Çöldeki elmas bir rivayetin tahlili: Rahip Bahira hadisesi
Hz. Musa'daki cevheri yine bir peygamber olan Hz. Şuayb fark etmiş ve onu yanında on yıl tutarak içindeki cevheri ortaya çıkarmıştır. Hz. Davut yirmi çocuğu içinde sadece birinde o ışığı görmüştü. Hz. Yakub'u on iki çocuğu içinden onu Yusuf'a meylettiren şey, yine aynı sırlı cevherden başkası değildi. Âlemlere rahmet olarak gönderilen son elçinin de henüz çocukken yolunun bir sarrafla kesişmesi tesadüf olamaz.
Kaşıkçı Elması'nın ilginç bir hikâyesi vardır. Dünyadaki en kıymetli mücevherlerden kabul edilen elmas, adını bu hikâyeden alır. Anlatılan o ki 1600'lü yıllarda İstanbul Eğrikapı civarında evsiz iratsız, hırpani kılıklı bir adam çöpten bulduğu elması ihtiyacı olan iki kaşık mukabilinde kaşıkçıya satar. Kaşıkçı da elindekinin bir süs eşyası olduğunu fark edecek ki en yakındaki kuyumcuya götürüp bir miktar para karşılığında elinden çıkarır. Elmasın kıymetini takdir etmek için kuyumcu olmak yetmiyor. Talihsiz adam elması aldığı gibi dükkândaki benzerlerinin yanına koyar. Derken bir gün işinin ehli bir sarraf bunun bir elmas olduğunu fark ederek kuyumcudan satın alır. Böylelikle hak ettiği değeri ve yeri bulur. Kaşıkçı Elması'nın sarraftan sadrazama, en son Napolyon'un annesine kadar elden ele geçtiği iddia edilir.
İnsandaki cevheri keşfetmek
Bir şeyin kıymetini ancak ehli takdir edebilir. Aslında elmas aynı elmas, el değişince kıymeti değişmez. Sadece kişi kendi kıymeti miktarınca onu takdir edebilir. İnsan da böyledir. Bir insandaki cevheri, kendisini insanlığa adamış insanlar keşfeder ancak. Eskiler "Cevahir kadrini cevherfuruş olmayan bilmez" der. Tarih Kaşıkçı Elması gibi sıradan bir taş mislü elden ele gezmiş, fakat sarrafını bulamamış insanlarla doludur. Unutmamalı; insan his, vicdan ve akıldan mürekkep komplike bir varlık. Onun görünür kısmı, içinde gizli olanın yanında deryada katredir. Şairin dediği gibi; "Avâlim sende pinhandır, cihanlar sende matvîdir." Bütün âlem sende toplanmış, bütün kâinat, içine dürülmüştür... Elbette insanın elmastan farkı var. Elmasın sarrafı çok, kendisi az bulunur. İnsan tam tersi. Her insan içinde bir elmas taşısa da onu fark edip çıkaracak sarrafı bulmak zordur. Hele hele bu cevheri çocukluk döneminde keşfetmek adeta imkânsızdır.
Bahira'nın gördüğü bulut onun yüreğinde şimşekler çakmış ve ötelerden gelen ilham esintileri zihnine hakikat damlaları akıtmıştı.
Ancak çocuğun taşıdığı mucizeden daha büyük bir dehaya sahip olan bir dâhiden beklenir bu. İçinde bir spor dalına yönelik olağanüstü potansiyel taşıyan birini bir şairin keşfetmesi beklenemez. Aynı şekilde çocuktaki şiir kabiliyetini de bir tüccar fark edemez. Bu noktada yeryüzündeki bütün dinler insanın ıslahını hedefler. Peygamberlerin cümlesi ve takipçileri bu gayeye hizmet etmek için çaba göstermişlerdir. Bundan dolayı peygamberler aynı zamanda insan sarraflarıdır. Ömrünü insanlığın saadetine adamış bir kişi sait ile şakiyi birbirinden ayırt edebilir. Hz. Musa'daki cevheri yine bir peygamber olan Hz. Şuayb fark etmiş ve onu yanında on yıl tutarak içindeki cevheri ortaya çıkarmıştır. Hz. Davut yirmi çocuğu içinde sadece birinde o ışığı görmüştü. Hz. Yakub'u on iki çocuğu içinden Yusuf'a meylettiren şey, yine aynı sırlı cevherden başkası değildi. Âlemlere rahmet olarak gönderilen son elçinin de henüz çocukken yolunun bir sarrafla kesişmesi tesadüf olamaz.
Busra ve Hristiyanların kutsal mekânları
İnsanlığı aydınlatacak o nur henüz on, on bir yaşlarındayken amcasıyla birlikte ticaret yolculuğuna çıkar. Güneşin etkisini iyice göstermeye başladığı vakitlerde kervanbaşı konaklama emri verir. Burası Şam'ın yaklaşık 120 km. güneyinde bir Roma şehri olan Busra'dır. Miladi 106 yılında Romalılar tarafından fethedilen şehir, Roma'nın Hristiyanlığı resmi olarak kabulünden önce merkezi yönetim tarafından zulme uğrayan rahiplerin kaçıp sığındığı ve inzivaya çekildikleri bir bölge olmuştur. Bu durum sadece Busra'ya mahsus değildi kuşkusuz.
300'lü yıllarda Kuzey Arabistan ve Mısır bölgesi Hristiyan rahip ve vaizlerin meskeni olmuştu. Bu bölgede hem münzevi hayat yaşar hem Hristiyanlığı tebliğ ederlerdi. Bazı kaynaklarda "çadır rahipleri" olarak anılırlar. Bunların en başında "Rahiplerin Babası" olarak adlandırılan Aziz Antuan gelir. Antuan'ın 250 yılında Nil Nehri kenarında bulunan metruk bir Roma kalesinde 20 yıl inzivada yaşadığı anlatısı, kendinden sonraki rahiplere rehberlik etmiştir. Roma'nın Hristiyanlığı kabulünden sonra Aziz Antuan gibi rahiplerin inzivaya çekildikleri bu yerler, sonraki rahipler için kutsal mekânlar olarak kabul edilmiş, hatta uzun yıllar buralara hac ziyareti yapılmıştır.
Rahip Bahira rivayeti
İşte böylesi tarihi arka plana sahip Busra'da bir manastırda, dünyadan el etek çekmiş münzevilerinden biri de Bahira isminde bir rahipti. Tabii rahiplerin dünyadan el etek çektiğini söylesek de ironik şekilde çokça ziyaret edilirler; kendilerine hediyeler verilir, Kurban kesilip etleri onlara takdim edilir, böylelikle insanlar onlardan feyz almaya çalışırdı. Mekke'den gelen kervan Busra'ya girdiğinde, bu defa daha önce olmamış bir şey yaşandı. Bahira hemen haber göndererek kervandaki herkesi yemeğe davet etti. Mekkeliler biraz şaşkın biraz da merakla Abdullah'ın yetimini kervandaki eşyaların başına bırakarak hep birlikte yemeğe icabet ettiler. Rahip geride kimsenin kalıp kalmadığını sordu. Mekkeliler önemsemez bir tavırla sadece yükleri gözetmekle görevli bir çocuktan bahsettiler. Rahip onun da çağrılmasında ısrar etti. Çocuk geldiğinde, önce çocuğu tepeden tırnağa süzdü, ardından bazı sorular sormaya başladı.
Konuşmaya Lat ve Uzza'ya yemin ederek başlayınca, çocuk hemen sözünü keserek onlardan nefret ettiğini söyledi. Rahip sanki bu cevabı bekliyormuş gibi bir yüz ifadesi takındı. Ardından konuşmaya devam etti. Uzun ve derin sorgulamanın sonucunda, yüzünü açıklama bekleyen meraklı bakışlara çevirdi ve "Bu çocuk beklenen peygamberdir" dedi; "Ben kervanın üstünde özel bir yerde, bir bulutun kervanı takip ettiği gördüm. Siz yemeğe geldiğinizde, bulut hâlâ kervanı konakladığınız yerde duruyordu. O bulutun kervandaki biri için orada olduğunu anlayınca, geride kimsenin kalıp kalmadığını sordum." Rahip ardından amcası Ebu Talib'e dönerek bu çocuğu Şam'a götürmemesini, aksi takdirde Yahudilerin çocuktaki alametleri fark etmesi durumunda ona zarar vereceklerini söyledi. Bunun üzerine Ebu Talip elindeki malları Busra'da satarak Mekke'ye geri döndü.
Bir şeyin kıymetini ancak ehli takdir edebilir. Aslında elmas aynı elmas, el değişince kıymeti değişmez. Sadece kişi kendi kıymeti miktarınca onu takdir edebilir. İnsan da böyledir. Bir insandaki cevheri, kendisini insanlığa adamış insanlar keşfeder ancak.
Rivayetin sorunları
Hadisenin ilk dönem siyer kaynaklarından İbn-i İshak'taki versiyonu özetle bu şekilde. Müellif yer yer "iddia edildiğine göre" diyerek bazı şüpheler belirtmiştir. Muteber hadis kaynaklarından sadece Sünen-i Tirmizi bu hadiseyi kitabında nakleder. Başta Tirmizi'deki rivayet olmak üzere çeşitli versiyonlarında ufak tefek farklar ve bir dizi detay mevcuttur. Mesela Tirmizi'deki rivayette kervanın geçtiği bütün güzergâhtaki ağaç ve taşların secde ettiği, çocuğun sırtındaki benin, peygamberlik mührü olduğu, hatta yemek esnasında çevredeki ağaçların ona doğru eğildiği, rahibin asırlar boyu elden ele intikal eden gizli bir kitaba sahip olduğu ve kitapta zikredilen ahir zaman nebisinin tasvirlerine çocuğun tam uyduğu, o sırada Rum diyarından yedi kişinin çocuğu öldürmek için Busra'ya geldiği, ancak rahibin onlarla konuşarak öldürmelerine engel olduğu şeklinde detaylar yer alır. Bunun dışında gerek Tirmizi'de gerek diğer bazı kaynaklarda rahibin uyarısını dikkate alarak Ebu Talib'in o zamanlar dokuz yaşında olan Hz. Ebubekir ve henüz doğmamış olan Hz. Bilal ile birlikte yeğenini Mekke'ye geri gönderdiği türünden akla ziyan ziyadeler de mevcut.
Hadisenin masal tadında olmasında anlaşılacağı gibi çok ciddi şüpheler barındırıyor. Hâkim, el-Müstedrek'inde bu hadiseyi özetleyen bir rivayeti zikreder ve ardından "uydurma olduğunu düşünüyorum" kaydını iliştirir. Zehebi rivayetin batıl olduğunu açıkça ifade etmiştir. Söz konusu rivayet senet açısından birçok problemi barındırdığı gibi mana ve metin açısından da ciddi sorunla maluldür. Kureyş topluluğunun şahit olduğu bu denli olağanüstü bir hadisenin peygamberliğinin ilanından itibaren hiç gündeme gelmemesi anlaşılabilecek bir şey değil. En azından Ebu Talib'in bu hadiseyi hatırlatarak Mekkelileri akl-ı selime davet etmesi beklenirdi. Ayrıca bu hadise müşriklerin mucize taleplerine verilecek en mükemmel cevap olurdu. Ağaçların, taşların secde etmesi gibi harikulade birkaç hadise herkesin gözü önünde gerçekleşti. Buna rağmen ne Kur'an ne Hz. Peygamber, mucize taleplerine bu hadiselerden hiçbirini delil getirerek cevap vermemişlerdir.
- Çocukluk döneminde bu kadar net işaretler taşımasına rağmen neden daha sonraları bir peygamberlik veya her hangi bir olağanüstülük beklentileri yok? Aynı durum Hz. Peygamber için de geçerli. Onun da böyle bir peygamberlik beklentisi yoktu. Kuran "Sen de sana kitap geleceğini ummuyordun" (Kasas, 86) buyuruyor. İlk vahiy aldığında büyük bir şaşkınlık ve korku yaşaması ve "Ruhumun cinler/ şeytanlar tarafından ele geçirilmesinden korkuyorum" demesi, öncesinde herhangi bir beklentiye gireceği hiçbir tecrübenin yaşanmadığını gösterir. İlginç bir şekilde bu konu oryantalistlerin de gündemini çok meşgul etmiştir. Hemen her meselede inkârcı bir tavır sergiledikleri görülen oryantalist zümrenin bu meseleyi sahiplenen tavrı, doğrusu şayan-ı dikkattir. Bu hadise üzerinden Hz. Peygamberin İslam'ı on yaşlarında karşılaştığı ve bir kervanın konaklayacağı kadar kaldığı bir rahipten öğrendiğini iddia edecek kadar akıl tutulması içine girmişlerdir. Özellikle içlerinden biri var ki İslam'a olan nefreti, hezeyanda sınır tanımamasına sebep olmuş, rahibin onu bizzat yetiştirdiğini iddia etmiştir. Carra De Vaux isimli bu oryantalist "Kuran'ın Müellifi Rahip Bahira" adında bir de kitap kaleme almıştır.
Hadise tamamen uydurma mı?
Peki, bütün bunlar bu hadisenin baştan ayağa uydurma olduğunu mu kanıtlıyor? Hayır. Öncelikle Efendimizin o yaşlarda amcasıyla ticari bir seyahate çıktığı ve Busra denilen yerde bir rahiple karşılaştığı kesin. Fakat hikâyedeki masalsı form, destansı anlatım İslam'ın Hristiyan dünya ile yaşadığı ilk temasta düşünsel düzeydeki tartışmaların etkisi altında uydurulmuştur. Malûm Hz. İsa, doğumu mucize olan bir peygamber. Hem babasız doğmuş hem beşikteyken konuşmuştur. Bu mucizeleri Kuran-ı Kerim de tasdik eder. İslam Peygamberi'nin önceki peygamberlerden farkı ise, mucizesinin belli zaman ve belli grup insanın şahit olacağı tarzda sınırlı olmamasıdır. Hatırlayalım, Hz. Musa'nın asası ancak onun ilk müminlerinin müşahede edeceği bir mucizeydi. Hz. İsa'nın ölüleri diriltmesine sadece yaşarken onu görenler şahit olabildi. Buna karşın kıyamete kadar insanlığa rehberlik edecek bir nebinin mucizesi, aynı şekilde kıyamete kadar her insanın müşahede edebileceği cinsten olmalıdır. Çünkü mucize mesaja adaptedir. Peygamberin mucizesi peygamberlik süresiyle orantılı olmalıdır. Bu da ona indirilen ve kıyamete kadar bütün insanlığa rehberlik edecek olan Kitab-ı Kerim ve yirmi üç yılda sergilediği hayattır. Bütün bunlar Hz. Peygamber'in Kuran'ın dışında bir mucize göstermediği anlamına gelmiyor tabii. Burada asıl peygamberlik mucizesinden bahsediyoruz.
Busra'da gerçekte yaşananlar
Şimdi şu soruya gelelim; Busra'da tam olarak ne oldu? En temelde nur çocuğun Bahira ile karşılaşması kadar Bahira'nın gördükleri de doğrudur. Fakat görmek sübjektif bir tecrübedir. Onun gördüklerini başkasının görmesini beklemek, onun zengin irfan dünyasına hakaret olur. Evet, Bahira çocukta bir şeyler gördü. Her türlü dünyevilikten uzak, riyazet hayatı yaşayan insanlarda görülen göklerin derinlikleriyle olan irtibat ve ruhlarının metafizik mesajlara aşinalığı, hayatını bir manastırda geçiren Bahira'da tecelli etmiştir. Bahira bir bulut gördü, lakin bunun güneşten koruduğunu iddia etmedi. Bu durumda "Nasıl olur da güneşin ateş yağdırıp kum taneciklerinde aksettirdiği cehenneme dönmüş çölde, sadece biri güneşten etkilenmez ve etrafındaki hiç kimse bunu fark edemez?" sorusu boşa çıkıyor.
Bahira'nın gördüğü bulut onun yüreğinde şimşekler çakmış ve ötelerden gelen ilham esintileri zihnine hakikat damlaları akıtmıştı. Bunlar bir ömür elinden düşürmediği ilahî kelamın insanlık için müjdelediği örnek insanın işaretleriydi. Bahira ruhunun ilhamlarına kulak verdi ve "Evet, bütün işaretler bir şey söylüyor" dedi. Belki de söylediklerinden çocuk bile bir şey anlamadı. Muhtemelen çevresindekiler bu sözleri bir mecnunun (cinlenmiş) hezeyanları kabul ettiler. Yine de bu, hakikati değiştirmez.