Ece Temelkuran, kızım sen şaşırdın mı?
İkiyüzlü oynamıyor Temelkuran. Türkiye’de neyse Amerika’da da o. Her zaman biraz iktidara efelenme üfürme biraz biz kadınlar şöyle böyle söylemi ve nihayet yazarlık hakkında bir iki Twitter cümlesi: “Ben bir korkağım, korkularımı yenmek için yazıyorum.” Of!
Ne tuhaf memleket! Meşhur bir yazarın mahkemeye çıkmamak için kaçtığı yabancı ülkede Amerikan bayrağına sarılıp uyuması; bir başkasının Cumhurbaşkanını kazığa oturtmakla, diğerinin halk mahkemesinde yargılamakla (o da ne demekse) tehdit etmesi gibi skandallar vaka-yı adiyeden sayılır oldu.
Meşhur yazarlık yeri geldikçe (bazen de gelmedikçe) perende atmayı gerektiriyor, onu anladık fakat İngiltere Kraliçesi’ne sanki onun sadık tebasıymışçasına mektup yazan Ece Temelkuran’a ne diyeceğiz?
Ece Temelkuran’ı hayatıma sokan Eren Safi’yle Murat Menteş oldu. Eren, Kılavuz için parlak genç yazarlarla söyleşi yaptırıyordu.
Meşhur yazarlık yeri geldikçe (bazen de gelmedikçe) perende atmayı gerektiriyor, onu anladık fakat İngiltere Kraliçesi’ne sanki onun sadık tebasıymışçasına mektup yazan Ece Temelkuran’a ne diyeceğiz?
Elif Şafak’la başladı, Ece Temelkuran’la devam etti. O röportajlardan aklımda kalan Elif Şafak’ın uyumlu, heyecanlı tavrı ve kendisiyle ilgilenenlere iltifatı biraz abartıyor görünmesi; Ece Temelkuran’ınsa negatif, kendine güvensiz, sorularla dövüşen hali. Liberal sağ-liberal sol farkı mı demeli, ne demeli bilmiyorum.
Kılavuz röportajından sonra Ece Temelkuran adını ikinci defa fark etmemi sağlayan Murat Menteş oldu. Bir Yeni Şafak yazısında ona “dahi” diyerek. Murat abartmayı sever, sevdiği insanları da yüceltir. Yine de sordum, “Ne yönden dahi diyorsun?” O sırada Ece Temelkuran aradı. İyi insan lafının üstüne gelirmiş. Murat bir süre telefonla konuştuktan sonra kapattı. “Ece, dedi, Müddesir suresi okurken aklına ben gelmişim, onun için de aramış.” İftarı bekliyorduk, kan şekerim düşüktü, o yüzden de pek kafam basmadı. Müddesir suresi, dostum Ece Temelkuran, dahi...
Buna bir de “Your Majesty, Der Queen Elizabeth,” eklenince, şimdi de sahur, bu sefer de başım ağrıyor, tansiyonum yüksek gibi, ne anlam verebileceğimi düşünürken beynim yandı. Biraz anlam bulmak için sosyal medya hesabına bakayım dedim. “Erdoğan regime put pressure on intellectuals... Intellectuality and creativity paralysed...” vb. gibi her günkü sallamalar. Siyasi olarak Erdoğan yönetimini yargılaması beni enterese etmiyor; demokrasinin bir gereği olarak herkes kanunen birbirini yargılayabiliyor zaten. (Tuhaf: Ece Temelkuran hesabına göz attığım dakikalarda beni engelledi. Nasıl oluyorsa artık. Müddesir suresi hikayesinden sonra, ikinci kerameti de bu oldu.)
- Mesele daha çok, bundan İngiltere Kraliçesi önünde reverans yapmaya Ece Temelkuran’ın nasıl geçtiği, daha doğrusu nasıl zıpladığı. Çünkü arada bağlantı göremiyoruz.
Biyografisine bakayım dedim. 1973 İzmir, Bornova Anadolu, Ankara Hukuk, Cumhuriyet gazetesi. Çok tanıdık bir biyografi. Kendimi ne kadar iyi tanıyorsam, bu “arkadaş”ı da o kadar iyi tanıyorum. Hiçbir enteresan tarafını görmüyorum ve bana ne kadar ters olursa olsun kendim kadar güvenirim bu karaktere, yolunu izini gayet iyi seçebiliyorum çünkü. Böyle belki otuz tane arkadaşım var. Bazısı bana çok öfkeli, Gezi’den sonra zıtlıklarımız belirginleşti ve onlar ağzına geleni söylerken ben de susmadım diye. Çok saçma bir öfke ama bunu da dert etmiyorum. Ben de 28 Şubat’ta onlara öfkeliydim, dünya yanarken gezip tozuyorlar diye.
Ece Temelkuran 1996’da Alman hükümetinden ödül almış. Kendi sitesi öyle diyor.
Olay bence orada başlıyor, ya da film orada kopuyor. Gerçi bu ödülü ve mahiyetini araştırdım ama bir şey çıkmadı. Almanya’da verilen 7 büyük gazetecilik ödülünü alanlar arasında Ece Temelkuran adına rastlamadım. Üstelik, bu ödüllerin hiçbirini Alman hükümeti vermiyor. Belli ki 1996’da ne olmuşsa, bu Ece Temelkuran’la Alman hükümeti arasında. Federal hükümet kast ediliyor olmalı.
Alman hükümetinden İngiltere Kraliçesi’ne dönersek. Adı Elizabeth ve dünya çapında pek muteber bir politik figür sayılmaz. Kimseye aldırış etmeyen, politik arenada pek gözükmeyen, kendi lüksü içinde debelenip duran tipik İngiliz Kraliçesi. Daha doğrusu kraliçe olduğu son iki yüz elli yılda bu klişeyi üreten de Elizabeth. İsmi gelini Diana’yla birlikte anılacak daima, yalan gerçek onun katili olarak. Kraliçeliği sırasında İngiltere’nin işlediği savaş suçları ise sonu gelmeyecek gibi görünen uzun bir liste. Meşhur Bloody Mary, Elizabeth II’nin yanında masum kalır.
- Kanlı İngiltere Kraliçesi’ne mektup yazmak, bizi burada uğraştırdığına göre, meşhur yazarlık açısından parlak fikir. Bunu kabul etmemiz lazım. Ece Temelkuran iyi perende atıyor.
Hiçbir zaman devletin karşısına çıkmadı ve inanılmaz derecede meşhur. Elif Şafak, Orhan Pamuk gibi de değil üstelik. İkiyüzlü oynamıyor Temelkuran. Türkiye’de neyse Amerika’da da o. Her zaman biraz iktidara efelenme üfürme biraz biz kadınlar şöyle böyle söylemi ve nihayet yazarlık hakkında bir iki Twitter cümlesi: “Ben bir korkağım, korkularımı yenmek için yazıyorum.” Of!
Bu bir torba muhalifliği, yazarlığı, kadınlığı koyacak yer belli. Kraliçe hariç. II. Dünya Savaşı’nda yağma, kundaklama, tecavüz, katliam, sivil yerleşimlerin bombalanması gibi savaş suçları işlediği mahkemece sabit görülmüş İngiltere’nin kraliçesi o. II. Dünya Savaşı’ndan beri de Malezya, Kenya ve İrlanda gibi ülkelerde sayısız katliam, tehcir, haksız yargılama, yargısız infaz, mahkumlara kötü muamele gibi savaş suçlarından, insanlığa karşı işlenmiş suçlardan sorumlu İngiltere’nin kraliçesi.
Kanlı katillerin kraliçesine reverans yaparken aklın nerdeydi Ece Temelkuran?
Bir de “We, commoners” ibarene takıldım. Sen Türk çocuğusun, İngiliz ayaktakımı değilsin; kendini mi şaşırdın n’aptın?