ise 1994 yılında oldu. 1976 yılında, panik benzeri anksiyete atakları ve kardiyak aritmi sebebiyle, hastaneye kaldırıldı. 1987 yılında, yine oldukça huzursuz olduğu bir dönemde, üvey babasının ölüm haberi geldi. Handke, ikinci evliliğini 1995 yılındaFransız aktris Sophie Semin ile yaptı. Bu evlilikten dört yıl önce, ikinci kız çocuğu Leocadie dünyaya geldi. 2001 yılından beri, ikinci eşiyle de ayrı yaşıyor.
Sahip olduğu kötü şöhrete zemin hazırlayan ve eleştiri oklarını üzerinde toplamasına sebep olan Tuna, Sava, Morava ve Drina’ya Bir Kış Yolculuğu Ya Da Sırbistan İçin Adalet ve bundan bir yıl sonra yayımlanan Bir Kış Yolculuğuna Yaz Eki isimli kitaplardır. Bu iki kitap, aslında Sırplara, Sırp kültürüne ve Sırpların Bosna ve Kosova’daki savaşlardaki rolüne yönelik bir saygı duruşudur. (Telos Yayınları, 130 s., İstanbul, 1997.) Peter Handke, Çetnik Sırpların saldırganlığını, Bosna Hersek ve Kosova’da işlenen savaş suçlarını kabul etmediğini şöyle dile getiriyor: “Bu savaşta da saldırganın ve saldırıya uğrayanın rolleri ve onun temiz kurbanları ve gerçek hainleri dünya kamuoyu denen yerde pek aceleye getirilerek saptanmıştı” (s. 27) Handke, Boşnakların etnik kimliğini bile kabul etmiyor. Onları “Sırp asıllı Bosnalı Müslümanlar” olarak nitelendiriyor.
Handke, zorbalık müessesesinin edebiyat dünyasındaki yansıması, iz düşümüdür.
Ayrıca zorla içerisine çekildikleri kanlı şarlatanlığı “keyfi devlet kurma girişimi” olarak nitelendiriyor: “Aklıma hemen gelen şey tek bir halkın keyfi devlet kurma girişimi, Sırpça-Hırvatça konuşan Sırp asıllı Bosnalı Müslümanlar şimdi bir halkı oluşturacaklarsa, aynı bölgede iki diğer halkın da aynı hakka sahip oldukları yerde, aynı hakka!..” (s. 27)Saraybosna’daki Markale katliamı için Müslüman Boşnakların “kendi kendilerini öldürdüklerini ve suçu Sırplara attıklarını” iddia edip şunları söylüyor: “Markale’ye, Saraybosna’nın pazarına yapılan iki saldırının Bosnalı Sırpların bir vahşeti olduğu kanıtlandı mı?” (s. 32) Avusturyalı yazar, “Sırpların Srebrenitsa’da soykırım yaptığına asla inanmadığını” ifade edebilecek kadar zıvanadan çıkmış bir kişidir. Avrupa’nın orta yerinde yaşanan bir soykırımı inkâr eden Handke, Çetnik Sırpların bulunduğu hemen her yerden tespit edilen toplu mezarları saklamaya çalışsa da bulunan ceset parçaları ve kemikler hakikati yüksek sesle dile getiriyor.
Yugoslavya’nın dağılmasının “dış mihraklarca planlandığını” dile getirirken, Sırbistan’ı mazlum ilan ediyor: “Ben yolculuğumda Sırbistan’ı paranoyak bir ülke olarak görmedim; daha çok öksüz kalmış birinin büyük bir odası gibi gördüm, evet, öksüz kalmış, terk edilmiş bir çocuğun odası gibi.” (s. 76-77) Handke, kitaba ek mahiyetindeki, Bir Kış Yolculuğuna Yaz Eki bölümünde hedef genişletmiştir. Özelde Türklere ve genelde Müslümanlara yönelik çeşitli iftiralarda da bulunmaktadır: “Bellek ön tarihi ile yalnızca yüzyıllar önce Türklerin yarattığı ezilmişliği, on yıllar önceki Müslüman Nazi işbirlikçilerinin öldürücü izlemesini kastetmiyor.” (s. 124-125)
Avrupa’nın orta yerinde yaşanan bir soykırımı inkâr eden Handke, Çetnik Sırpların bulunduğu hemen her yerden tespit edilen toplu mezarları saklamaya çalışsa da bulunan ceset parçaları ve kemikler hakikati yüksek sesle dile getiriyor.
Handke, Saraybosna’yı dört yıl kuşatma altında tutup, ölüm kusan, Sırpları Kızılderililere benzetecek kadar da saçmalamıştır: “Sırpların Bosna’daki çarpışması nasıl algılandı? Yukarıdadağlardaki özgürlük savaşçıları, vadilerdeki yükümlü beyler kurban olarak ‘seçildiler önceden’, ama zaten kovboy filmlerinde de kötü Kızılderililer, yukarılarda, kayalık aralarında görülüp, barışçı Amerikan askeri kervanlarına saldırıp katliam yapmazlar mı, Kızılderililer özgürlükleri için savaşmamakta mıdırlar? Bir kez olsun, yakında bir zamanda kim Bosnalı Sırpların böyle Kızılderililer olduğunu keşfedecek?” (s. 130) Handke, insanlık düşmanı Sırp Çetniklere açık destek veriyor, faşist Miloşeviç rejimini savunuyor. Savaş suçu işlemiş ve bu suçtan mahkûm olmuş canilerin savunuculuğunu yapıyor. Kanlı şarlatanlığın başını çeken Çetnik Sırp lider Slobodan Miloseviç’in en büyük hayranları arasında yer alıyor.
Aralık 1996’da, Saraybosna kuşatması ve Srebrenitsa soykırımının ana suçlularından biri olan ve savaş suçlusu olarak mahkûm edilen, Radovan Karadz iç ile Bosna Hersek’in Pale şehrinde bir araya geldi. Toplantı sırasında Radovan Karaciç, Ratko Mladiç ile birlikte, Lahey’deki BM Savaş Suçları Mahkemesi tarafından insanlığa karşı suçlu bulunmuştu. Dahası var: Handke, Sırbistan’a NATO müdahalesini kınayıp, “Bazen kendimi Kosova için savaşan Sırp Ortodoks rahip gibi hissediyorum.” diyen bir yazardır. NATO müdahalesi gerçekleşirken, Batının Miloşeviç ve Sırp politikasına karşı tutumunu eleştiren bir oyun hazırlamıştır. Hazırladığı oyunun gösterime girmesinden bir hafta sonra, 15 Haziran 1999’da, on yıl geçerli Yugoslavya pasaportu sahibi oldu. Viyana Büyükelçiliği tarafından kendisine takdim edilen bu hediye, onun, aynı zamanda eski Yugoslavya vatandaşı olduğu anlamına geliyor.
- Avusturyalı yazar, 1999 yılındaki Yugoslavya’ya yönelik NATO hava saldırılarını protesto etmek adına, 1973 yılında Alman Dil ve Şiir Akademisi tarafından verilen, Georg Büchner Ödülünü iade etti. Dönemin Alman bakanından, tüm kitapların kendisine iade edilmesini talep etti.
Ayrıca Nisan 1999’da, o dönemdeki Papa’nın Kosova Savaşı’na mesafeli olmasından dolayı, Roma Katolik Kilisesi’nden çıkmak istediğini söyledi. Sırp saldırganlığının Kosova’ya sıçradığı esnada kaleme aldığı bir makalede “Sırpları destekliyorsanız, ayağa kalkın.” ifadeleri ile Çetniklere açık destek verdi. Öyle ki Lahey’deki BM Savaş Suçları Mahkemesi’nde, işlediği savaş suçları ve soykırımlar sebebiyle yargılanan Miloşeviç’i, 2004 yılında cezaevinde ziyaret etti. Miloşeviç lehinde resmi tanıklık yapmasa da, 2005 yılında Literaturen dergisinde kaleme aldığı “Yugoslavya İçin Yeniden” başlıklı makalesiyle, dolaylı olarak şahitlik girişiminde bulundu.
Miloşeviç, yaptıklarının hesabını veremeden, 11 Mart 2006 tarihinde tutulduğu hapishanede öldü. Handke, onun, 18 Mart’taki cenaze törenine katıldı. Burada, “Ben gerçekleri bilmiyorum, fakat bakıyorum, dinliyorum, hissediyorum; bundan dolayı Yugoslavya’nın yanındayım, Sırbistan’ın yanındayım, Slobodan’ın yanındayım.” ifadesinin yer aldığı bir konuşma yaptı. Bitmedi, bitmiyor. Handke, 2006 yılında, Düsseldorf Şehri Heinrich Heine ödülüne layık görüldü. Ancak yazarın Slobodan Miloşeviç hayranlığı gün yüzüne çıkınca, 50 bin Euro’luk ödül geri alındı. Bunun üzerine Berlin Topluluğu aktörleri, Handke’ye destek için “Berlin Heinrich Heine Ödülü” isimli bir girişim başlattı. Bu kapsamda Handke için para toplamaya başladılar. Ancak Handke, toplanan parayı Kosova’daki Velika Hoca isimli Sırp köyüne gönderdi. Makul ve medeni dünya, bu tavrı sebebiyle, kendisini kınadı, kınıyor. Sadece Sırbistan ve Sırp Cumhuriyeti’ndeki bazı siyasiler kendisine destek veriyor.
Avusturyalı yazar, 2012 yılından beri, Sırbistan Bilim ve Sanat Akademisi yabancı üyesidir. 2013 yılında dönemin Sırbistan Cumhurbaşkanı Tomislav Nikoliç’in elinden altın madalya almıştır. Aynı gün Sırp Cumhuriyeti Bilim ve Sanat Akademisi’nin yabancı üyeliğine kabul edilmiştir. Banyaluka’daki töreninde, şunları söylemiştir: “Ben yabancı üye değilim, yerli biriyim. Her zaman bu hislerime ve Sırbistan’a sadık kalacağım. Orada hiçbir sorunum yok. Bu doğal.” Ayrıca, Şubat 2015’te Belgrad Şehir Parlamentosu tarafından Peter Handke’ye fahri hemşerilik verilmiştir. Dönemin Belgrad Belediye Başkanı Sinişa Mali, fahri hemşerilik sertifikası verilirken onu kast ederek, “Dünyada Belgrad’a daha fazla bağlı başka bir yazar yok.” demişti. Velhasıl…
- Peter Handke, edebiyat çevreleri yerine, katiller ve caniler ile birlikte oldu, onlarla fotoğraf verdi. Kalem ve kâğıttan ziyade, silahlara ve kurşunlara daha yakın durdu. Kalemine mürekkep değil, lağım çekti. Handke, zorbalık müessesesinin edebiyat dünyasındaki yansıması, iz düşümüdür.
Mazlumların ve mağdurların değil, zalimlerin yanında saf tutmayı tercih etmiştir. Hakikatin değil, yalanların sözcülüğünü yapmaktadır. Ona verilen ödül, medeniyete karşı bir eylemdir. Nobel Edebiyat Ödülü’nün Handke’ye verilmesi, faşizmin ödüllendirilmesi, aşırıcılığın kutsanmasıdır. Bu karar, soykırım suçunu yüceltirken, soykırım mağdurlarının acılarını artırmıştır. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, Peter Handke’ye ödül vererek, Arnavut ve Boşnaklara karşı ırkçı tavrını ve Müslüman karşıtı konumunu açıkça dile getirmiştir.
Neo-Nazizm savunucularına destek vermek, savaş suçlarını ve soykırımı inkâr edenleri ödüllendirmek; Nobel’in ciddiyetini kundaklamış, saygınlığını erozyona uğratmıştır. Yarım faşist, çeyrek ırkçı diye bir şey olmaz. Olsa da ondan ödül adayı çıkmaz. Mesela, yarım ya da çeyrek, kıyısından köşesinden Yahudi karşıtı, anti-seminist bir yazara Nobel verilir mi? Nobel vermek bir yana, bu ödüle aday gösterilebilir mi? Sahi, 20. yüzyılın en önemli şairlerinden, Ezra Pound’a neden Nobel ödülü verilmedi, verilmiyor?