Celal Al-i Ahmed'in yerliliği

Celâl Âl-i Ahmed
Celâl Âl-i Ahmed

Batı düşüncesi ve modernleşme projesi ile karşılaşması Celâl Âl-i Ahmed’i yerliliğe dönmeye mecbur bıraktı. Aydınlar üzerine kaleme aldığı ve Julien Benda’nın Aydınların İhaneti kitabından izler taşıyan müstakil eseri onun yerliliğinin ayrıntılı izahıyla karşılaşmak bakımından büyük bir imkân sunar.

Yirminci yüzyılın önde gelen İranlı aydınlarından Celâl Âl-i Ahmed’in ömrü, hayatının son dönemi, tam anlamıyla yabancı bir kültürün hegemonyasına mukavemetin dolayısıyla yerliliğin keşfedildiği yıllara rastlar. Âl-i Ahmed, 1940’lardan öldüğü 1969 yılına dek memleketinde olup biten büyüklü küçüklü her türden olaya duyarlılık göstermiş ve bunları incelikle kendi süzgecinden geçirmişti.

Kültürel tercihlerden bir yazgıya doğru ilerleyen Celâl Ahmed’in fikirlerine ilişkin etraflı bir tartışmanın ister istemez, gelenek ile modernlik arasında gidip gelmesi kaçınılmazdır.


Kültürel tercihlerden bir yazgıya doğru ilerleyen Celâl Ahmed’in fikirlerine ilişkin etraflı bir tartışmanın ister istemez, gelenek ile modernlik arasında gidip gelmesi kaçınılmazdır. Âl-i Ahmed adının özellikle İranlı aydınların dikkatini Batılılaşma ve bunun tehlikeleri üzerine çekmesiyle gündeme gelen Batılılaşma Hastalığı’nın (Garbzadegi, Westoxicalion) yazarı olarak öne çıkması bununla alakalıdır. Zira düşünürün görevinin toplumun açmazlarını metaforlaştırmak olduğunu gösteren bu eser, İran modernleşmesinin eleştirel bir değerlendirmesini yaparak, Batılılaşmanın çıkmazlarını çeşitli veçheleriyle tasvir etti.

Entelektüel hayatının teşekkülü

Celâl Âl-i Ahmed, İran’ın kuzeyinde dindar bir ailenin oğlu olarak 1923’te doğdu. Babası onu yirmi yaşındayken lise eğitimiyle eşzamanlı olarak Irak’ın Necef şehrindeki medreseye gönderdi. İkinci Dünya Savaşı dönemindeki olumsuz gelişmeler onun burada birkaç aydan fazla kalmasına imkân tanımadı. Ülkesine geri dönerek Tahran Yüksek Öğretmen Okulu’na kaydoldu ve 1946’da buradan mezun oldu. Fars Dili ve Edebiyatı’nda doktora yapmak için siyasi duyarlılıkları, ulusçuluktan sosyalizme ve İslâmcılığa kadar uzanan birkaç kuşak entelektüelin eğitimi için de başlıca pedagojik alan olan Tahran Üniversitesi’ne gitti fakat 1951’de tezini savunamadan bu okulu terk etti.

  • Entelektüel hayatı 1940’lı ve 1950’li yıllarda teşekkül eden Celâl Âl-i Ahmed, dinden koparak İran’ın müttefik işgali sırasında kurulan Tudeh Partisi’ne üye oldu. 1941’de Rıza Şah’ın tahttan çekilmesi ile 1953’teki CIA destekli askeri darbe arasındaki yıllar modern İran tarihindeki en önemli seküler solcu aktivizm dönemidir.

Rıza Şah’a karşı düzenlenen, Tudeh Partisi’nin sorumlu tutulduğu suikast girişimi partinin geçici olarak kapatılmasıyla sonuçlanmış, ardından siyasi faaliyetini gizlice sürdürmüştür. Âl-i Ahmed, kısa bir müddet sonra Merdom dergisini çıkararak partinin propaganda biriminde yüksek bir mevkie yükselmeyi başardı. Ancak 1947’de Tudeh’in sahip olduğu özerkliği yitirerek, fiilen Stalin’in büyük Sovyet emperyalizmi tasarılarının uzantısı hâline gelmesi üzerine partiden ayrılmak zorunda kaldı. Bu olay Doğu Avrupa ve Latin Amerika’da meydana gelen benzer gelişmelerle aynı zamana tekabül eder.

Sovyetler Birliği’ne sadakat göstermeye devam etse de Moskova Radyosu tarafından hain ilan edildi, birkaç yıl siyasi ortamdan uzaklaştı. 1949’da yazar Sîmîn Dânîşver ile evlendi. Siyasete dönüşü ise 1950’de arkadaşlarıyla beraber Hizb-i Zahmetkeşan-i Millet-i İran’ı (İran Milletinin Emekçiler Partisi) kurmasıyla mümkün oldu. Partinin siyasi görüşlerini açıklamak için Şâhid gazetesini çıkardı.

Celâl Âl-i Ahmed ve eşi Sîmîn Dânîşver
Celâl Âl-i Ahmed ve eşi Sîmîn Dânîşver

Çağdaş İran siyaset sahnesinin hareketlendiği yıllarda Celâl Âl-i Ahmed, İran Başbakanı Muhammed Musaddık tarafından yönetilen petrolün millileştirilmesi kampanyası esnasında etkili bir rol oynamasına karşın, bir grup muhalif aydınla partiden ayrıldı. Niruy-i Sevvom yahut “Üçüncü Kuvvet” adı verilen bağımsız yönelimli bir parti kurma çabaları 1953 darbesiyle akamete uğradı. Darbenin akabinde hapsedilen Âl-i Ahmed, hapishaneden sonra tüm parti bağlarını koparıp öğretmen, edebiyatçı ve antropolog olarak kültürel sahaya yöneldi. Ionesco ve Dostoyevski başta olmak üzere çeşitli yazarlardan çeviriler yaptı. Âl-i Ahmed, İran’daki kırsal hayat ve aşiret yaşantısına dair son derece bilgilendirici araştırmalara imza attı. Çalışmaları İran’ın kozmopolit kültürünü Avrupalı ve Amerikalı antropologlar gibi sınırlı alanlara indirgememesiyle öne çıktı.

İran siyasi kültürünün sosyalist, ulusçu ve İslâmcı eğilimini kişiliğinde barındırıyordu.
İran siyasi kültürünün sosyalist, ulusçu ve İslâmcı eğilimini kişiliğinde barındırıyordu.

Celâl Âl-i Ahmed,İran kültürel modernliğinin yeni bir edebiyat ve şiir akımının doğuşuna yol açtığı 1940’lardan itibaren Sadık Hidayet, Nima Yuşic, Ahmed Kesrevi ve Halil Maliki gibi isimlerin yazdıklarıyla tanıştı. Bu dönemde İranlıların ümitlerini ayakta tutan ve özlemlerini dillendiren, esasen bu kültürel modernliğin ilerici ve etkinleştirici ruhu başlıca ilgi odağını oluşturuyordu. Âl-i Ahmed’in böylesi bir ortamda Marksizm’i benimseme şekli kuvvetlendi ve ardından yavaş yavaş milliyetçiliği içeren farklı bir mecraya yöneldi. Fakat görünüşe bakılırsa, tüm bunlar onun hayatında oldukça derin izler bırakacaktı.

Bağımlılık kuramı ve Kuzey-Güney çekişmesi gibi 1950’lerden itibaren başlayan tartışmalar üzerine yorum yapmayan Celâl Âl-i Ahmed, en önemli hikâye kitaplarından biri olan 1957’de yayımladığı Okul Müdürü’nde (Müdir-i Medrese) okulun işleyişini eleştirerek bir halk entelektüelini pek çok bakımdan tanımlıyordu. Hiç şüphesiz bütün bunlar onun külliyatının oldukça kapsamlı olmasına rağmen, yazdıklarının aslında tek bir soruna Batılılaşma sorununa verilmiş cevaplar şeklinde okunabileceğini gösterir. Zaten kendisi İran siyasi kültürünün sosyalist, ulusçu ve İslâmcı eğilimini kişiliğinde barındırıyordu.

Yerliliğinin tartışmalara dahil olması

Sahici bir tarihsel eyleme girişen Celâl Âl-i Ahmed,Eğitim Bakanlığı’na bağlı İran Eğitiminin Gayesi Komisyonu için Batılılaşma Hastalığı’nı hazırladı. Emsalsiz kültürel analizleriyle İran’daki mevcut durum arasında bazı bağlantılar kuran rapor 1961 Kasım’ından 1962 Ocak’ına kadar incelendi. Ne var ki, on üyeden oluşan komisyon Âl-i Ahmed’in metnini enine boyuna tartıştıktan sonra rejimi açıktan eleştirmesinden dolayı bu deneme hakkında olumsuz bir karar verdi. Âl-i Ahmed, aynı yıllara denk düşen ve Azrail’in Ülkesine Yolculuk kitabında anlatacağı iki haftalık İsrail ziyareti esnasında 1940’lardan sonra edindiği siyasi kimliğini sorguladı. Kendisini Doğulu olarak tanımladı, İsrail’i ise, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı yatırımcıların evirip çevirip Doğu’ya sunduğu yeni yüz şeklinde tasvir etti. Seyahat notlarının girişinde Batılıların işledikleri suçların kefaretini Doğuluların ödediğini vurguladı. Onun, dışının sömürgeci ve emperyalist tahakküm altına alınışı karşısında verilen sürekli mücadeleye odaklanması dönemin arayışlarıyla alakalıdır.

Kendisini Doğulu olarak tanımladı, İsrail’i ise, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı yatırımcıların evirip çevirip Doğu’ya sunduğu yeni yüz şeklinde tasvir etti.


Batılılaşmayı esaslı bir tartışma ve sorgulamaya tabi tutan Celâl Âl-i Ahmed, reddedilen raporu farklı bir zeminde kitap şeklinde yayımlayınca tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Adeta eskinin sessiz yerlisinin sesini yükselterek genel direniş akımına dönüştüren Batılılaşma Hastalığı, sözünü sakınmayan tarzıyla İran entelektüel hayatına yerliliğin girişini sağladı. Ülkenin hızlı sosyoekonomik dönüşümlerden geçtiği bir sırada İran’ın sosyal ve entelektüel tarihinin temellerini sorguladı. Bu durum eseri adeta kutsal bir kitaba dönüştürünce, düşünce dünyası üzerindeki etkisi de çok boyutlu oldu.

Azrail’in Ülkesine Yolculuk kitabında iki haftalık İsrail ziyareti esnasında 1940’lardan sonra edindiği siyasi kimliğini sorguladı.n
Azrail’in Ülkesine Yolculuk kitabında iki haftalık İsrail ziyareti esnasında 1940’lardan sonra edindiği siyasi kimliğini sorguladı.n

Âl-i Ahmed, kitabında Batının zehirlediği kişilere karşı tekrar eden retorik mecazlara dayalı bir üslup kullanarak okurlarını etkilemeyi başardı. Bu durum Âl-i Ahmed’in Okul Müdürü eserindeki kinaye, argo, mizah, abartma, alçaltma gibi unsurlarla bir arada düşünüldüğünde onun açık sözlü ve lafını esirgemeyen bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. Batılılaşma sürecini sorgulayan eserin bir diğer önemli yönü de şuydu: Batılılaşma Hastalığı yerli kimlik sorununu bir kere daha gündeme getiriyordu. Böylece 1940’lardan itibaren aşırı popüler olan İran solunun evrenselciliğine karşı yerli bir seçenek sundu. Öte yandan kitap, Batının teklif ettikleri hakkında çok şüpheci olan üçüncü dünyacı bir söylemi açıkça müdafaa etti. Aslında Âl-i Ahmed’in en bilinen sosyal içerikli denemesi olarak da kabul edilen Batılılaşma Hastalığı yayımlandığında modern İran siyasi kültürü tamamen yeni bir aşamaya ulaşmıştı. İran siyasi kültüründeki sosyalist, milliyetçi ve İslâmcı unsurlar ABD ve Sovyetler Birliği’nin bölgedeki sömürgeci nüfuzuna ve Pehlevi hükümdarlığının ABD’nin dünya hâkimiyeti dürtüsünü doyurma rolüne karşı oluşturulan birleşik bir cephenin parçası hâline geldi.

İran kamuoyunu köksüzlük problemine karşı duyarlı kılmaya çalışan Celâl Âl-i Ahmed’in asıl önemi tarihsel devamlılık çerçevesindeki dönüşüm temayülüne de dikkat çekmesiydi. Batılılaşmayı hastalık olarak niteleyen yazarın, buna kolaylıkla müptela olunduğunu, tedavi için teşhisleri sağlam yapmanın gerekliliğini vurgulaması bununla bağlantılıdır. Öte yandan Âl-i Ahmed, Meşrutiyet döneminden itibaren İran düşünsel tarihine egemen olan muhalif bir tarihsel failliğe vurgu yapan bazı tekliflere de sahicilik ve sahtelik nosyonlarına gönderme yaparak Heideggerci bir zeminden hareketle cevap verir. Bu durum ilkin filozof ve kültür kuramcılarının neredeyse zorunlu başvuru kaynağı hâline gelen Heidegger’in çağdaş düşünce üzerinde sınır tanımayan çok boyutlu etkisini gösterir.

Bilim ve teknolojiyi Batının zehirlediği aydınlar için tılsım olarak gören Âl-i Ahmed, Batı’yı sahici bir seçenek gibi sunan bu evrensel hastalığın İran’ın kültürel otantikliğinin yok edilmesiyle neticelenebileceğine dikkat çekmişti. Âl-i Ahmed, kendi özgün yaklaşımını belirgin kılmaya matuf kitabında teknolojinin olumlu özelliklerinden hiç bahsetmeden teknolojik dünya görüşünü tümüyle hükümsüz kılar. Ne var ki, kendisiyle ne yapacağına karar verme görevinden kaçmaz, bu yüzden cesur tercihlerini belli noktalarda detaylandırdığının farkına varılması gerekir. İkinci olarak birbiriyle iç içe geçen bütün bu fikir ve hissiyatın, tasarı ve tasvirlerin, tasavvur ve temennilerin, 1970’lerin sonlarından itibaren Türkiye’de de ortaya çıktığı göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla hep aynı kaygılardan hareketle bazı eserleri ve onlar etrafındaki yorumları biteviye fetişleştirmek yerine daha derinlikli karşılaştırmalara yönelmek için şöyle bir durup düşünmek gerekir.

Tudeh Partisi'nden ayrıldıktan sonra bazı arkadaşlarıyla birlikte Celal Al-i Ahmed.
Tudeh Partisi'nden ayrıldıktan sonra bazı arkadaşlarıyla birlikte Celal Al-i Ahmed.

Aydınlar, muhalefet ve ulema

İran düşünce tarihi özellikle de aydınlar üzerine araştırmalar yapan Celâl Âl-i Ahmed’in geç dönem görüşleri sistematik bir öğreti meydana getirmez. Buna karşın 1960’lardan itibaren belirginlik kazanan meseleler etrafında yoğunlaşır. Kendini yeniden yaratmayı deneyen Âl-i Ahmed, aristokrasiyi, ulemayı, toprak sahiplerini ve orta sınıfı İran entelektüel sınıfının dört kaynağı şeklinde kategorize eder. Ona göre orta sınıflar düşünce hayatının doğum yeridir ve ülkenin geleceği bakımından önemsenmelidir. 1940’lardan itibaren bilfiil içinde bulunduğu siyasi alternatif arayışıyla Âl-i Ahmed, çehreleri farklı olsa da seküler elitleri sert bir şekilde yerer.

  • Âl-i Ahmed, yeni ve kapsamlı bir dönüşümün peşinde olduğundan ayağı yere basmayan entelektüeller grubunu, kendilerini kitlelerden soyutlamaları, yüzeysellikleri, halkın geleneksel inanışlarını reddetmeleri yahut umursamamaları daha da önemlisi yöneticilerle kolayca iş birliğine girmeleri sebebiyle eleştirdi.

Teklifi ise şöyleydi: Kendilerini sil baştan yaratamayacak olsalar da sorumluluk ve sağduyu merkezli bir yaklaşımla entelektüellerin ve muhalefetin ulema ile beraber hareket etmesi. Bu teklif sonraki yıllarda kısa erimli de olsa İran siyasi kültüründeki milliyetçi ve sosyalist unsurların İslâmcılık tarafından ele geçirilmesini beraberinde getirecektir. Doğrusu, görece güçlü ve modern seküler bir unsurun mevcudiyetine rağmen İran’da aşamalı olarak siyasi ve toplumsal hareketlerin İslâmîleşmesi üzerinde durulmaya değer bir dönüşümdür. Zaten Batılılaşma eleştirisinin tüm dünyada münhasıran İslâmcı bir tahayyülle eş anlamlı hâle gelmesi de bundan bağımsız değildir.

Celâl Âl-i Ahmed Tebriz Üniversitesi'nde öğrencilerle birlikteyken çekilmiş bir fotoğraf.
Celâl Âl-i Ahmed Tebriz Üniversitesi'nde öğrencilerle birlikteyken çekilmiş bir fotoğraf.

Batı düşüncesi ve modernleşme projesi ile karşılaşması Celâl Âl-i Ahmed’i yerliliğe dönmeye mecbur bıraktı. Batı eleştirisi onun düşüncesinde merkezi bir yerdedir, bu yüzden Batı dışılığı idealize etmekte ve ona hakikatin parıltısını bahşetmektedir. Aydınlar üzerine kaleme aldığı ve Julien Benda’nın Aydınların İhaneti kitabından izler taşıyan müstakil eseri onun yerliliğinin ayrıntılı izahıyla karşılaşmak bakımından büyük bir imkân sunar. Daima bir direniş poetikasına dikkat çeken müellifin Gandi’nin popülist imajından ve herhangi bir sınıf çıkarından ziyade ütopyacı ideallere adanmış entelektüel modeline ehemmiyet göstermesi de benzer bir işleve sahiptir.

Aydınlara ve yerliliğe ilişkin kavrayışı zamansal bir ufka yerleştiren bu etkilenmeler Âl-i Ahmed’in İran milliyetçiği, Marksizm ve Avrupalı varoluşçuluktan hareketle oluşturduğu sentezin detaylarına dair önemli boyutlar taşır. Onun ulemaya itibar göstermesi, İran’da ulemayı Batı hâkimiyetine yenik düşmeyen önemli tek sosyal grup olarak görmesiyle bağlantılıdır. Bu bakımdan 1963’ten itibaren İran’daki siyasi ve toplumsal hareketlerin İslâmî bir hâle bürünmesi siyasi krizlerin yol açtığı karmaşık gelişmelerden bağımsız bir şekilde ele alınamaz. Hiç şüphesiz Şiilik özelindeki kimi fikirlerinin rahatsız edici siyasi muhtevası da göz ardı edilmemelidir. Geriye dönüp baktığımızda, Âl-i Ahmed’e Türkiyeli okurları asıl çeken boyutun, bunlardan çok dünyasının sancılarının yansımaları olduğu söylenebilir.

Ulemanın aydınlarla iş birliğine vurgu yapan Âl-i Ahmed, aydınların ulemaya ve kitlelere açılması, âlimlerin ise muhafazakâr tutumundan vazgeçmesi gerektiği görüşündedir.

Bu bakımdan eserlerinin hem üniversite kampüslerinde hem de medreselerde ciddi bir şekilde okunup tartışılması sürpriz değildi. Onun dine dönüşü İran düşünce hayatında 1950’lerden sonra vuku bulan gelişmelerle olduğu kadar Cezayir ve Vietnam olayları esnasında soldaki aydınların rol oynadığı hareketlerden de cesaret almıştı. Kaldı ki bahsettiğimiz tarihsel kesitin alameti pürüzsüzlük değil, gelecek olanın ütopik ufkundan beslenen başka bir dünya tahayyülüydü.

Modern aydınlarla âlimler arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışan Celâl Âl-i Ahmed, entelektüel hayattaki önemini hâlâ koruyan bir isim. Bu yüzden Günden güne Batılılaşan bir dünyada onu bütünlüklü bir şekilde değerlendirmenin yolu düşünce metinlerinin yanında öykülerini ve gezi yazılarını da işin içine katmaktan geçer. Katılsak da katılmasak da Âl-i Ahmed’in Batılılaşma, aydınlar ve yerlilik gibi majör meselelerdeki analizi manasız bir özcülük yahut arkaik dar görüşlülük olarak değil, insanın bu meselelere dair kavrayışını zenginleştirmeye matuf bir girişim çerçevesinde ciddiye alınmayı hak ediyor. Bu bakış açısı onun yeni tercüme edilen eserlerinin önemini ve değerini daha aydınlık bir zemine oturtacaktır.