Devletin dışındayız, İslam ümmetinin içindeyiz Elhamdülillah
Darbe şakşakçısı, iktidar manyağı, sermaye aşığı bunu anlayamaz. Devlete tapan Allah’atapanı nasıl anlasın? Parayla tatmin olan Allah’ı zikirle mütmain olanı anlayabilir mi? RüyandaRasulullah’ı mı görmek istersin, Joe Biden’ı mı?
Doğru ile yanlışı, helal ile haramı ayırmayı umursamayan çevrelerde yeni bir efsane dolaşıyor. Bu efsaneye göre onların borazanını öttürmüyorsan AK Partilisin, Reis yalakasısın, iktidarsın. Bu iktidar vehminin kaynağı ne acaba?
Tabii ki darbe şakşakçılığı. Adam 20. asrın ikinci yarısı boyunca babasının dedesinin değil komutanın ağzına bakmış. Yediği herzeleri laiklik dolması diye ahaliye yutturmaya kalkmış. Bunun için de iktidar benim zannetmiş. Tabii ki eski itibarını kaybedince sana bana saldıracak iktidar sizsiniz diye.
Müslümanın iktidarı Allah’ın emir ve yasaklarına uyma gücünden ibarettir. Bunu yapabildiğin sürece muktedirsin. İdeal tablo çizdiğim düşünülmesin. Bu her an böyledir. Mümin, Allah’a güvenip iradesini O’nun emri yoluna koyduğu her an O’nun kudretini de arkasında hisseder. Namazı kıldın, orucu tuttun, helal kazandın, helalinle mahreme girdin, doğruyu söyledin, şunu bunu çekiştirmedin; kim sana ne yapabilir? Gerçek iktidar budur.
Müslümanın iktidarı Allah’ın emir ve yasaklarına uyma gücünden ibarettir. Bunu yapabildiğin sürece muktedirsin. İdeal tablo çizdiğim düşünülmesin. Bu her an böyledir.
Darbe şakşakçısı, iktidar manyağı, sermaye aşığı bunu anlayamaz. Devlete tapan Allah’a tapanı nasıl anlasın? Parayla tatmin olan Allah’ı zikirle mütmain olanı anlayabilir mi? Rüyanda Rasulullah’ı mı görmek istersin, Joe Biden’ı mı?
Bunun, bu güç manyaklığının bir de muhafazakar türü var tabii. Kendini yeni bir tür gibi satıyor ama ANAP’çılık denirdi eskiden; daha geniş adı merkez sağdır. Bunlar temelde ekonomiye taparlar. Ekonomi derken de yediğimiz ekmeğin hikayesinden değil de sanki sihirli bir şeyden bahsediyor gibi bir acayip tavır takınırlar. Ekonomi nedir desen anlamadığın dilde konuşmaya devam ederler. Ama ne anlatırlarsa anlatsınlar işin ucu tefeciliğe çıkar.
Dünyada iki insan kaldı artık. Çalışan insan ve tefeci. Kendisi çalışamadığı halde çalışanın emeğiyle geçinenleri çalışanın tarafında, tefecinin süksesinden istifade edenleri de tefeci tarafında saymakta beis yok. Tefeciliğin doğası gereği insanların çoğunun çalışması gerekir ki, belli bir azınlık paradan para kazanabilsin. İşte bu merkez sağ denen büyü, çalışan insanlar kendi çıkarlarına ters düştüğü halde tefeci düzenine ekonomi adı altında sahip çıksın, oy da versinler diye ortaya atılmış son yetmiş yılın en kara büyüsüdür.
- Hükümetle iktidarı karıştırmamak lazım. Dünyada tefecilerden münezzeh bir hükümet var mı? Yok. O halde hükümet-iktidar derken biraz daha özenli olmak lazım.
İşin garibi hükümetlerin çıkarları çatışır, çünkü devletler bölünmüştür; ama tefecilerin çıkarları çatışmaz, zira faiz dün- yanın her yerinde aynı renksizlikle çalışır.
Tefecilikte tek amaç paradan para kazanmaktır. Buna ister bankacılık rejimi de, ister finans sektörü de; ne dersen de dünyanın her yerinde aynı ilke geçerlidir: İnsanların yüzde doksan dokuzu, hatta milyonda dokuz yüz bin dokuz yüz doksan dokuzu çalışır, biri yer. Bunun için de tefeciler birbirlerinin ayağına asla basmazlar.
Yani Türk finansçılar, Amerikan finansçılar, Alman finansçılar diye bir şey mevzubahis değil. Faiz sistemine dahil olanların dini, milliyeti yoktur. Bunlar ellerindeki aşırı dünyevi imkanlar sayesinde her tür inanç, dayanışma, birlik fikrinden soyunmuş kişilerdir. Süper ateistlerdir. Hatta para onlarda diye kendilerine taparlar.
Tefecilerin yanına kan içici silah şirketlerini, acımasız petrolcüleri, cani ilaç sanayiini, fırsatçı borsa spekülatörlerini, devlet tahvillerini ellerinde bulunduran yalancıları, görevi gerçeğin üstünü örtüp yalanları pazarlamak olan medyayı ve lobicileri koy. Şunu da asla unutma. Enerji, iletişim, otomotiv, inşaat, tekstil, perakende, lojistik ve taşımacılık gibi gerçek üretim ve ticaret işlerinin hiçbiri kendi başlarına nihai kâr üretmedikleri için tamamı tefeciliğe bağımlıdırlar. Milyonlarca insan bu sektörlerin çalışanı olarak tek döküyor ama büyükler ligi için bunlar sıcak parayı elde etmek için kullanılan paravanlardan ibaret.
Bir örnekle açıklayıp geçelim. Perakende sektöründe harika işler becerdiniz ve bin mağazalık bir marketler zinciri kurdunuz. İnsanlar hep sizden alışveriş yapıyor. Sürümden kazanıyorsunuz vesaire. Neticede elinize geçen milyonları tahvile, bonoya, repoya, hisse senedine filan çevirmezseniz sektörün bütün dalgalarını yer, sonunda alabora olup batarsınız.
Dünyada yirmi otuz kadar devlet ekonomi denen dönme dolabın şifresini çözdükleri için, daha Türkçesi dönme dolaba binmeyi bir şekilde başardıkları için güçlerini ebatları ölçüsünde sürdürebiliyor, büyük ordular teçhiz etmeyi başarıyor ve halklarını nispeten idare edebiliyorlar. Bunun içinde meşru ve gayri meşru birçok iş dönüyor. Gayri meşru işler dönme dolaptan kaynaklanıyor ve devletlerin hiçbiri bu dönme dolaptan inmeyi başaramıyor. İnmeyi kalkanın anasını ağlatırlar çünkü.
Merkez sağ bizden meşruiyet kalıplarımızı Amerika Birleşik Devletleri’ne uydurmamızı istiyor. Sırf kendi borazanlarını öttürmüyoruz diye bize efelenen laik lüik takımı ise Avrupa’ya uyalım derdinde. Müslüman için meşruiyetin ölçüsü İslam’dan başka bir şey olamaz. Bundan dolayı da devlet ve iktidar karşısında Müslümanlar çok uzun zamandır iğreti duruyorlar. Devletin meşru işlerinin en büyük yardımcıları yine Müslümanlar. Gayri meşru işler olduğu zaman bir kararsızlık ve mesafe ortaya çıkıyor. Bazı Müslümanlar ehven-i şerdir diyerek desteklerini devam ettirirken bazı Müslümanlar da uzak durma, kaçınma, muhalefet etme yoluna gidiyor.
Son zamanlarda “Siz Müslümanlar iktidar olduğunuz için,” veya “Biz Müslümanlar olarak kendi iktidarımızda,” gibi şeyler duyar olduk. Mevcut iktidarın on dört yılının yedisini işsiz, kalan yedi yılını da yarı işsiz geçirmiş benim için bile bu tür şeyler söyleniyor. Acaba gerçekten Müslümanlar devlet mi oldular? İktidarda mıyız? Seni ben mi yönetiyorum?
İktidarın İslam ve Müslümanlara saygısı ve iç içeliği herkesin malumu. Cumhurbaşkanı ile Genelkurmay Başkanı’nı askerlerle iftar topunun atılmasını beklerken bir masa etrafında görüyoruz, gazetelere servis edilen bir fotoğrafta. İnsanın gerçekten kanını ısıtan bir görüntü. Halkın neredeyse tamamı Müslüman olduğuna göre bunda şaşıracak bir taraf da yok. Ama biz şaşırıyoruz. İslam’ın iktidarından, İslam devletinden o kadar uzaklaştık, devlet dünya sistemine yem olmama endişesiyle kendini o kadar renksiz bir hale getirdi ki şaşırmadan edemiyoruz.
Bugün de yakın geçmişten farksız olarak İslam iktidarda değil. Bazı Müslümanlar devletin içindeler. Bizler değiliz.
İslam ümmetinin içindeyiz. Elhamdülillah. Devlet işlerini, en azından bizden saklamadıkları kadarını takip mesafesinden izliyoruz. Meşru işlere tüm desteğimizi veriyoruz. Gayri meşru veya meşkuk işlerden ise kaçınıyoruz.
Zira başta da söyledim, bizim en büyük iktidarımız Allah’ın emir ve yasaklarına uyabilme kapasitemiz. Bunu bizden almasınlar diye sürekli bir gayret ve faaliyet halindeyiz. Haramı helali bilmeyenlerle olan mücadelemiz devlet veya hükümet aşkına değil İslam’ın bir gereği. Biz mevcut iktidar partisi ortaya çıkmadan önce de aynı tavır ve kararlılık içindeydik. İslam’ı savunmak nadiren devlet ve hükümeti desteklemek anlamına geliyorsa ne ala. Tersini düşünmek haksızlık.
Unutmayalım ki AK Parti’yi siyasete sokan, iktidara getiren ve iktidarda tutan da Türkiye’de bizim bu kararlı tavrımıza karşı koyacak başka bir cephenin ortaya çıkmamış olmasıdır. AK Parti bir uzlaşma formülü olarak kuruldu ve iktidara geldi. Bunu sistem “Oh, nihayet Müslümanları kafesledik,” diye okuyorsa o da onların kendi aptallığı.