Evren tarihi düşüncesi
Evren tarihi fikri, İslam medeniyetinde klasik bilim geleneğinin yeniden ifade ve geliştirilmesini, dolayısıyla bilimsel bilginin sürekliliğini temsil eden filozofların temel kabulüyle çelişmektedir. Çünkü filozoflar, bırakın aklî cevherleri, cismanî evrenin dahi, tarihinin yapılamayacağı kanaatindedir. Onların bilimler düzeninde dünya dışında cismani cevherlere yani göksel kürelere ilişkin üç temel bilim vardır: Teorik fizik, mücessem astronomi ve mücerret astronomi.
İslam düşünce geleneği, modern bilimin gelişmesiyle pek çok sorunla yüz yüze kaldı. Genel olarak "İslam medeniyeti" tabirini kullandığımızdan, sorunun boyutları bazen tam olarak anlaşılmıyor. Medeniyet kelimesi, bir arada yaşayan insanların karşılıklı ilişki içinde geliştirdikleri bütün olgulara işaret eder. Bu olguların gücü ve değeri, tamamıyla dayandıkları bilginin açıklama gücünden kaynaklanır.
Dayandığı bilginin açıklama gücü bulunmadığına inanılan hiçbir medenî olgu varlığını idame ettiremez. Bazen bu inanç yanlış bile olabilir. Yani insanlar bir bilginin yanlış veya işe yaramaz olduğuna karar verirken hata edebilir, propagandaların etkisinde kalabilirler. Dolayısıyla da bilimsellik vasfını vermeyebilirler veya daha önce verdilerse iptal edebilirler ya da bilginin yanlışlığı açığa çıkmış ve bilimsellik vasfını kaybetmiş olabilir. Fakat bir bilginin herhangi bir medenî olguya kaynaklık edebilmesi için mutlaka doğruluğuna inanılması gerekir.
Zaman zaman kuşkulu bilgilerin bir süre değerini koruduğu görülür ama kuşku, ateş gibidir, ya eski bilgiyi eritip yeni bilgiye dönüştürür ya da eski bilgiyi tamamıyla kül eder. Bu bakımdan herhangi bir geleneği ayakta tutan şey, onun temsil ettiği bilgi birikimidir. Bir yerde bilimsel bilgi yoksa orada kapsamlı ve ayrıntılı bir medenî hayat da kurulamamış demektir. Dolayısıyla medeniyetin tarihi gerçekte o medeniyetin kurumlarını inşa eden bilimlerin tarihidir.
Evet, bilimsel olmakla nitelenmeye elverişli olmayan bir kısım inançlar vardır. Bu inançlar, medeniyetteki davranış tarzlarını doğurur veya onlara yön verirler. Lakin böylesi inançlar, dönemin bilimsel bilgileriyle uyumlu hâle getirilemediği takdirde uzun süre varlığını sürdüremez. Bilimsel bilgiyle uyumlu hâle getirmek, sadece birinin diğerini tasdik eder durumda olmasını yahut inanç ve kabullerin, dönemin bilimi tarafından onaylanmasını sağlamak değildir.
İkisinden birinin kanıttan yoksunluğu, iyi ifade edilememiş oluşu, belirsizliği, derinlemesine düşünüldüğünde kuşkulu yanlar barındırması, birinin ilgilenmediği konularla diğerinin ilgilenmesi, bilim ve inançların uyumlu hâle getirilmesini sağlayabilir. Bazen ortaçağ Avrupası'nda olduğu gibi inançlar bilim statüsünü elde eder, bu sebeple bilimsel görüşler kendisini kabul ettirmek için bu inançlarla yani sözde bilimsel bilgiyle uyumlu hâle gelmek zorunda kalabilir. Bilim ve düşüncenin tarihi, muhtemel durumların neredeyse tamamının örneklerini barındırır. Bizim bu yazıdan itibaren konuşmak istediğimiz sorunlar, ya doğrudan ya da dolaylı olarak medenî hayatın gerisinde yatan bilimsel bilgiyle ilgilidir. Bu sebeple İslam düşünce geleneği tabiri burada İslam medeniyetinde bilimsel bilgiyi temsil eden ekolleri ifade etmektedir. Şimdi bu geleneğin karşılaştığı ve hâlâ aşma çabasını sürdürdüğü sorunları incelemeye başlayabiliriz.
- Klasik bilim geleneklerinden farklı olarak modern bilimde başarılan şeylerden biri, evren tarihi fikridir. Daha önceki yazılardan da anlaşılacağı üzere filozoflar, kelamcılar veya mutasavvıfların âleme ilişkin açıklamaları, modern dönemde olduğu gibi tarih düşüncesini barındırmaz.
Felsefî evren açıklaması, aklî ve cismanî unsurlarıyla bütün âlemin defaten meydana geldiğini söyler. Gerçi filozoflar, gök kürelerinin hareketlerinin farklılığıyla meydana geldiğini düşünür ama bu, dünyanın oluşumunun tarihsel bir açıklamasını verme amacı gütmez. Zira gök kürelerinin kendileri zaten ezelde var edilmiştir. Kelamcılar, âlemin yoktan yaratıldığını düşündüğünden onlara göre âlemin bir başlangıcı, dolayısıyla kaba tabirle hesaplanabilir bir yaşı vardır. Fakat kelam disiplini, sonradan var olmak anlamına gelen hudûsun varlık tarzını incelemekle yetinmiş, hudûs incelemesini bir evren tarihi araştırmasına dönüştürmemiştir.
Kelamcılar, âlemin yoktan yaratıldığını düşündüğünden onlara göre âlemin bir başlangıcı, dolayısıyla kaba tabirle hesaplanabilir bir yaşı vardır.
Tasavvuf geleneği ise bu meselede felsefî açıklama üzerine ikinci bir imal-i fikirden ibarettir. Peki, evren tarihi düşüncesi niçin bir sorundur? Bu sorunun çeşitli açılardan cevaplanması mümkün ama burada şu kadarına işaret edebiliriz. Evren tarihi fikri, İslam medeniyetinde klasik bilim geleneğinin yeniden ifade ve geliştirilmesini, dolayısıyla bilimsel bilginin sürekliliğini temsil eden filozofların temel kabulüyle çelişmektedir. Çünkü filozoflar, bırakın aklî cevherleri, cismanî evrenin dahi, tarihinin yapılamayacağı kanaatindedir. Onların bilimler düzeninde dünya dışında cismani cevherlere yani göksel kürelere ilişkin üç temel bilim vardır: Teorik fizik, mücessem astronomi ve mücerret astronomi. Teorik fizik, cisimsel cevherin temel bileşenlerini incelediğinden bütün cisimlere dair ana çerçeveyi verir. Mücessem astronomi, gök kürelerinin cisimlerinin nasıl olduğunu inceler. Bu da fiziksel bir incelemedir. Mücerret astronomi ise gök kürelerinin hareketlerini, konumlarını ve aralarındaki mesafeleri inceler.
Bu üç incelemeden ilk ikisi açıklama gücünü kaybetmiştir. Felsefe geleneğinin teorik fiziğiyle bugün herhangi bir şekilde fizik araştırması yapılamaz. İleri düzey teorik fizik tartışmalarında kadîm filozofların görüşleri tabii ki dikkate değerdir ve ilham verici kaynaklar olarak kullanılabilir. Fakat bunlar, artık teorik fizik olmaktan ziyade nesnenin hakikatine dair ontoloji tartışmalarının bir parçası olurlar. Bu sebeple günümüzde klasik fizik denince yirminci yüzyılın başlarında geliştirilen kuantum mekaniğini ve izafiyet teorisini önceleyen Newton ve takipçilerinin fiziği kastedilir. Mücessem astronomi kısmı, neredeyse filozofların açıklamalarının en değersiz hâle geldiği kısımdır. Bu inceleme, Ay-üstü ve Ay-altı âlem ayrımına dayalı olarak gök kürelerinin oluş ve bozuluşu kabul etmeyen bir elementten oluştuğu kabulünden hareket etmiştir ve zaten klasik dönemde de kelamcılar tarafından çokça eleştirilmiştir.
- Bugün ise hem elementler bilgisi genişledi hem de gök kürelerinin oluş ve bozuluşu kabul etmediği fikri, bütünüyle yanlışlandı. Dolayısıyla bu, nesnenin hakikatine dair bir yorum farkı değildir, yanlış olduğu ortaya çıkmış bir görüştür.
Mücerret astronomi ise felsefe ve bilim geleneğinin en dikkate değer araştırmalarını oluşturan kısımdır. Aslına bakılırsa klasik dünyanın gök küreleri hakkındaki asıl hikmeti bu disiplindedir. Fakat astronomideki gelişmeler, eskilerini doğrularını kendisinin küçük bir parçası hâline getirdi. Şu hâlde evrenin oluşum süreçlerine ilişkin modern araştırmaların bulguları, tahminleri ve senaryoları, evren tarihi fikrinden yoksun bir âlem tasavvurunu sorunlu hâle getirmektedir. Kriz tam olarak şöyle özetlenebilir: Eskiler evrenin oluşum süreçlerini, hiyerarşi fikriyle çözüme kavuşturmayı tercih etmiştir.
Felsefî evren açıklaması, aklî ve cismanî unsurlarıyla bütün âlemin defaten meydana geldiğini söyler.
Bugünden bakıldığında hiyerarşi düşüncesi, bir yandan âlemi oluşturan çeşitli unsurlar arasındaki bağlantıyı tesis etmeye imkân verir diğer yandan da sahte bir tarih kavrayışı ima eder. Bu sebeple bir yandan klasik metafiziğin kazanımlarını korumayı mümkün kılar, diğer yandan modern fiziğin özellikle astrofiziğin kazanımlarından mahrum bırakır. Buna karşılık modern evren tarihi fikri, insan idrakinin metafizik alandaki kazanımlarını dışarda tutmayı tercih eder. Modern bilimin fiziksel dünyaya ilişkin açıklamaları, teknolojiyle desteklendiğinde etkileyici bir başarı hikâyesi de oluşturmaktadır. Kriz tam olarak metafizik açıklamaların dışarıda bırakılmasında kendisini göstermektedir. Çünkü kimse kimya, tıp veya matematikte modern bilimin kazanımlarını bir tarafa bırakalım ve kimya araştırmaları için Câbir b. Hayyân'a, tıp araştırmaları için Ebû Bekir er-Râzî ve İbn Sînâ'ya, matematik için Harezmî'ye dönelim dememektedir.
Çünkü modern olan, bunların kazanımlarını içerecek şekilde genişlemiştir. Yani kriz, modern bilimlerin fiziksel dünyaya dair açıklama gücünün ikna edici olup olmadığında değildir, tam tersine fizik dünyanın sınırlarına ve oluşum süreçlerine ilişkin bilginin, evrenin varlığına ilişkin bir bilgi olup olmadığındadır. Başka bir ifadeyle kriz, nesneye ne kadar nüfuz edebildiğimiz sorusuna verilen cevapların ikna ediciliğindedir. Aslına bakılırsa bu hâliyle kriz, sadece İslam geleneğine mensup olanların içinde bulunduğu bir durumu ifade etmez. Bizzat Batı düşüncesi tarihinde de metafiziğe yer açmak için her türlü çaba, benzer bir sorunla karşılaşmaktadır. Krizi bu denli derinleştiren şey, özellikle filozofların metafizik öğretiler ile fiziksel açıklamalar arasında kurduğu sıkı ilişkidir. Bu ilişki, İslam öncesi dönemde Yeni Eflâtuncular tarafından kurulmuştu. İslam döneminde Fârâbî tarafından yeniden inşa edildi, İbn Sînâ ise bu inşayı muhkem hâle getirdi.
Mutasavvıflar, fiziki dünyanın açıklamasında son derece pragmatist düşünürlerdir.
İlişkinin iki tarafından biri olan fizik dünyaya dair açıklamaların krize düşmesi, onun bağlaşığı olan metafiziğe de aynı çıkmaza sürükledi. Felsefeyi takip ettiği ölçüde tasavvuf için aynı hüküm geçerli olacaktır. Fakat mutasavvıflar, fiziki dünyanın açıklamasında son derece pragmatist düşünürlerdir. Teorilerin kullanım değerini dikkate alırlar ve krizin baş gösterdiği durumda, fiziksel dünyanın açıklamasıyla ilgili herhangi bir iddiaları bulunmadığını söylemekte çekince göstermezler. Yine de dakik bir şekilde incelendiğinde İbnü'l-Arabî sisteminin felsefe geleneğine benzer sorunlarla karşılaşacağı -en azından Konevî, Cendî, Kayserî, Fenârî gibi Ekberî geleneğin büyük şârihlerinin yorumları dikkate alındığında- açıktır. Çünkü sudur teorisindeki zorunluluk fikri, evrenin tarihsel bir incelemesiyle uyumlu hâle getirilmemiştir. Klasik dönemde böyle bir ihtiyaç da olmamıştır. Kelamcıların hudûs teorisini savunması, modern bilimdeki evren tarihi fikriyle daha uyumlu getirilebilir görünmektedir.
Fakat kelamcıların fizik dünyaya ilişkin açıklamaları da modern bilimin verileri açısından diğer gelenekler kadar sorunludur. Evet, kelam geleneği için evrenin belirsiz ve insan idrakinin tam olarak ulaşamadığı bir tarihi olmalıdır. Kelamın teorik fiziği de buna elverişli sayılabilir. Fakat evren tarihine ilişkin modern bilimdeki açıklamaların sorunlu tarafı, bu açıklamaların dayanağını oluşturan teorik fiziğin, evrene dışardan müdahâleye imkân vermemesi yahut buna ihtiyaç bırakmayacak kabuller üzerine kurulmasıdır.
Oysa kelam geleneğinin fizik (cevher ve arazlar) bahislerinin tamamı, nesnelere dışardan müdahâle eden bir fâil fikri üzerine kurulmuştur. Pekâlâ, çözüm ne olabilir? Bir sonraki yazıda, evren tarihi fikrinin, canlıların oluşum süreçleri özelinde bir türevi olan evrim teorisini de özetleyecek, ardından cevaba geçeceğim.