Duygularım darmadağın anlayamazsın
Dünya değişiyor ve her şeye çok çabuk alışıyoruz. Bir küçük dokunuş ile bütün hayatımız değişti ve hepimiz bir anda kendimizi çarkın dişlileri arasında bulduk. Dünya bir hapishane oldu ama biz her şeyi pencerelerimizden seyretmeye alıştık. Bir Yeşilçam filminde gibi düşünceli düşünceli dışarıyı seyrediyoruz sanki yıllardır. Alışıyoruz ve kırıla kırıla geçiyor zaman. Herkes acının merkezinde ve bütün hüzünler kendinde birikiyormuş gibi bir kıvranma var kimsenin göremediği.
Değişim, dönüşüm, yenilenme… Belki birkaç kavram daha sıralayabiliriz aynı heyecanı veren. Bir yerden bir yere geçmek ya da. Durağanlıktan kurtulmak ve yeni bir taş koymak duvara. Dünyayı yerinden oynatacak büyük değişimler değil, benim içimdeki heyecanı alevleyen. Kitapların ya da kitaplığın yerlerini değiştirmek, çiçeklerin saksısını değiştirmek, bitki çayı içtiğim fincanı yenilemek, yeni bir ajandaya yeni notlar tutmak mesela...
Bütün bunları korona günlerinin sıkıcılığında düşünmüş değilim, bu her zamanki hâlim. Öyle büyük değişimlere kalkışacak mecali kendimde bulamadığımdan küçük kıpırtılar bile mutlu ediyor beni. İlkbaharın coşkusu, Yeşilırmak'ın rengine kavuşması, kuşların camlarımızın önüne gelip sabahı selamları, yeni bir kitaba başlamak… Kafka'nın Dönüşüm'ündeki Gregor Samsa'nın yaşadığı büyüklükte bir dönüşümü sadece ben değil, kimse kaldıramaz herhâlde. Bizimki hayatı yaşamaya değer bulan, iki günü birbirine eşit olmasın diye gayret eden fânilerin dönüşümü ve yenilenmesi olur ancak.
Uzun soluklu olmayan, ruhun huzurunu buldurana dek sürecek küçük ve etkili dokunuşlar… İstanbul mesela; derinden sevilecek bir şehir.
Pencereden bakarken bile baharın rengini görmektir yaşamak; bir kelebekle birlikte tüm hüzünleri rengârenk boyayıp göğe salmaktır içimin efkârlı yanını.
Uzun boylu misafirlikleri kaldıramasa da ufak ama dokunaklı, unutulmaz anların şehri olarak kalmaya devam edecek benim muhayyilemde. Şehirler bir nefeslik huzur bırakacak bu göçebe ruhumda. Şehre inip, gökyüzünü selamlayıp, kaybolana kadar gezip, ruhumu yenileyip cennetim dediğim evime döneceğim. Şehirden aldığım haz, benim dünyaya karşı endamımı yerine getirecek. Öylesine sahih, öylesine içten... "Solgun bir gül oluyor dokununca" dediği gibi şairin; narin ve tedirgin. Bir anıyı yaşar gibi insanın içini ısıtan, hüzzam faslı gibi bir akşam vakti... Bütün ışıkları yaksam da akşam gelecek bir göl serinliğinde. Üstümde Hâşim'den kalan derin bir melal, umudum Cahit Sıtkı kadar derinden: "Ben ölecek adam değilim." İnsanı umut ayakta tutar. Bir selam seyyahı uçsuz bucaksız yollara düşürebilir. Seyyah olup şu âlemi gezerken tüm zamanlar ortadan kalkar.
Pencereden bakarken bile baharın rengini görmektir yaşamak; bir kelebekle birlikte tüm hüzünleri rengârenk boyayıp göğe salmaktır içimin efkârlı yanını. Uzak olanı yakın ederek bir bulutla yollara düşmektir bir seher vakti. Ne güzel değil mi, özlemek gibi bir duygumuzun olması? Bir duygumuzun olması eşsiz bir değer başlı başına. Canlı olmanın yanında bize sunulan ayrıcalıkların ilk sıralarına koyuyorum duygularımı. İsteyen, her şeyde bir tutam duygu bulur. Bir çiçeğin boynunu doğrultmasından bir çocuğun gülümseyişine değin her şeyde dünyaya dair bir umut bulunur, adı yaşamak olan. Özlemek sen ne güzelsin, içimin çiçeği gibisin. Sen varken içimde her şeye karşı derin bir hürmet var. Özlüyorum ve bu bir çiçeğin rengârenk olmasını sağlıyor. Yağmur yağıyor, üstüm başım ıslanıyor. Güneş çıkıyor, sımsıcak sarıyorum kendimi. Bir şiir, sonra bir öykü düşüyor dilime. Sonra seni çok özlüyorum. Sen büyüyor, büyüyor; içimi kaplıyorsun, ben oluyorsun. Çok hızlı bir değişimin içinde buluyorum kendimi.
Aslında sadece benimle ilgili bir durum değil bu, dünya değişiyor ve her şeye çok çabuk alışıyoruz. Bir küçük dokunuş ile bütün hayatımız değişti ve hepimiz bir anda kendimizi çarkın dişlileri arasında bulduk. Dünya bir hapishane oldu ama biz her şeyi pencerelerimizden seyretmeye alıştık. Bir Yeşilçam filminde gibi düşünceli düşünceli dışarıyı seyrediyoruz sanki yıllardır. Alışıyoruz ve kırıla kırıla geçiyor zaman. Herkes acının merkezinde ve bütün hüzünler kendinde birikiyormuş gibi bir kıvranma var kimsenin göremediği. Azer Bülbül sesinin en acılı hâli ile yüreğinin titreyen azabı ile sesleniyor tüm dünyaya: "Duygularım darmadağın anlayamazsın, Bendeki kalp sende olsa taşıyamazsın."