Yıktın minareyi, eyledin viran
Yüzyıllarca Osmanlı kenti olarak kalan Sofya, 30 yıllık bir sürede, bambaşka bir yer haline getirilmiştir. Osmanlı Sofya’sı Rus, Avusturyalı, Çek ve Fransız mimarların elinde Amerikan tarzı ızgara temelli bir şehir haline dönüştürülmek istendi.
Osmanlı’nın Balkanlardan çekilmesinden sonra bu topraklarda kurulan ulus devletler, saf bir ulusal kimlik inşa etmek uğruna, geçmişlerini reddettiler. Avrupalılaşmanın ilk adımı olarak, Osmanlı kültür mirasını tasfiye ettiler. Yaşanan dönüşümün boyutlarını anlamak adına, Bulgaristan ve başkenti Sofya önemli bir emsal niteliğindedir.
Yüzyıllarca Osmanlı kenti olarak kalan Sofya, 30 yıllık bir sürede, bambaşka bir yer haline getirilmiştir. Osmanlı Sofya’sı Rus, Avusturyalı, Çek ve Fransız mimarların elinde Amerikan tarzı ızgara temelli bir şehir haline dönüştürülmek istendi.
Camiler yüksek minareleri ile kiliselerin genellikle çan kulesinden mahrum olduğu şehirlerin üzerinde yükseliyor ve Bulgarların beş yüzyıl boyunca maruz kaldıkları dinsel ve sosyal ayrımcılığın sembolü olarak görülüyorlardı.
Şehirdeki Osmanlı eserlerinin tasfiyesi, 1878-79 yıllarında geçici Rus idaresi döneminde başladı. Sofya’nın doğu ve güney mahallelerinde, 870 Türk evi harabe haline getirildi. Ancak asıl hedef, camiler ve minareleri idi. Bernard Lory şöyle söyler: “Camiler yüksek minareleri ile kiliselerin genellikle çan kulesinden mahrum olduğu şehirlerin üzerinde yükseliyor ve Bulgarların beş yüzyıl boyunca maruz kaldıkları dinsel ve sosyal ayrımcılığın sembolü olarak görülüyorlardı.” (Sıdbata na Osmanskoto Nasledstvo, Bılgarskata Gradska Kultura, 1878–1900, Sayfa 105)
”Minare ormanı” olarak adlandırılan Sofya’da, neredeyse tüm minareler havaya uçurulmuş ve camiler yıkılmıştır. Osmanlı idaresinden çıkan Sofya’nın ilk Belediye Başkanı Rus Alexander Mosolov’un hatıralarında belirttiğine göre, Rus komiseri Dondukov, “1878 Aralık’ında fırtınalı bir gecede yaverlerini çağırarak “Derhal mühendis alayından altı elektrik teknisyeni ile şehre git. Onlar (camiler) onları bekliyor. Öyle yapın ki yıldırım daha çok minareye zarar versin. İstihkâmcılar dinamit alsınlar…” diye emretti. Gök gürültüleri arasında bir gecede yedi minare havaya uçuruldu. (Bılgariya 1878-1883, Sayfa28)
Osmanlı idaresinden çıkan Sofya’da, ayakta kalan cami sayısı sadece on dörttü. Harap vaziyetteki Banya Başı (Seyfullah Efendi) Camii dışındakiler kilise, cephane, hastane, jimnastik salonu, ecza deposu ya da müze haline getirilmişti. Yirminci yüzyıl başlarında, bu sayı dörde kadar inmişti. Bunlardan sadece Banya Başı Camii asli vazifesini yerine getirmekteydi. Siyavuş Paşa Camii ve Bosnalı Mehmed Paşa Camii ise kiliseye çevrilmiştir.
Şehir merkezinde, Bulgaristan Cumhurbaşkanlığı Sarayı karşısındaki Mahmud Paşa Camii (Cami-i Kebir) de farklı amaçlarla kullanılmıştır. Osmanlı-Rus Harbi esnasında hastane olarak kullanılmıştır. Daha sonraki yıllarda ise müze, merkez bankası ve ulusal kütüphane haline getirilmiştir.
- Bir ara tiyatroya dönüştürülmesi de gündeme gelmiştir. Ancak dönemin Başbakanı Stambolov “Camileri karagöze çeviremeyiz, öğrendikleri zaman İstanbul’da neler derler?” diyerek bu teşebbüse mani olmuştur. (Sıdbata na Osmanskoto Nasledstvo, Sayfa 106-107)
Fatih dönemi Sadrazamı ve Rumeli Beylerbeyi olan Mahmud Paşa’nın yaptırdığı bu cami, kare planlı ve çok birimliydi. Dört büyük ayakla, dokuz eşit birime bölünmüştü. Bölmelerin üzeri kubbe ile örülmüştü. Orta bölümdeki kubbeler yükseltilerek, mihrap aksı vurgulanmıştı. Sağ tarafındaki minaresi tuğladan yapılmıştı. Son cemaat yeri ise beş gözlü ve sundurmalıydı. Kırk dershaneli medrese, sebil ve handan oluşan küçük bir külliyeye de sahipti.
Evliya Çelebi, bu camiden ‘Koca Mahmud Paşa’ olarak bahsetmektedir. Her iki yönde boyunun iki yüz adım olduğunu da söylemektedir. Mübalağa aşikâr olsa da, şehrin en büyük ‘mabed-î kadimi’ olduğu ifadesi doğrudur. Ebatları itibariyle, Edirne’dekiler hariç, Balkanların en büyük Osmanlı camisidir.
Minaresi, 1878 yılında Rus komiseri Dondukov tarafından dinamitlenmiş ve son cemaat yeri yıkılmıştır. Yerine iki merkezli, sivri kemerli pencereler eklenmiştir. Külliye bünyesindeki han, medrese ve sebil günümüzde mevcut değildir. 1902’den beri Ulusal Arkeoloji Müzesi olan bu yapının içinde de bazı değişiklikler yapılmıştır. Osmanlı tarzı derzlerle, iki katlı hale getirilmiştir. Asma kat merdiveni ve ahşap döşemesi, mihrabı perdelemektedir. Her yanı sıvalı olduğundan başka bir hususiyeti kalmamıştır. Kıble kapısı kanatları ilk halini muhafaza etse de, serenleri boyalıdır.
Uzun lafın kısası: Bulgaristan’daki camiler, çok şükür karagöze çevrilmedi. Ancak Rus ve Bulgarların yaptıkları, gölge oyununun bitiş sahnelerini hatırlatıyor. Hacivat repliğinden ilhamla, şunu söyletiyor: Yıktın minareyi, eyledin viran.