Ezel Akay’ın sorunu ne?
Ha sen şimdi iyi bir şey mi yapmak istiyorsun? Amacın bu mu gerçekten?Böyle herzeler yemek yerine, otur da yapabiliyorsan iyi bir film yap.İçinde bu halkın değerlerini aşağılamadığın bir film mesela. Tek makul ve iyi karakterin, filmdeki tek Hristiyan karakter olmadığı iyi bir film yap da işte budur diyelim. ‘Müslüman’ın en iyisini saftirik, ortalamasını da ‘üçkâğıtçı’ olarak resmetmediğin bir film yap da izleyelim… Karşılığında biz de oturalım daha iyi bir dergi yapmaya uğraşalım olmaz mı?
Türk sineması diye bir şey varsa, bunun tek sorununun ‘Cihangir çetesi’ denilen, ciğerlerine, Türkiye’den başka her yerin havasını dolduran lümpen ezikler olduğunu söylemeliyiz artık. (Bak lümpen dedim, biz de Marx okuduk, değiliz yani)
Türkiye’ye ve burada üretilmiş bütün değerlere yukarıdan bakan bu aydınlanamamış çeteye neden ‘ezik’ diyorum peki? Görünürde kendilerinden gayet eminler, kibirli ve küstahlar. Doğrunun ve gerçeğin ne olduğunu bir çırpıda söyleyiveriyorlar. Siyasetten ve ticaretten, müzikten ve sinemadan ve hatta evrim teorisinden bile anlıyorlar… Neden ezik diyorum peki? Çünkü burada bu küstahlıkları gösterirken, eteklerinin önünde ‘aman efendim’ moduna girdikleri Batılı ağababalarının yanında birinci sınıf birer ezikler. Bunlar da onlardan oldukları için hepsini bir tartmak gerek. O yüzden kibirlerinin ve derin cehaletlerine rağmen cüretlerinin arka planında sürekli örselenmeleri ve bizim adımıza Batılı ağababalarından utanmaları var. Fotoğrafta güzel çıkmalarını engelleyen şey biziz yani. Hepsine kibarca şöyle: Siz kimsiniz ulan?
Hala büyük oranda olmak üzere, sinemanın Türkiye’ye gelişinden itibaren birkaç büyük yönetmeni saymazsak, bu bir sektör olarak bütünüyle sizin elinizdeydi lan. İmkânlarınız ve ilişkileriniz vardı ve hala var. Kim tutu sizi? Kim filminizin makarasına çomak soktu, kim ışığınıza gölge etti, kim kurgunuza kuruldu?
Kibirlerinin ve derin cehaletlerine rağmen cüretlerinin arka planında sürekli örselenmeleri ve bizim adımıza Batılı ağababalarından utanmaları var. Fotoğrafta güzel çıkmalarını engelleyen şey biziz yani. Hepsine kibarca şöyle: Siz kimsiniz ulan?
Çekeydiniz ya büyük sinema filmleri? Hem para aldığınız ajanslar, hem ağababalarınız hem de bütün bir halkımız büyük sinemanızı izleyeydi… Niye yapamadınız? Hadi biz bağnaz ve gerici olduğumuz için, İslam bize ayak bağı oluyor da gelişemiyoruz. Siz niye yapamadınız?
Bak yeni bir sinema dili, yeni buluşlar, yeni çekim teknikleri falan da demiyorum, ağababalarınızı taklit ederek, iyi taklit filmler yapaydınız hiç olmazsa? Onu bile beceremediniz. Sinemayla bizden elli yıl sonra tanışan mollalar ülkesi İran bile bir endüstri kurabildi, siz niye Türk sinema tarihini böyle berbat bir başarısızlıklar çukuruna gömdünüz? O da mı kara halkımızın suçu? Bahaneniz ‘gelip izlemediler’se eğer, bu numarayı hiç çekmeyin. Yaptıklarınızın parasını, uluslararası ajanslardan ve doğrudan devletten aldığınızı biliyoruz. Niye yapamadınız? Hadi dünya sinemasına bir katkı sunmanızı geçtim, hiç olmazsa sıkılmadan izleyebileceğimiz sinema filmleri yapaydınız ya.
Bunlar sorular. Bu çetenin geri zekâlı her bir üyesine yöneltilmiş sorular. Ama konumuz doğrudan bu değil. Konumuz, Türkiye’nin dünyaya biricik armağanı, aşırı büyük yönetmen Ezel Akay, geçtiğimiz günlerde bir yerde konuşma yaparken aynen şöyle buyurmuş:
“Bu ülkede yaşayanların dünyaya hediye edebileceği taharet musluğundan başka bir şey yok.”
İlk bakışta mantıklı gibi duruyor ve kulağa da hoş geliyor. Doğru bir tespit yapmış olmanın verdiği memnuniyetle insana zeki olduğunu hissettiriyor olmalı ki buna atlayanlar da oldu bazı eklemeler yaparak: “araba onların, internet onların, bombalar onların” diye. Tabi ciddi ciddi oturup da buna cevap verecek değilim. (Cevap için yine bu dergide yayınlanan Emin Çapa’yla ilgili yazıma bakabilirsiniz. Lan kendime dipnot verecek yere geldim ha, bir ilerisi kendimden alıntı yapmak olacak) Arka planında biraz faşizm, çokça cahillik ve bir miktar yalnızca Freud’un açıklayabileceği bir düzine sorun var bu beyanın altında.
Geçen gün kıymetli bir yönetmenle otururken -Furkan Çalışkan da vardı yanımızda- o kıymetli yönetmen şöyle söylemişti; “her bir sinema öğrencisi, eğer iyi sinema yapmak istiyorsa önce tefsir ve hadis öğrenmek zorundadır.” Pek tuttum bunu zira benzer düşüncelerim olduğunu herkes bilir. Sadece sinema da değil, mesela bir Türk mimarisinden de söz edeceksek eğer, mimarlık talebelerinin asgari kelam, tefsir ve hadis bilmeleri zorunludur. Çünkü dünyayı başka türlü ‘kendiniz’ olarak göremezsiniz. Bir başkasının gözlüğüyle görürsünüz. Ezel’in sorunu bu. (Ki bu Ezel, piyasasına göre kafası çalışan adamdır yani, ortalamayı düşünün artık.)
Dünyaya ne hediye edersek Ezel Akay memnun olacak, bizim adımıza utanmaktan vazgeçecek? Bunu bir öğrenebilirsek el birliğiyle ne gerekiyorsa yapalım da Ezel ve gibileri sussun. Biraz tarih bilseydi Ezel bu cümleyi zaten kurmazdı. Ama biraz tarih biliyor. O zaman niyeti başka. Eğer bu cümleyi kurmaktaki amacı, memleket olarak ‘kötü’ durumda olduğumuzu bize söylemekse, zahmet etmesin hiç, yaklaşık iki yüzyıl önce başlayan, önce Ezel ve gibilerini doğuran bir çürümeye maruz kaldık.
- Devletimiz yıkıldı mesela. Arabayı ve sinemayı, elektriği ve bombaları icat eden ülkelerin neredeyse tamamı toplanıp bize saldırdı. Topraklarımızın büyük bir bölümünü kaybettik. Talebelerimizin çok büyük bir kısmını İstiklal’imiz için savaş verirken kaybettik.
Sonra çarpık modernleşme belasına tutulduk. “Arabayı icat eden adam gibi davranırsak, biz de araba üretebiliriz” gibi birinci sınıf salakça bir söze inandırıldık yıllarca. Onlar gibi davranamadığımız ortaya çıkınca, “bize ait olanları aşağılamalı ve yok etmeliyiz ki yerine onlarınkini koyabilelim” önerisiyle de yaklaşık seksen yılımız geçti. Biraz biraz işleri toparlamaya başladık. Bak biraz biraz diyorum Ezel. En azından ‘yerli üretim’ denilince artık Hürriyet gazetesi, eskiden olduğu gibi “İğne bile üretemeyiz” diye manşet atamıyor. Biraz da olsa endişe ediyor.
Bir an bile aklımızdan çıkmadığı için, bir sürü derde, bir sürü sıkıntıya, bir sürü düşmanlığa rağmen hiç durmadan ‘Türkiye’ diyoruz. Anlıyor musun beyim?
Yani Ezel Bey! Amacın bize ne olduğunu hatırlatmaksa emin ol bir saniye bile çıkmıyor bu bizim aklımızdan. Çıkmadığı için zaten 12 Eylül’ün niye yapıldığını iyi bildiğimiz gibi, 15 Temmuz’un da niye yapılmak istendiğini çok iyi biliyoruz. Aklımızdan hiç çıkmadığı için 15 Temmuz’da insanlar ‘yeter artık ulan’ diyerek kendilerini tankların önüne siper etti. Bir an bile aklımızdan çıkmadığı için, bir sürü derde, bir sürü sıkıntıya, bir sürü düşmanlığa rağmen hiç durmadan ‘Türkiye’ diyoruz. Anlıyor musun beyim?
Ha sen şimdi iyi bir şey mi yapmak istiyorsun? Amacın bu mu gerçekten? Böyle herzeler yemek yerine, otur da yapabiliyorsan iyi bir film yap. İçinde bu halkın değerlerini aşağılamadığın bir film mesela. Tek makul ve iyi karakterin, filmdeki tek Hristiyan karakter olmadığı iyi bir film yap da işte budur diyelim. ‘Müslüman’ın en iyisini saftirik, ortalamasını da ‘üçkâğıtçı’ olarak resmetmediğin bir film yap da izleyelim… Karşılığında biz de oturalım daha iyi bir dergi yapmaya uğraşalım olmaz mı?
Konun yoksa konu da vereyim sana. ‘Gelişmiş değerlerin medeniyeti Avrupa’ tarafından, her fırsatta Türkiye’ye yapılan çifte standardı otur anlat işte. Avrupalıların nasıl bu kadar ikiyüzlü olabildiklerini anlat. PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul etmesine rağmen, PKK’nın her türlü faaliyetini destekleyen Almanya’nın, Türkiye ve İslam düşmanı hastalıklı politikalarını anlat. Yapabiliyorsan yap bunu. Bunu yaptıktan sonra çıkıp dersen ki ‘dünyaya taharet musluğu dışında bir şey veremedik’ o zaman derim ki ‘adam bir şey söylüyor.’ O zaman belki argüman olarak sana derim ki, 1800’lü yıllara kadar bütün Avrupa dünyası, benim yazdığım tıp kitabını okuyarak bugünkü modern tıbba ulaşabildi.
Ama demiyorum. Çünkü ne bunu anlayacaksın ne de Almanya’yı rahatsız edebilecek bir film yapabileceksin. Dünyaya hediye ettiğimiz bir şey yok diyorsun ya Ezel. Sadece sinema bağlamını ben sana söyleyeyim; senin gibiler yüzünden!
Her yerde olan, her şekilde bulunan, her köşe başını tutmuş olan senin gibiler yüzünden dünyaya film armağan edemiyoruz mesela. (Sizin tayfayı kastediyorum ha, yoksa senin kafanla bakarak söyleyeyim, biz ağababasını hediye ettik. Sinemayı gavurlar buldu ama sinema tarihinin en iyi filmini, Ömer Muhtar’ı ‘biz’ yaptık. Sen şimdi Mustafa Akkad bizden mi diyeceksin, ben sana hayır diyeceğim. Mustafa Akkad sizden değil: “bizden.”
Ezel Bey! Gidiniz ve öteki yabancıları da götürünüz.
Alkışlar Nihat Genç'e...
Sadık karilerim hatırlar, Nihat Genç’i ikinci kez anıyorum burada. Bir defasında da dünyanın en ‘geniş’ Alman yazarı Emrah Serbes’le birlikte anmıştım. Kitaplarını okuduğum adam sonuçta Nihat reis. Gel-gitleri var sadece, kabahati o. Ama bu kez büyük kısmı makul şeyler söyledi. Haberlere de yansıdı zaten.
15 Temmuz’daki darbe girişimine ‘Kontrollü Darbe’ diyen geri zekâlılara cepheden ateş etti. Güçlü argümanlarla, her zamanki Nihat Genç üslubuyla… ‘Türklerin’ başarmış olma ihtimalinden derin bir rahatsızlık duyan bütün gavurlara verdi odunu. Gördüğünüz üzere sadece ateş etmiyorum burada, alkışlanması gerekeni de alkışlıyorum. Bütün hayatını, bir kişiye yönelik geliştirdiğin düşmanlığın üzerine kurmanın, insanı ne hale getirebileceğinin acı bir fotoğrafıdır Nihat Genç. Sen o kadar memleket hikâyesi yaz, sonra git elli yaşından sonra ergen militancıya bağla. Ne diyeyim üzücü.
- Niye bazen iyi şeyler söyleyebiliyor peki Nihat Genç? Çünkü Türkçe biliyor. İyi Türkçe, ne kadar ideolojik çukurlara düşseniz de iyi düşünmeye zorlar sizi. Dil önemli yani.
Ama Nihat Genç de bilsin diye şu ‘İzmir Marşı’ meselesine değinmek isterim. Gazi Paşa’nın bu memlekete yaptıklarından yana bir şüphemiz yok. Bir kahraman olduğunun da hakkını veriyoruz. Ama marş, Enver Paşa’ya düzülmüş bir övgü. Bunu bilelim, devam edelim. İhtiyar savaşçımız Nihat Genç’in hiç sormadığı soru şu, kendisinin her fırsatta sözü bir şekilde getirip de çaktığı İslamcılık meselesine, çok değil iki yıl önce FETÖ’cü kadrolar, dünyanın en kötü korosunu oluşturup çakıyorlardı. Neden başkan? Bir sor bunu. Bir de dost acı söyler kabilinden söyleyeyim sana, otuz yıldır yazıp çiziyorsun da bu ülkenin temel kurucu unsuru olan İslamcılık aklını, gerçekten hala anlayamadın yahu. Senin defterinde ihtimal ki ‘evrim teorisini tek başına çökerten adam’ kediciklerin babası Adnan Oktar bile İslamcı hanesinde yazıyordur. Peh. Öyle kolay değil o işler hacı abi. Gazi Paşa’nın, ‘ruh babamdır’ dediği Namık Kemal var ya, ha yaygın kanaate göre İslamcılığın kurucusu odur mesela. Gel de çık işin içinden. Bir İslamcı olarak bana göre sorun yok da neyse…
Bir de bir sorum var Nihat Genç’e: Hala Can Dündar’ın yanında mısın reis?
Mustafa Altıoklar'a haksızlık yapılıyor
Şaka lan şaka. Ne haksızlığı… Allah belasını versin. Hastalıklı geri zekâlı pislik. Tek haksızlık bu ve benzerlerinin adam yerine konulmasıdır.
- “Sahte darbenin bayramını kutlamak gibi gerizekalılık…” diye twit attı malumunuz. Sonra koşarak Almanya… “Görgüsüz, kültürsüz, hödüklerin çakma destanı” demiş bir de 15 Temmuz için. Ve daha bir sürü herze. Hiç ciddiye almadığım için kısa keseceğim.
Yazdıklarında ne var peki? Mustafa Altıoklar nasıl Mustafa Altıoklar oldu sorusunun cevabı var. Tam olarak istenildiği zaman bu ve benzer cümleleri kursun, kurabilsin diye Mustafa Altıoklar’ı Mustafa Altıoklar yapan mekanizma işledi. Aynı mekanizmaların çarkından geçip, yüksek sanat, insanlık değerleri, dünya vatandaşlığı gibi ezber klişelere Kureyşli müşrikler gibi tapan ve ‘kanaat önderi’ olmayı bekleyen şimdilik ünsüz başka insanlar yok mu sanıyorsunuz? O mekanizma yine işliyor. Belki eskisi kadar güçlü değil ama yine işliyor.
Bunları tanı bebeğim, bunları tanı da büyü. Kim ki Batı’da çerçevelendirilmiş kavramları kutsal metinler gibi senin başında sürekli sallıyorsa, kim ki bu halkın değerlerinden rahatsızlığını aşikâr etmeye cüret ediyorsa, kim ki hangi puştluk trendse onun önde gideni oluyorsa bil ki onlar bunlardır.