Aydınlar ürkütsün seni, entelektüel ayrı
Aydın, batıda eğitimini aldıktan sonra orada gördüklerini, öğrendiklerini Devlet-i Âliye’ye, halka aktaracaktı... Evet, aydın aktarmacıdır, kendinden, toprağından, havsalasından, vicdanından, yüreğinden, değerlerinden, tarihinden kalkmaz; varsa yoksa batı medeniyetinin üstünlüğünü satar bizlere. Hem de ballandıra ballandıra, hem de kıra döke, eze eze, aşağılayıp küçümseye küçümseye...
Aydınlar değil sadece siyasetçiler, kültür adamları, bürokratlar hemen herkes bu ülkede konformist, yani önlerine konan yemeği yiyor, teklif edilen oyunu oynuyor, ikram edilen ideolojiyi savunuyor. Hassaten aydınların rüzgârın önünde bir yaprak olmak gibi marifetleri var; Türk modernleşmesi boyunca aydın ya da entelektüelin rüzgâra karşı yürüdüğüne şahitlik eden olmadı.
Oysa aydın ve entelektüel farklı varlıklardır. Modernleşme hareketleriyle birlikte ortaya çıkan aydın, her zaman bir kampın, ideolojinin, grubun, cemaatin sözcülüğünü üstlenmiştir.
Aydın iyiden iyiye propagandisttir; söylediğine inanır mı, hayır. İnandığını söyleyebilir mi, hayır. Bir şeye inanır mı, o da hayır. Peki, bir şey söyler mi, yine hayır!
Propaganda etmek, erken Kemalizm’de eğitmeyle birlikte kullanıldı, hem propaganda hem eğitim cahil halkı adam etmeyle ilgiliydi. Ahmet Mithat Efendi yaptı bunu ilkin... Adabı muaşeret üzerine bir kitap yazdı, enikonu modernlik kılavuzu... Avrupa’ya yolu düşenlerin “Osmanlı insanını” temsil etmede “medeni” davranmasını salık veriyordu.
Aydın, batıda eğitimini aldıktan sonra orada gördüklerini, öğrendiklerini Devlet-i Âliye’ye, halka aktaracaktı... Evet, aydın aktarmacıdır, kendinden, toprağından, havsalasından, vicdanından, yüreğinden, değerlerinden, tarihinden kalkmaz; varsa yoksa batı medeniyetinin üstünlüğünü satar bizlere. Hem de ballandıra ballandıra, hem de kıra döke, eze eze, aşağılayıp küçümseye küçümseye... Enteresandır, milletimiz her zaman okumuş yazmışı sevmiştir, önemsemiştir, saygıda kusur etmez! Aydınımızın büyüklenmesine bile ses etmedi...
Aydın iyiden iyiye propagandisttir; söylediğine inanır mı, hayır. İnandığını söyleyebilir mi, hayır. Bir şeye inanır mı, o da hayır. Peki, bir şey söyler mi, yine hayır!
İdeolojinin, cemaatin, sınıfın propagandisti
Burjuvanın temsilcisi olarak, halkı kandıracak tüm doneleri topladı, gazetesinde, romanında, hikâyesinde tüm verileriyle, tüm dipnotlarıyla, üslubuyla, kanıtlarıyla sundu.
Her burjuva grubunun bir besleme aydın takımı mutlaka vardı.
Grup çıkarlarını aydınla meşrulaştırdı, estetik bir beğeniyle sunmayı başardı burjuva kapitalizmi. Bizde burjuva olmadı, devlet gerektiğinde burjuva da oldu, proletarya da... Aydın, devleti kim ele geçirdiyse onun borazanı olmayı içine sindirdi... Gönüllü bir teslimiyet mi, tam tersine aydın kavramı belki geleneksel ekollerde de olduğu gibi devletten beslenen ilmiye anlayışının devamıydı. Aydın aynı zamanda askeri sınıfla özdeşleşti, modernleşme demek zaten bizde askeriyenin, silahların yenilenmesi manasına geliyordu. Öyle ya asker her şeyi bilen, her şeyi gören, eylem ve söylem adamıydı, buna tabi ki bütüncüllüğü izah etmek için aydının Peygamber rolü de demek mümkün.
Geleneksel kültürde bir aydın sınıf yoktu, rahipler, kâhinler, kâtipler, imamlardan oluşuyordu... Modernlikle ortaya çıkan sınıflar ve onların sözcüleri aydın kavramını doğurdu, Antonio Gramsci ona organik aydın dedi. Toplumda yeni yeni ortaya çıkan bankacılar, akademisyenler, uzmanlar, sanatçılar artık birer aydın olarak görülüyordu. Organik aydın sadece iktidarın değil bağlı bulunduğu sınıfın sözcüsüdür.
Aydın kadar üzerinde tartışılan, tanımlanmaya çalışılan başka herhangi bir “tür” yoktur herhalde. Yavandır, ihtimam göstermek gerekir, diline düştüğünde, hele ki sınıfı infaz emri verdiyse aydının bunu temellendirmekte üstüne yoktur... Tarihten örnekler getirir, toplumdan deliller toplar, epistemolojik alt yapısını oluşturur ve karşıt sınıfın tezlerini, sözcüsünü çökertecek operasyonu yönetir.
Aydın her şeyi bilir, her konuda malumat sahibidir, fakat hiçbir zaman derinlemesine bakamaz meselelere, propagandistin belagati kadardır mevzulara vukufiyeti.
Zaten derinliğe gerek yoktur, aydın gücünü polemikten alır, cedelcidir, cedeli ilme değil karşıdakini bastıran saldırgan üsluba, tahammül edilmez düşüklüğedir.
Said Halim Paşa’nın deyimiyle bulandırır aydın, fikirleri, dimağları, ortalığı bulandırır; yolunu siste bulandır aydın.
Yine aydına yüklenen bir başka kutsal ama uydurma misyon, emperyalizm karşısında kurtuluş mücadelesinin önderliğini yapmaktır.
Zinde güçlere akıldanelik eden aydın, 12 Mart’a neden olmuştu; memleket çok kötüye gidiyor, siviller ülkeyi uçurumun eşiğine getirip bırakmıştır, oradan birilerinin çekip çıkarması gerekir. Kim, tabi ki ordu...
- Askeri ikna etmek elbette aydının vazifesidir. Bunu ittihatçıların bir geleneği gibi görmemek gerekir; Tanzimat’tan itibaren önüne gelen her aydın, biraz yetke sahibi kılınan her batı yüzü görmüş okuryazar devleti kurtarma iddiasında bulundu.
Devleti kurtarmak, memleketi kurtarmaktır. İttihatçılar devleti kurtarırken İmparatorluğun dağılmasına rol aldılar; İstiklal Harbi’ni kendilerinin verdiğini de iddia ettiler. Kalpaklı aydınlar uzun Kemalizm döneminde Kuvvacılıktan ödün vermedi; “halka rağmen halk için” aydın sorumluluğunu gösterip ileri atıldı, ittifaklar kurdu, orduyu ayarttı, kapitalist dünya sisteminin ajanlığını kimi zaman vatanperverlik kimi zaman demokrat bazen din adına gerçekleştirdi.
Stalin Sovyetleri kuran, Ekim Devrimi’ni yapan kadro içinde aydın olmayan tek kişiydi, hepsini infaz etti!
Sormak gerek, aydın kadar doğmatik, tutucu, gerici başka bir sınıf var mı? Ezberlerinin bozulmasına isyan eden, kalıplarının on yıllar boyunca devam edeceği zehabını besleyen travmatik kişiliktir aydın bizde; hala güç merkezlerinin kaynaklarıyla beslenen, hiçbir zaman fikri olmayan, tetikçiliği meslek edinen bir sınıftır... 27 Mayıs öncesine kadar bütünüyle devlete bağlıydı, mesleği yoktu, milletvekili ya da bürokrattı... Yeni aydınlar kapitalizmin güçlenmesiyle çıkmaya başladı, mesela Orhan Kemal çamaşırcıları, fakirleri yazdı ama niçin “seçilmediğini” sorguladı durdu; Peyami Safa gibi, Kemal Tahir gibi sipariş senaryolar, romanlar, tefrikalar yazdı.
Kişisel tarihiyle milletinin kaderi arasında entelektüel
Kendi kişisel tarihini metne çeviren kişidir entelektüel... Kişisel tarihi vatanının, milletinin geçirdiği evrelerle birebir uyuştuğu için biyografisi önemlidir.
Aydın, kişisel hayat hikâyesinin göz önünde olmasını istemez; istemez, çünkü başkalarına anlatılacak kadar haysiyetli ilişkiler kurmamıştır.
Entelektüel eleştireldir... Toplumunu eleştirir, insanları eleştirir, devleti, değerleri, yüceltilen ne varsa onu yerer, un ufak eder ki oradan bir yeniden inşa faaliyeti çıksın, diye.
Hesaplaşır entelektüel, öncelikle kendiyle sonra içinden çıktığı gelenekle, kendi cemaatiyle, fikirleriyle hesaplaşır. Kemal Tahir misal... Sosyalist gelenekten gelir, Devlet Ana’yı yazar, cemaati Osmanlı için sömürgeci derken o Osmanlı’nın, Türklerin adil bir yapı kurduğunu yazar; eleştirel bakar, yaratıcıdır, çığır açar...
Entelektüel sürekli sorgular, yorar, yıpratır, kasar... Ta ki kopana, kopma aşamasına gelene kadar herkese birer ayna verir, yüzleşmelerini sağlar. Kendi kaderini milletinin ve toprağının kaderiyle bir görür, o yüzden kişisel ikbali için düşünmez, çıkacaksak birlikte, batacaksak birlikte batacağız, der.
Entelektüel, fikir, düşünce sıkıştığında yol açandır...
Gelenek ile yeni dönem arasında bağlantıyı sağlayıp, yeni terkiblere gider... Mesela Gazali gibi... İhya ve tecdid ehlidir Gazali, batınilerin, felsefecilerin dine tesirleri kuvvetlendiği zaman üç meseleyi vuzuha kavuşturur. Sonuç, ehlisünnet heterodoks etkilerden temizlenir, İslami düşünce sapkın fikirlerden arınır, Anadolu’da İslam tarihinin en parlak döneminin kapıları açılır.
Aynen İbn Arabi’nin yaptığı gibi... Vahdet-i Vücud kendinden önce de etkiliydi, Arabi onu sistemleştirdi, tezlerine sarsılmaz dayanaklar ekledi... Bursevi mesela, yine Vahdet-i Vücud’u Osmanlı’ya uyarladı. Yunus Emre bir büyük dönemin eşiğinde sözleriyle bir zihniyet dünyasını inşa etti... Kınalızade gibi... Ahmet Cevdet Paşa’yı aydının çıkışı esnasında ulema-aydın arası kategoriden çok entelektüel sınıfına almak gerekir.
Vatan Şairi Namık Kemal aydın mıdır; hayat hikâyesi Osmanlı’ya o kadar yakındır ki, gayretleriyle bu milletin, bir tarihin kurtulması için o kadar çırpınır ki tam manasıyla entelektüel vasfı kazanır. Çünkü entelektüel aynı zamanda “toplumun vicdanı” olmayı başarır.
O, vatanı karnını doyurduğu yer olarak görmez, bir kimliği, kişiliği, hassasiyeti büyüten yer gibi anlatır, ontolojiyle eşleştirir.
Entelektüel hesapsızca söylemeyi başarabilir.
Türkiye gibi diniyle milliyeti arasındaki çeperleri kaldıran bir ülkede entelektüel düğüm çözen kişidir, ama aydın hala düğümler, düğüm atar, meseleleri kördüğüm noktasına getirir.
Mum ışığında bekliyoruz!
Entelektüel o derece aydının baskısı altındadır ki zaman zaman kaçar, toplumdan kaçar. Fıçıdaki Diyojen sendromu, medeniyetin ürettiği tüm değerleri reddetme noktasına fikirlerde de ulaşmak mümkün olabilir. Dünyada uzmanlar, son zamanlarda gazeteciler, muhabirler, araştırmacılar sınıfları temsil etmeye, kanaat önderi olmaya koyuldu; belki de yol onlara verildi! Fakat entelektüel çağını anlatırken aslında çağını aşmayı başarabilen kişidir. Herkesin aynı dili konuştuğu, çıkmazın içinde debelenenlerden olmayıp çağın dışına çıkmayı başarıp oradan meseleleri görüp değerlendirme yeteneği entelektüellerde vardır.
- Entelektüel epistemolojiyi konuşturan değil, sezgisiyle yol arayan kişidir. Uzmanlar kadar bilgiyi elinde tutan var mı ya da akademisyenler. Kopyanın, intihalin, aktarmanın, bol dipnotun düşünce olmadığını tecrübeyle gördük.
Düşünce öncelikle varlık ile âlem arasındaki ilişkiyi yeniden düzenlemeye dayanır. Hayata anlam, niçin var olduğumuzu çağa, koşullara göre yeniden düzenleyerek verilir. Entelektüelden bunu bekleme hakkına sahibiz. Entelektüel biraz da Diyojen gibi fıçıda yaşamalı, biraz konformizmin dışında durmalı, iktidara mesafeli bir yakınlık gütmeli. İmam Hanife gibi gerektiğinde fikir çilesini çekebilmeli.
Çağına tahammül edemeyen, tarihe kaçan entelektüeller, Attila İlhan’ın dediği gibi “Fransız bozması” aydınlar, gönüllü sürgünler, devletin nüfustan düşürdüğü aydınlar; 70’li yıllarda yeni İslamcı aydın kuşağını oluşturan taşralılar, kim olursa olsun önce iktidar diyen, kariyeri için sanat yapan maveradan beslenenler; devletin ekonomi politiğini belirleyen Kadrocular, diasporanın gücüyle konuşanlar, farklı istihbarat örgütlerinin malzemeleriyle var olanlar, muhalefeti de iktidarı da yerleşik düzenin diliyle yapanlar, Tevfik Fikret gibi vatanı da, dini de milleti de batı olanlar... Aydınlarımız artık bize iyiden iyiye yük.
Basmakalıp olanı kıracak entelektüelleri arıyoruz. Dünya sistemi ile Türkiye arasındaki güç merkezlerinin gerilimlerini artıranları, yeniden yol kazanları özlemle anıyoruz.
Hakikati bulanları değil hakikati ilan edenleri istiyoruz. Alıştıklarımıza, alıştırıldıklarımıza çelme takanları istiyoruz. Güzideleri özlüyoruz; İslam’ın, tarihin, bir kaderin ortaklarını, vicdanı olabilecekleri mum ışığında bekliyoruz.