Hatırlamak istemeyenler için Balkanlar'ın tarihi Üsküp Dilencileri

Kim Mehmeti
Kim Mehmeti

Kim Mehmeti, hikâyesi Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekildiği günlerden, Tito ve Enver Hoca dönemlerine kadar giden romanı Üsküp Dilencileri’nde gerçeği metaforik bir dil ile kurgulayarak alternatif bir tarih teşebbüsünde bulunmuyor. Sadece gerçeğin üzerindeki tozu alıyor.

“Kim olduğunu hatırla” diye bir ses, bir haykırış ya da bir küfür duyduğunuzda bu, genellikle göz ardı ettiğiniz, görmezden geldiğiniz, ıskaladığınız bir yerden geliyordur.

Değişmez kural değildir bu, asla hikâyenin kendisi de değildir; ama hikâyeye sahip çıkanlar, genellikle görmezden gelinenler, resmi tarihin içinde yer almayanlar, kendi gibi olanlardan başkasının elini sıkamamışlardır. Gerçi sıkmak da istemezler.

“Artık nerede olduğunu unutma” diye bir ses, bir darbe ya da bir yumrukla karşılaştığınızda ise bu genellikle gözünüzün önünde, sizi kendini görmeye mecbur etmişlerin bulunduğu yerden geliyordur. Değişmez kuraldır bu; ama asla bir hikâye değildir. Tek başına hikâye olacak saf gerçekliği kendi içinde bulamadığından, resmi tarih denilen, konuşuldukça değişmeyen bir geçmişin demirden duvarları arasına sığınır.

Kim Mehmeti, hikâyesi Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekildiği günlerden Tito ve Enver Hoca dönemlerine kadar uzanan romanı Üsküp Dilencileri’nde gerçeği, metaforik bir dil ile kurgulayarak alternatif bir tarih teşebbüsünde bulunmuyor.


Kim Mehmeti, hikâyesi Osmanlı’nın Balkanlar’dan çekildiği günlerden Tito ve Enver Hoca dönemlerine kadar uzanan romanı Üsküp Dilencileri’nde gerçeği, metaforik bir dil ile kurgulayarak alternatif bir tarih teşebbüsünde bulunmuyor. Sadece gerçeğin üzerindeki tozu alıyor. Bu tozu aldıktan sonra ortaya Yugoslavya sınırları içinde kalan Üsküp’ün ve dilenciler halkasının iki liderinin, -yani baba oğulun- neredeyse bir asırlık yaşamları, karşılaştıkları, görmezden gelinmelerine rağmen bir yurdu nasıl bir arada tutmaya çalıştıkları, beklenmedik yerden gelene karşı yine beklenmedikle cevap verme çabaları, yani “kim olduğunu hatırla” diyenlerin hikâyesi çıkıyor.

“Süla’nın kucağındaki çocuğu öpen yaşlı bir kadın ‘Korkma çocukların cesetleri büyüklerinki kadar erken kokmaya başlamaz! Onu saflığın melekleri korur!’ dedi. ‘Onun babası mısın?’ diye sordu kadın. Gözü yaşlı Süla ‘Tüm öldürülen Çamerya çocuklarının babasıyım!’ diye cevap verdi.”

Hikâye Dulla ve oğlu Süla’nın tek başına hikâyesi değil. Süla’nın kız kardeşi Fazile’nin, Üsküp’ün, yorgun düşmüş Balkanlar’ın ve hatta İstanbul’un hikâyesi. Balkan Savaşları’ndan 1990 yılına kadar kronolojik bir sıra gözetmeden yoluna devam eden anlatıda, zaman geçişlerinin oldukça çok olduğunu söylemeliyim. Süla’nın gittiği bir yerden yıllar önce babasının gittiği yere aynı sayfa içinde çıkmanız mümkün. Yine de roman türünde çok kullanılan bu anlatı biçimi okuru diğer örneklerinde olduğu gibi yormuyor, hatta bizi anlatılanın içinde tutuyor dersek doğru olur.

Hikâye Dulla ve oğlu Süla’nın tek başına hikâyesi değil. Süla’nın kız kardeşi Fazile’nin, Üsküp’ün, yorgun düşmüş Balkanlar’ın ve hatta İstanbul’un hikâyesi.
Hikâye Dulla ve oğlu Süla’nın tek başına hikâyesi değil. Süla’nın kız kardeşi Fazile’nin, Üsküp’ün, yorgun düşmüş Balkanlar’ın ve hatta İstanbul’un hikâyesi.

İlginç bir örgüt ile karşı karşıya kalıyoruz roman boyunca; kuralları, gelenekleri ve âdetleri olan… Belli bir yaşı geçen çocuklar dilenmeleri için evden gönderiliyor. Aileleri onları boyunlarına yaptırılan dövmelerden tanıyor. Dilenci halkasının lideri de oğullarını ve kızlarını bu dövmelerden tanıyor. Her dilenci çocuğunu buradan tanıyor, onları genellikle ölüm buluşturuyor. Ya da çok acil bir durum, koltuk değişimi gibi.

Derin bir iletişim ağına da sahipler aynı zamanda. Farklı şehirler ve ülkelerdeki dilencilerle irtibatları hiç kopmuyor. Aslında bu cemiyet uygulanabilir bir ütopyaya sahip, ütopyanın uygulanabilir olmasının temelinde ise yine dışlanmışlıkları yatıyor.

  • Yine de romanın salt bir Balkanlar tarihi olduğunu söylemek iddialı ve yersiz bir tanım olacaktır, romanın kuvveti tarihin tercümesini ve tecrübesini görünür kılmasında saklı olabilir.

“Diğer insanlarla dilencilerin arasındaki fark, dilencilerin hayatın düğümlerinin nasıl atılması gerektiğini doğru bir şekilde çözmüş olmalarından ileri gelirdi. Onlar çok iyi biliyorlardı ki geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceği bağlayan güç, hayallere ihanet edilmemesi için inanmaktan ve kendini adamaktan gelirdi.”

Dilenciliğin aslında sadece el uzatıp para istemek olmadığını, görünenin, göze gelenden çok daha başka olduğunu görüyoruz Üsküp Dilencileri’nde.

Toplumu devam edilebilir kılanın biraz da görünmeyenlerin çabaları olduğunu fark ediyoruz. Çünkü her toplum, her topluluk hatta her birey açığa çıkarmadıklarıyla güçlüdür ve her şeyde bir ‘başka’ gizlidir.

“Aslında dilenci düzeninde bal arılarından örnek alınmış bir kuralın uygulandığını açık etmemişti. Bal arılarından örnek alınan bu kural; yabancı ve işçi olmayan bir arının senin kendi arı kovanına girmesine izin vermemek ve hatta daha kovanın girişinde onları yok etmekti.”

Üsküp Dilencileri, bir dönemin açığa vurulmamış anlatısını kurgularken gerçeğin içinde kendine bir gerçeklik alanı yaratan bir roman. Roman her ne kadar çeviri bir eser olsa da aslında Türkçe. Belki de hikâyesi bizim topraklara yakın geldiği için Türkçe.

Zor zamanlarda atımızı nereye süreceğimizi ve kendimiz dışında başkalarının da hayatlarında birçok şeyin gizli olduğunu, bu gizliliğin nereleri değiştirebileceğini fark etmemiz açısından önemli ve kıymetli bir eserle karşı karşıyayız.

O zaman şöyle bitirelim: Normal bir evrende Kim Mehmeti’ye Nobel verilirdi.