Erol Güngör'ün kültür gündemi
Erol Güngör’ün, Türkiye’nin kültür problemine çare bulunmadıkça diğer sahalarda elde ettiği imkânları muhafaza etmesinin zor olduğunda ısrar etmesi önemli. Bunun altında yatan düşünceye yönelmek, sonuç alıcı eylemlerin filizlenmesi için yapılabileceklerin başında gelmelidir.
Modernleşme sürecinin gündelik hayattaki sekülerleşmeyi derinleştirmesiyle birlikte artık, din tarafından uyarılmayan bir toplumun müşterek dünyasının nasıl kurulacağı, ciddi bir problem olarak tüm elitlerin gündemine girdi.
Kültürün temel değerleri, aşkın hakikatleri, törensel pratikleri, duygusal sembolizmi, manevi içe dönüklüğü, ortak kimliği ve bir toplumsal görevi içerdiğinin varsayılması bunun sebeplerindendi.
Dinin anlam dünyası kurmak bakımından kapsadığı alana “varis” yahut “vekil” olabilecek en güçlü reçete ise “kültür” kabul edildi. Kültürün temel değerleri, aşkın hakikatleri, törensel pratikleri, duygusal sembolizmi, manevi içe dönüklüğü, ortak kimliği ve bir toplumsal görevi içerdiğinin varsayılması bunun sebeplerindendi. Hem vizyon hem kurum hem duyumsanan deneyim hem evrensel bir var oluş şekli olarak dinin konumuna göz diken kültür, özgüveni zirveye ulaştığında dindeki tüm niteliklere sahip olduğu vehmine kapıldı. Bu tartışmaların tayin ettiği istikamet, modernleşme sürecindeki toplumlarda şu veya bu derecede karşımıza çıktı, çıkmaya da devam ediyor.
Karşı ateşler
Buna mukabil, Cumhuriyet Türkiye’sinin erken zamanlarından günümüze kadar, sahici bir ortak kültürel hayatın teşekkülünün bir türlü vuku bulamadığı da bir gerçektir. “Batılı yeni Türkiye”nin kültür teknisyenlerinin İslâm, gelenek ve Batı dünyası üçgenindeki çeşitli tartışmalarına yakından bakıldığında, söz konusu ayrışmaların hangi boyutlara ulaştığı rahatlıkla görülebilir. Sözgelimi erken tarihlerde “Tarcan Zeybeği” bunun pek bilinmeyen bir örneği olarak gündelik hayat pratiklerine dâhil oldu. Tıpkı Batı'da olduğu gibi toplumsal ayrışmaların temellendiği kültürle söz konusu tartışmaların aşılabileceği üzerinde mütemadiyen duruldu. Gelgelelim bir türlü umulduğu ölçüde kapsamlı gelişme mümkün olmadı. Aslında bu, bahsettiğimiz üzere aydınlanma düşüncesinin kültürü, din sonrası bir çağın milleti ve aydınları manevi bir ortak noktada birleştiren kutsal söyleme dönüşebilecek bir mekanizma şeklinde değerlendirmesiyle bağlantılıydı. Batılı ve yeni Türkiye’de kültüre gösterilen aşırı ilgi yenilik taraftarlarının ne kadar güçlü olduğunu açıkça ortaya koyar.
- Kültür terimine cari siyasi tartışmalardan yıllar önce “yerli ve milli” sıfatlarını kullanmak suretiyle başvuran, bu konuda pek çok metni bulunan Erol Güngör, aydınlanmacı cenahtan değildi, ama kültürün kendisinin toplumu bir arada tutacağı düşüncesindeydi.
Kültürel meselelerle Türkiye’deki aktüel konuları bir arada sunan değerlendirmeleri genel olarak 1970’lerin çatışmacı diliyle biçimlenir. Radikal solun yanılsamalarından Batı’daki yeni kültürel hareketlere kadar, direnişle itiraz arası sayısız yansımaları vardır bunun. Elbette onun metinlerindeki siyasallık, belli ölçüde kültürün “siyaset dışılığına” bürünmüş bir siyasettir. Bu yüzden dengeli bir ses tonuyla konuşan metinlerin müellifi olup, siyasetin yüksek ve bet sesinden çoğu zaman uzak durur.
Ne var ki onun metinleri vaktiyle hocası Hilmi Ziya Ülken için kullandığı tabirle, büsbütün “hasbi tefekkürü” yansıtmaz. Sözgelimi Ortadoğu gazetesindeki yazılarından bir kısmı bu çerçevede anılabilir, ama bu yazılarında bile soğukkanlılığını muhafaza eder. Bu bağlamda Güngör’ün kültür değişmesi için yapılan bürokratik müdahalelerin karşısında konumlandığını belirtebiliriz. Tartışmaları daima daha yüksek bir fikir planına çıkarmak için uğraşan Güngör, kültürü devamlılık fikri çerçevesinde ele almayı önerir. Aynı zamanda hem angaje hem de mesafeli olmayı başarabilen Erol Güngör, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik kitabında Türkiye’de yerli kültürün parçalanmış ve günden güne eski bütünlüğünü kaybetmekte olsa da, hâlâ insanlarımıza başıboş değişmeye direnme gücü verecek kadar ayakta durduğunu vurgular.
Direnen kültürel mirasa sadakatle bağlı olan Erol Güngör, bu kültüre bir “hamle gücü” kazandırmak için çok sayıda metapolitik metne imza atar. Kültürü toplumsal huzursuzluklara karşı bir mukavemet unsuru şeklinde konumlandıran Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Türk Kültürü ve Milliyetçilik kitapları ile yazılarını bir araya getiren Dünden Bugünden Tarih, Kültür ve Milliyetçilik kitaplarının adları onun entelektüel serencamını özetler. Kitaplar yazar için –derslik, gazete veya siyaset gibi– aynı faaliyeti sürdürmenin, aynı duygulanımı dışa vurmanın farklı yollarıdır. Okuyucularla buluşan ve ses getiren kitaplarının üçünün adında “kültür” kelimesinin bulunması, kendisinin kültür meselelerini dikkatli bir şekilde incelediğini gösterir. Zaten bahse konu eserler ilginç bir şekilde Güngör’ü kültür dünyasında öne çıkarır ama bunlar içe dönük bir yaşantı ya da zihnin tefekkür halinin sonucu olarak anlaşılmalıdır.
Erol Güngör, siyasi mücadelelerin keskinleştiği 1970’ler momentinde kültürün devletle ve milliyetçilikle münasebetini tüm boyutlarıyla gözler önüne sererek kültür davasını sağlam prensiplere bağlamaktaki kararlılığını ortaya koyar. Güngör’ün metinlerinin derdi, kültür buhranlarının arttığını düşündüğü Batılılaşma sürecini, aydınları ve müşterek kültürü kritik bir bakışla yeniden masaya yatırmaktır. Dolayısıyla kültürü ele alışı hem modern zamanlarda kültüre yüklenen anlamı hem de bu çerçevede yeri daraltılmaya çalışılan dini sahanın öyle sanıldığı kadar işlevsiz olmadığını ispatlama düşüncesiyle yakından ilişkilidir. Nitekim Nihal Atsız için hazırlanan armağan kitapta Ziya Gökalp’in İslâm dini ile ilgili yaklaşımlarını ve Osmanlı yüksek kültürünü ihmal edişini eleştirmesi doğrudan doğruya bununla bağlantılıdır.
Kültürle ilgili metinlerde çoğu zaman mefhumun anlamsal boşluğunun da etkisiyle net bir tarifle karşılaşılmaz. Sosyal bilimler kültürü, “Bir topluluğun kendi hayati problemlerini çözmek üzere denediği ve uzun yıllar içinde standart hâle getirdiği usuller ve vasıtalar” şeklinde tanımlar. Buna göre bir topluluğun ihtiyaçlarını karşılamak üzere benimsediği hayat tarzı, bütün maddi ve manevi unsurlarıyla birlikte kültürünü oluşturur. Geleneksiz bir kültürün imkânsızlığını vurgulayan Erol Güngör, ihata edici bir bakış açısıyla kültürün anlam alanındaki müphemlikleri gidermeyi başarmıştır: “Bizim kültür dediğimiz şey, medeniyetin cemiyetlere intikal ediş tarzı veya onlarca benimsenmiş şeklidir. Aynı kültüre mensup fertlerde ve gruplarda o kültürün değerleri nasıl birbirinin tıpatıp benzeri olarak benimsenmiyorsa, aynı medeniyetin unsurları da çeşitli cemiyetlerde birbirinden farklı şekil ve muhtevalar kazanmaktadır.”
Aslında berrak bir zihnin mahsulü olan bu değerlendirmeler, kültürle medeniyetin kesintisiz devamlılığını gözden kaçıran hatta zaman zaman bu ikisini diyalektik tezat hâlinde gören Ziya Gökalp’in milli kültürü sadece yerli unsurlara inhisar ettirerek, bunun dışında yabancı kültürlerle ortak olan tarafları medeniyet diye göstermesine yönelik bir itirazdır. Bilindiği gibi Türkiye’de kültür ve medeniyet münakaşaları Osmanlı Devleti’nin buhranlı yıllarında başlamıştı. Üç tarzı siyaset şeklindeki fikri cereyanlar bu konularda değişik teklifler sunarak bir çıkış yolu bulmaya çalışmıştı. Hatta Meşrutiyet’in Avrupacı ve pozitivist aydınları tamamen Batılılar gibi yaşamayı teklif etmişlerdi. Tartışmalara metinleriyle dâhil olan Gökalp’in yanlış neticelere yol açan ayrımı bu dönemde gündeme gelmiş ve Türkçüler kadar İslâmcılarca da benimsenmişti. Güngör’ün hocası Mümtaz Turhan ve diğer Batılı düşünürlerden hareketle büyük bir vuzuhla işlemiş olduğu yeni anlayışa göre, kültür ve medeniyet birbirinden ayrı hadiseler şeklinde değerlendirilemez. Haddizatında kültürler, bir medeniyetin çeşitli manzaralarından ibarettir. Milletler arasında alışveriş konusu olan ortak medeniyet unsurları, her milletin kendi şartları içinde kendisine mahsus bir kimliğe kavuşur ve böylece her millet medeniyeti kendi tarzında benimser.
Yerli kültürün yeniden kurulması için takip edilecek metodu sağlam dayanaklara oturtmak isteyenlerin, Güngör’ün kültür eksenli tahlillerini yeni bir bakış açısıyla ele alıp tartışmaları beklenir.
Türkiye'de kültürün meseleleri
Bu çerçevede Erol Güngör,Türkiye’de Batılılaşma hareketleri sonunda aydınların memleketin kültürüne büyük ölçüde yabancılaşmasını, hakiki bir kültür yaratarak bunu milletin bütün tabakalarına intikal ettirememesinin altında yatan sebepler üzerinde durur. Ona göre Türkiye’nin tarihi kaderi onu Avrupa’dan ayırdığı gibi, istiklaline yeni kavuşmuş Afrika, Asya ve Balkan milletlerinden de ayırmıştır. Bununla beraber, kültür değişmesi hareketlerinde yapılan feci hatanın sadece Türkiye’de değil, Batılılaşan tüm memleketlerde işlediğini vurgular. Kültür değişmelerini Batılılaşan Arap ülkeleri, Hindistan, Pakistan ve Afrika ülkeleriyle Türkiye’yi karşılaştırarak yorumlayan Güngör, Türkiye’nin gerek çok köklü ve kuvvetli bir eski kültüre sahip olması ve gerekse demokratik bir rejimle idare edilmesi bakımından “şahsiyetsizlik” tehlikesini daha kolay bertaraf edebileceği kanaatindedir.
- Çok eski geleneği olan kuvvetli bir kültür içinde yetişen ve kendi kabiliyetlerini de katarak bu kültürü geliştiren yazarları ve edebiyatçıları daima kültürel süreklilik çerçevesinde yorumlar.
Radikal siyasetlerin feshedici uygulamalarına inat, kültürü daima tarihsel derinliği içinde kavrar. Kültürde batı çıraklığının çıkış yolu sunamadığı şeklindeki yaklaşımı, bilhassa erken Cumhuriyet devri uygulamaları eleştirisinde belirginlik kazanır. Bu yüzden kültür jakobenizminin trajik başarısının ardından tezahür eden gelişmelerle tek tek ilgilenmekten kendini alıkoyamaz. Türk şiirinin Orhan Veli ve Behçet Kemal’le, resmin Bedri Rahmi ile, tiyatronun Cevat Fehmi ile, romanın Orhan Kemal’le, hikâyenin Sait Faik ile, felsefenin Hasan Âli Yücel ile, müziğin Adnan Saygun ile başladığı şeklindeki hükümler mecellesiyle hesaplaşır. Buna mukabil halkın kültürün temel unsurlarını muhafaza etmek için ortaya koyduğu olağanüstü çabayı ise her zaman vurgular. Yerli kültürü tamamen hor gören ve onu bir an evvel ortadan kaldırmak için çalışan sosyalistleri eleştirir.
Öte yandan, metinlerinin iç sesi Kemal Tahir gibi yerli sosyalistleri takdir ettiğini gösterir. Ona göre çok partili yılların ardından bilhassa 1970’lerde milli kültüre gösterilen alaka yapmacık ve rastgele de olsa, yine de ümit verici bir değişmenin başlangıç noktasıdır. Bu yüzden Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı Talat Sait Halman’ı benimsediği fikri cereyanın genel teamüllerini bir yana bırakarak sırf kültürel perspektifi sebebiyle önemli bulur. Şurası önemsenmesi gereken bir noktadır: Güngör, yerli kültürün muhtevasının Avrupa modellerine uymadığını sıkça beyan etmiş olsa da Türkiye’yi tehdit eden kültür buhranının çeşitli boyutlarıyla ilgilenirken, sadece Batı karşıtlığıyla bir netice elde edilemeyeceğinin farkındadır. Bu yüzden kendi tekilliğini savunurken, en tümel olguları gündeme getirir.
Erol Güngör, kültürün mahiyetini kavrarken dikkatini iki ayrı tesir kaynağı üzerinde birden toplar: Bir tarafta insan tutum ve davranışlarının başlıca kaynağı olan toplum, bir tarafta da bu kaynaktan beslenmekle beraber sosyal etkileri kendi süzgecinden geçirerek alan şahsiyet sahibi olan insan. Aslında daha çok meseleyi ortaya koymak maksadıyla birbirinden ayırt etmeye çalıştığı bu iki kaynağın, birbiri üzerindeki karşılıklı tesirlerin karmaşıklığının da farkındadır.
- Erol Güngör, kültürün mahiyetini kavrarken dikkatini iki ayrı tesir kaynağı üzerinde birden toplar: Bir tarafta insan tutum ve davranışlarının başlıca kaynağı olan toplum, bir tarafta da bu kaynaktan beslenmekle beraber sosyal etkileri kendi süzgecinden geçirerek alan şahsiyet sahibi olan insan.
Dolayısıyla toplumu ve şahsiyet sahibi insanı basit kavramlarla ifade etmeyi yahut karşılıklı olmaktan ziyade tek yönlü bir etkiden bahsetme yolunu tutmaz. O, “kültüre dönüş hareketi”ni, “geçmişi diriltmek” veya “maziyi yaşamak” gibi psikolojik tatmin hareketlerinden ayırt eder. Kültürün modern imkânlarla geliştirilmesinin ister istemez, halkın hayatında varlığını sürdüren temel kültür unsurlarına dayanmak zorunda olduğunu hatırlatır. Kültürle ilgili hemen her meseleyi şaşılası düzeyde sarih bir üslupla ele alır.
Bu açıdan onun dünyasında hem sosyal politika hem kişisel terbiye hem milliyetçi hem evrensel, hem aydın hem halk kültürü bir aradadır. Halkın yarattığı kültür kıymetlerini takdir edecek bir eğitim sisteminin kurulması yönündeki teklifleri akademik metinlerinde ve gazete yazılarında karşımıza çıkar. Fakat kültürel mirasının nasıl intikal ettirileceği de ayrıca ele alınması gereken bir konudur. Aksi takdirde kültürel faaliyet diye yaptığımız şeyler bizleri hiçbir zaman kültürümüzün dünyasına yakınlaştırmayı başaramaz. Türk kültürünün yeni nesiller için müzelik bir eşya hâline geldiğini çeşitli göstergeler üzerinden tahlil ettiği satırlar, bugün açısından da oldukça önemli.
Halkın yarattığı kültür kıymetlerini takdir edecek bir eğitim sisteminin kurulması yönündeki teklifleri akademik metinlerinde ve gazete yazılarında karşımıza çıkar.
Bugün herkes biliyor ve görüyor ki, Türkiye çok hızlı ve geniş çaplı bir değişim hatta dönüşüm içindedir. Fikri ve siyasi cereyanlar, her zaman olduğu gibi değişmenin kendi seyrine bırakılmasına taraftar değildir. Herkes kendi fikrine göre bu değişmeyi belli kanallara aktarmak, belli noktalarda sınırlandırmak, belli noktalarda geliştirmek için olağanüstü bir çaba sarf ediyor. Sözgelimi uzun yıllar kültürü bir üst-yapı eseri gören ve Batı kültürünün etrafında suni peyk gibi dolaşan sosyalistlerin bile kültürel alanda muktedir olduklarını ifade eder hâle geldikleri bir dönemdeyiz. Gelgelelim yerli kültürün kaybolan potansiyelini hiç hesaba katmayan, dar kafalı, miyop bakışlı kanaat teknisyenleri ise sloganlarla kültür krizinin aşılabileceği yanılsaması içindeler. Bu ise kendilerinin müdafaa etmeye çalıştığı kültürü, alttan alta değersizleştirerek çok büyük problemlerin doğmasına sebep oluyor.
Erol Güngör’ün kültür eksenli değerlendirmelerinin üzerinden yıllar geçti. Kültürün siyasi sorunların etrafında döndüğü merkezi mefhumlardan olduğunu düşünme tarzı yaygınlık kazandı. Şunu fark etmek gerekir ki, Güngör’ün, Türkiye’nin kültür problemine çare bulunmadıkça diğer sahalarda elde ettiği imkânları muhafaza etmesinin zor olduğunda ısrar etmesi önemli. Bunun altında yatan düşünceye yönelmek, sonuç alıcı eylemlerin filizlenmesi için yapılabileceklerin başında gelmelidir. Yerli kültürün yeniden kurulması için takip edilecek metodu sağlam dayanaklara oturtmak isteyenlerin, Güngör’ün kültür eksenli tahlillerini yeni bir bakış açısıyla ele alıp tartışmaları beklenir. Kitlesel bireycilikle eş zamanlı şekilde tırmanan sekülarizm, toplumsal bağın gevşemesi, ruhun liberalizmi, öfkeli kampanyalara karşın hükmünü icra eden piyasa anarşisi ve ahlaki buhran zamanlarında kültürü yeniden ele almak için yapılmalıdır bu.