Fiziksel nesnelerin teorik izahı

Kendilerinden oluşan cisimlerden farkı, basit olmalarıdır.
Kendilerinden oluşan cisimlerden farkı, basit olmalarıdır.

Bu dünyadaki cisimler; su, toprak, hava ve ateş olmak üzere dört unsurdan oluşur. Unsurların özelliği ise birbirlerine dönüşme imkânıdır. Yani su havaya, hava ateşe dönüşür vs. Fakat burada önemli bir hususa dikkat çekmek gerekir: Dört unsur, her ne kadar yeryüzündeki cisimleri oluşturmaları bakımından unsur olarak adlandırılsa da kendileri de cisimdirler.

Felsefe geleneğinin fiziği, Helenistik dönem şarîhleri ve bilhassa Yeni Eflatuncu filozofların müdahaleleriyle yeniden şekillenen Aristotelesçi doğa felsefesi ve bilim anlayışının bir devamıdır. Fiziğin amacı, cismin en genel hâli olan hareketin açıklanmasıdır. Bu açıklamanın yapılabilmesi için cismin yapısının açıklanması gerekir.

Madde cismin kuvve yani farklı şeylere dönüşebilme yönüne, sûret ise fiil yani belirli bir nesne olarak gerçekleşme yönüne işaret eder.


Yunan felsefesinde Aristoteles’ten önce Demokritus, Pisagor ve Eflatun gibi filozoflar, cisimlerin atomlardan, sayılardan yahut geometrik birimlerden meydana geldiğini iddia etmişlerdi. Aristoteles bunlardan farklı olarak bütün cisimlerin madde (hyle) ve sûret (form) olmak üzere iki temel birimden meydana geldiğini iddia etmiştir. Madde-sûret teorisi olarak adlandırılan bu görüşe göre hem madde hem de sûret cevherdir yani dış dünyada herhangi bir şeyin hâli veya özelliği olarak değil, kendi başına bir nesne olarak var olur. Madde cismin kuvve yani farklı şeylere dönüşebilme yönüne, sûret ise fiil yani belirli bir nesne olarak gerçekleşme yönüne işaret eder. Bu bakımdan madde daima bir cismin sonsuz şey olabilme imkânını temsil eder, sûret ise belirli bir türün formuyla donanmayı, dolayısıyla da belirli bir nesne olarak tahakkuk etmeyi bildirir.

Mesela ahşap bir sedirin yapıldığı ahşap onun maddesine, ahşaba verilen biçim ise onun sûretine tekabül eder. Bu ahşap sedir sûretini almadan önce sedir olma gücüne sahiptir ve kuvve olarak sedirdir. Aslına bakılırsa aynı ahşap masa, tahta, oklava vb. pek çok şey olma gücüne sahiptir. Sedirlik sûretini aldığında ise artık belirgin bir nesneye dönüşmüş ve bilfiil sedir olmuştur. Bu madde ve sûretten oluşan cismin ne maddesi ne sûreti tek başına bulunabilir. Yani sedirin sûreti onun yapıldığı ahşaba yerleşmeden var olamayacağı gibi sedirin maddesi olan ahşap da sedirin maddesi olarak tek başına var olamaz. Çünkü sedirden önce bilfiil ahşaplık sûretinin maddesidir, sedirin maddesi değildir.

Bu madde ve sûretten oluşan cismin ne maddesi ne sûreti tek başına bulunabilir.
Bu madde ve sûretten oluşan cismin ne maddesi ne sûreti tek başına bulunabilir.

Ahşabı yaktığımızı ve küle dönüştürdüğümüzü düşünelim. Bu durumda külün bir maddesi, bir de sûreti olacaktır. Külü kül yapan sûret ve madde de tek başına var olamaz. Sûreti kaldırma işini geriye doğru götürdüğümüzde artık çıplak gözle göremeyeceğimiz ve araçlarımızın bölme işini gerçekleştiremeyeceği bir aşamaya varırız. Teoriye göre gözlem ve bilfiil bölmeye kapalı olan bu seviye sonsuza dek bölünebilir.

  • Ama geriye gidişi zihnen sürdürdüğümüzde bölme, nihai tahlilde bizi saf bir “güç” hâli ile saf bir “olma” hâline ulaştırır. İşte Meşşâî filozoflar bu saf güç ya da imkân haline “ilk madde” veya “heyûlâ” adını verirken bu maddeye yerleşip ilk oluşu meydana getiren şeye “cisimlik sûreti” (es-sûratü’l-cismiyye) adını verirler.

O hâlde madde ve sûret bir araya geldiğinde cisim dediğimiz şey olur. Bu birleşmede cisimlik sûreti “üç boyutluluğa elveriş olmak” anlamına gelen “bitişiklik”(ittisâl) demektir ve bilfiil boyutları ifade etmez. Zira cisimde üç boyutun bilfiil var olması, cisimlik doğasının gereği değildir. Sûretin maddeye yerleşerek tam bir bitişiklik (ittisâl) oluşturması madde-sûret teorisini atomcu teoriden ayrıştıran en önemli yönlerden birini ifade eder. Burada hayati nokta, kuvvenin bir boşluğu değil, bir tür imkân hâlini ifade etmesidir. Öte yandan sûret de bu imkânı bir oluşa çeviren şeydir. Sûret maddeye yerleşerek hem kendisini hem de onu var eder. İkisi birlikte cisim denilen şeyi oluşturur. Sûretin maddeye yerleşmesi, imkânın bir oluş birleşmesi olduğundan sûret-madde birlikteliği, aralarında boşluk veya kesinti bulunan iki parçanın birleşmesi gibi değildir.

Tam tersine hakiki anlamda bitişiklik ve kesintisizlik bulunan bir birleşime meydana gelir. Diğer deyişle kuvve bir boşluk olmadığı yahut boşlukta var olmadığı gibi ona yerleşen sûret de bir boşluğu doldurmaz. Her iki cevher de var olduğunda yerleşen sûret ile yerleşilen madde arasında da bir aralık, kopukluk ve boşluk yoktur. Bu sebeple birine işaret etmek, diğerine işaret etmek demektir. Bu bağlamda Meşşâî filozoflara göre cismânî varlık, boşluk tarafından kuşatılmaz. Dolayısıyla bu teori, kelam geleneğinin hâkim teorik fiziği olan atomculuğun aksine boşluk kavramını tamamen reddederek dışta bulunan ve kendi içinde dopdolu olan bir cisimler dünyası kabul eder. Fakat dış dünyada bir cisim, daima belirli bir cisim olarak var olur. Bu bağlamda Meşşâî filozoflara göre dış dünyada saf cisim yoktur; bütün cisimler, unsurlar, madenler, bitkiler, hayvanlar, insan veya gök cisimlerinden herhangi bir türün ferdi olarak var olur. Dolayısıyla dışta bir cismin var olması için cisimlik sûreti ile maddenin birleşmesi yetmez, bunun yanı sıra türsel bir hakikat olarak özelleşmesi de gerekir.

Meşşâî filozoflara göre dış dünyada saf cisim yoktur; bütün cisimler, unsurlar, madenler, bitkiler, hayvanlar, insan veya gök cisimlerinden herhangi bir türün ferdi olarak var olur.
Meşşâî filozoflara göre dış dünyada saf cisim yoktur; bütün cisimler, unsurlar, madenler, bitkiler, hayvanlar, insan veya gök cisimlerinden herhangi bir türün ferdi olarak var olur.

Yani cisim mutlaka madenlerden bir türün mesela demir madeninin, bitkilerden bir türün mesela akasya ağacının, hayvanlardan bir türün mesela kaplanın, insan türünün yahut gök cisimlerden birinin mesela Merkür’ün cismi olarak özelleşir. Bu özelleşme sağlandığında artık cisim işarete konu olabilecek şekilde bireysellik kazanmaya elverişli hâle gelir. Cismin belirli bir cisim olarak tahakkuku türsel sûretlerin yanı sıra belirli bir miktarı da gerektirir. Yani cismin özelleşme, somutlaşma ve bireyselleşmesi için sınırların olması gerekir. Bu demektir ki üç boyuta elverişli olan cisimlik sûreti, belirli boyutlarda var olur. İşte bu nokta, cisimlik sûreti ile miktar arasındaki ilişkinin kurulduğu seviyedir. Miktar, cismin tanımına girmez yani cisim dediğimiz şey miktardan oluşmaz ama cisim, belirli bir cisim olarak var olduğunda mutlaka miktara konu olur. Çünkü miktarsız cisim, tamamıyla belirsiz olacaktır. Oysa cisim belirli olmadığı sürece var olamaz. Bu sebeple de cisim, var olduğundan üç boyutluluğa elverişli olan cisimlik sûreti, belirli boyutlar şeklinde tahakkuk eder.

  • Mesela 1 cm genişliğinde, 15 cm uzunluğunda ve 1 cm derinliğinde bir kurşun kalemi düşünelim. Kalem, belirli bir kalem ferdi olarak var olduğundan mutlaka miktar kazanmıştır. Kalemde meydana gelen cisimlik sûreti, sadece üç boyuta elverişli olsa da sözü edilen miktarlar onu belirli ve sınırlı hâle getirmiştir. Dolayısıyla miktar, saf mantıkî olarak kavranabilen cisimlik sûretini matematiksel olarak ölçülebilir ve duyu tarafından algılanabilir hâle getirir.

Bu sebeple dış dünyada tahakkuk etmiş cismin boyutlarına matematiksel sûret denir. Cisimsel sûret kendinden belirgin boyutlara sahip olmadığından ölçülemez iken matematiksel sûret belirgin boyutlardan ibaret olduğu için ölçülebilir. Dahası, cisimsel sûret cismin cisim olmak bakımından özelliği olduğundan değişmezdir ve bütün cisimlerde bulunur. Ama matematiksel sûret belirli bir tahakkukla ilgili olduğundan bütün gerçekleşmiş cisimler bir miktara sahip olmak zorunda ise de cismin miktarı değişebilir. Bir mumun uzunluk, genişlik ve derinliği üzerindeki işleme bağlı olarak değişebilir ama o mum, yine cisimlik sûretine sahiptir ve cisimlik sûretinde hiçbir değişme olmaz, sadece matematiksel sûretin ölçüleri değişir.

Öyleyse felsefe geleneğinin fizik anlayışına göre, cisimler madde ve sûretten meydana gelmiştir, cisimler arasında hiçbir boşluk bulunmaz, cisim tam bir bitişiklik ve sürekliliğe sahiptir, cisimler miktarlı olduğundan cisimler dünyası mutlaka sonlu olmak zorundadır. Sonsuz bir cisimler dünyası, bu teoriye göre mümkün değildir, zira sonsuz bir miktar bilfiil var olamaz. Meşşâî bilim geleneği, cisimleri en temelde iki gruba ayırır: Ay üstü âlemdeki cisimler ve Ay altı âlemdeki cisimler. Ay üstü âlemdeki cisimler ile kastedilen, göksel kürelerin cisimleri iken Ay altı âlemdekiler, bu dünyadaki cisimlerdir. Her iki grup da cisim olduğundan cisim olmak bakımından cismin özelliklerine sahip olmakta ortaktırlar. Bu demektir ki hem Ay üstü hem de Ay altı âlemin cisimleri, madde ve sûretten oluşur ve her ikisini de cisim yapan şey, üç boyutluluğa elverişli olmak anlamındaki cisimlik sûretidir. Bu dünyadaki cisimler; su, toprak, hava ve ateş olmak üzere dört unsurdan oluşur. Unsurların özelliği ise birbirlerine dönüşme imkânıdır.

Meşşâî bilim ve felsefe geleneği, Ay üstü âlemdeki cisimlerin herhangi bir değişimi kabul etmeyen ve ezelde ebede bireyselliğin koruyan “esîr” adı verilen bir unsurdan oluşan kusursuz küreler olduğunu iddia eder.


Yani su havaya, hava ateşe dönüşür vs. Fakat burada önemli bir hususa dikkat çekmek gerekir: Dört unsur, her ne kadar yeryüzündeki cisimleri oluşturmaları bakımından unsur olarak adlandırılsa da kendileri de cisimdirler. Kendilerinden oluşan cisimlerden farkı, basit olmalarıdır. Zira toprak, su, hava ve ateş, Meşşâî filozoflara göre ne kadar bölünürse bölünsün daima kendilerine bölünürler. Mesela onlara göre suyu ne kadar bölersek bölelim yine kendisi gibi su olan parçalara bölünür. Dolayısıyla unsurlar yalın cisimlerdir ve diğer cisimler gibi onlar da madde ve sûretten bileşiktir. Ay üstü âlemdeki cisimlerin cisimlik sûreti, kürelerin cisimleri olarak tahakkuk eder. Küreler ise Meşşâî geleneğe göre oluş ve bozuluşu kabul etmeyen cisimlerdir. Bu nedenle Meşşâî bilim ve felsefe geleneği, Ay üstü âlemdeki cisimlerin herhangi bir değişimi kabul etmeyen ve ezelde ebede bireyselliğin koruyan “esîr” adı verilen bir unsurdan oluşan kusursuz küreler olduğunu iddia eder. Her ne kadar klasik dönemde gözlemler, Ay’ın yüzeyindeki karartılar gibi kusursuz küre olmaya aykırı bir takım engebelerin varlığını gösterse de filozoflar, böylesi durumların kürenin küreselliğini etkileme noktasına varmayan ve devasa kürenin üzerine yapıştırılmış önemsiz ayrıntılar olarak değerlendirir.

Böylece cisimler dünyasının tamamı, birincisi oluş ve bozuluşu kabul eden dört unsurdan oluşan yeryüzü cisimleri, ikincisi ise oluş ve bozuluşu kabul etmeyen göksel cisimler olmak üzere iki gruptan oluşur. Ay altı âlemdeki ve Ay üstü âlemdeki cisimler, hep birlikte âlem küresini oluştururlar. Bu bağlamda cisimler âlemi Meşşâî geleneğe göre iç içe geçmiş ve aralarında hiçbir boşluk bulunmayan devasa kürelerden oluşur. Dıştan içe doğru sıralanan bu küreler dizisinin merkezinde dört unsurdan oluşan dünya bulunur. En içte toprak, onun üzerinde su, onun üzerinde hava, onun da üzerinde ateş unsurlarından oluşan küreler bulunur. Dünya küresinin üzerinde sırasıyla Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn, Sabit Yıldızlar ve Kuşatıcı Felek gelir. Dolayısıyla âlem küresinin en dışında Kuşatıcı Felek, merkezinde ise Dünya bulunur. Dünya’nın dışındaki bütün felekler ezelden ebede hareket ederler. Dünya ise âlemin merkezinde hareketsiz konumdadır. Dolayısıyla felsefe geleneği merkezinde dönmeyen dünyanın bulunduğu ve iç içe geçmiş devasa halkalar misali kürelerin birbirini kuşattığı, nihayet bütün kürelerin en dıştaki kürede son bulduğu bir cisimler âlemi tasavvur etmiştir. Cisimlerin varlığını devam ettirmesini sağlayan şey, harekettir. Bu bağlamda hareket, cismin en temel özelliğidir ve fizik bilimlerin tamamı değişik açılardan cisimler âleminde gerçekleşen hareketi inceler.

Cisimlerin varlığını devam ettirmesini sağlayan şey, harekettir. Bu bağlamda hareket, cismin en temel özelliğidir.
Cisimlerin varlığını devam ettirmesini sağlayan şey, harekettir. Bu bağlamda hareket, cismin en temel özelliğidir.

Teorik fizik, hareketin temel ilkelerini inceler. Mineraloji (madenler bilimi) madenlerin oluşma ve dönüşme hareketlerini inceler. Botanik bitki türlerinin beslenme, büyüme ve üreme hareketlerini inceler. Zooloji, hayvanların beslenme, büyüme, üreme ve iradeli hareketlerini inceler. Bir kaplanın ceylanı tanıması, onu söz gelişi sırtlandan ayrıştırarak av olarak algılaması gibi iradeli hareketler, görme, dokunma, tatma, işitme ve koklama gibi dış duyular ile hayal, vehim, hafıza ve hatıra gibi iç duyuları gerektir. Psikoloji ise insan ruhunun bedeni etkisiyle meydana gelen iradeli hareketler ile ruhta gerçekleşen niteliksel hareketleri inceler. Meteoroloji havanın hareketlerini inceler. Açıklamayı tıp gibi bilimlere de tatbik ederek genişletmek mümkündür. Dolayısıyla fiziğin en önemli sorunu, hareketin nasıl gerçekleştiğini ve ilkelerinin neler olduğunu açıklamaktır. Felsefe geleneği bu açıklamayı nedensellik ilkesi ile tabiat ve nefs kavramlarını kullanarak yapmıştır. Bu sebeple nedensellik, tabiat ve nefs üçlüsünü anlamadan klasik dünyanın bilim geleneğini ve modern dönemde tam olarak hangi dönüşüm gerçekleştiğini kavramak imkânsızdır. Bir sonraki yazıda bu üç kavramı kısaca açıklayalım.