Arzu Yengem kocasını “Paşam” diye seviyormuş
Almanya’dan haber geldi. Menfez zinciri kırmış hanımını boşamış dediler. Ve Cesim hemen Almanya’yı aradı. Menfez tek cümlesiyle özetledi. “Deterjan reklamı bitti emmioğlu.” Cesim; “reklamlar bitti şimdi hayat başlıyor desene” deyince gülüştüler.
Cesim ile Menfez iki amcaoğlu idiler. İsimlerinin değişik olduğuna bakmayın ikisi de gayet kumaş pantolonlu ve gayet beyaz gömlekli ve ceket içine örme süveter giyecek kadar yerli adamlardı.
Cesim okudu ve öğretmen oldu. Hanımı da üniversitede hoca olan ve her zaman dipnotlu konuşan, on iki puntoyla ömür süren bir şeydi. Menfez ise Almanya’ya iç güveysi olarak gitti. Evlendiği kızın babası o kadar zenginmiş ki Almanya’nın en büyük belediye başkanı ondan borç almadan icraat yapamazmış. Menfez; “Kızın güzelliğini aramıyorum. Ben yıldım, yoruldum, usandım burada debelenmekten.” demiş ve Almancı damat olmuştu.
Yılların geçiş hızını hesaba vuran takvimler esasen acizdir ama ne yaparsın adet olmuş yoksa yılların hesabını kim tutabilirmiş? Menfezin üç çocuğu oldu. Üçü de büyüdü birer iş sahibi oldular. Üçü de kız çocuğuydu. Almanya’da mesleği olmayan kişiyi devlet bile adam yerine koymadığından kızlar meslek sahibi olmuşlardı. Ama üçü de huy bakımından katır cinsini aratmayacak kadar zalım idiler.
Menfez her sene izne geldiğinde hanımı ve çocuklarından dertlenirdi. “Amcaoğlu üç kız bir de anası beni her gün mengeneye alırlar. Yemek yerken ağzımı şaplatıyormuşum. Ceketim bir haftada kirleniyormuş. Ben ne biçim bir adammışım. Saçlarım yağdalıymış. Deterjan reklamı gibisin diyorlar bana. İnsan babasına deterjan der mi? Ben deterjan reklamına baktım bana benzer hiçbir şey göremedim. Emmioğlu ben herhalde zinciri kırarım, bu kadını bırakırım.” diyordu.
Ve aynen öyle oldu. Almanya’dan haber geldi. Menfez zinciri kırmış hanımını boşamış dediler. Ve Cesim hemen Almanya’yı aradı. Menfez tek cümlesiyle özetledi. “Deterjan reklamı bitti emmioğlu.” Cesim; “reklamlar bitti şimdi hayat başlıyor desene” deyince gülüştüler.
Menfez o sene tüm birikmiş izinlerini aldı. Üç ay memlekete geldi. İki emmioğlu perhiz bozan şeker hastalarının kaçak kaçak yediği baklavalar kadar güzel eğlendiler. Günlerden bir gün Menfez dedi ki ben Arzu’yu bulacağım. Hani benim uğruna türkü çığırıp avare olduğum Arzu. Cesim emmioğluna sarıldı. “Hiç evlenmedi Arzu biliyor musun?” “Bilmem mi? Ben her şeyi bilirim de ayağa kalkmam vakit alır. Benim huyum ayı cinsine benzer. Yatarım uzun uzun yatarım da bir kere uyanınca artık korksun millet benden.” dedi.
Menfez, Arzu’ya gideceği gün en yenisinden beyaz gömlek bir de lacivertin en kostaklısından takım çekti. Arabası zaten mersedesti. Arzu’nun evinin önünde, arabanın içinde epeyce bir bekledi Menfez. Geride kalan yılların hesabını yaptı. Anladı ki geçmiş yılların hesabını tutmak ancak muhasebeci kısmının yapabileceği bir iştir. Yoksa garip Menfez hayat çetelesi tutacak kadar gücü nereden bulsundu? Menfez, Arzu’nun kapısını çaldı. Yalnız yaşayan Arzu’nun kapsını komşuları çalardı, bakkalın çırağı çalardı, sucu, postacı çalardı ama bu sefer Menfez çalmıştı işte kapıyı. Ve Arzu evin içinde bile ipek halıda gezen bebek ayağı kadar güzel dolaşırdı. Zaten her zaman terazili olan kılık kıyafetini geçtim.
- Tavrı tarzı buhur gibi tüterdi deyim de anla. Eğer daha da anlamıyorsan şu kadar söyleyeyim; incir uyutması tatlısı vardır. Süt ile inciri karıştırır ve uykuya bırakırsın. Süt mayası icabı kıvama gelir, süt kıvam buldukça incir de tüm ballı tadını süte bırakır. Tatlı uyudukça lezzetlenir.
İşte Arzu da yıllar boyunca uykuya yatırılmış incir uyutması gibiydi. Yıllar onu yıpratmak yerine her damlası cevherli olan derin mağara suları gibi güzellikler biriktirmişti. Arzu kapıyı açıp da karşısında Menfez’i görünce şaşırdı. Menfez ise Almanya’da yaşadığı yıllar içinde Almanlar gibi, yani buz gibi durmayı bellemişti. Ve buzdolabı gibi durdu. “Merhaba Arzu” dedi. Arzu sanki kimseyle evlenmeyip sadece babasından kalan memur maaşıyla geçen o yıllarda bu ana hazırlanmış gibi, o kadar güzel o kadar çiçekli bir “hoş geldin” dedi ki Menfez’in Almanlardan bellediği ne kadar hüner varsa eridi. “Şöyle güzel Arzu’yu bırakıp da Almanların bokunu temizleyen kalıbıma yuf olsun.” dedi içinden. Hoş geldin demek ne demektir? Ne işe yarar? Nerede kullanılırsa kilit açar, düğüm çözer? Hepsinin cevabı Arzu’nun hoş geldin deyişinde cevabını bulur. İnsanoğlunu bir meydana toplayabilsek ve desek ki içinizden biri çıkacak bir tek kelimeyle hepinizin gönlünü hoş edecek diyebilsek. Kimdir o kişi ve ne diyecektir desek.
Kesinkes emin ol ki o kişi Arzu’dur ve tek kelime ile Hoş geldin der ve tüm insanoğlunun gönlü hoş olur. Menfez’inde gönlü hoş oldu ve hoş bulduk diyebildi sadece.
Arzu ile Menfez hemen evlendiler. Hemen yuva kurdular. Menfez Almanya’dan emekliliğini istedi. Bir ev aldı. Hemence bir de umreye gittiler Allah kabul etsin. Görenler diyor ki Arzu pembe gülleri hasedinden çatlatacak kadar güzelleşti. Genç kızlar onun güzelliği karşısında fesatlıklarından yataklara düştüler. Milletin söylediğinden daha çok mutluydu Menfez. Amcaoğlu Cesim’le konuşurken diyordu ki, “Emmioğlu ben yıllarca boşa yaşamışım. Hayat diye kirli bir ceketi gezdirmişim sırtımda. Yahu bu Arzu yengen beni fil kulağında gezdirir gibi hürmet ediyor. Altın tepside zemzem kadehi gibi davranıyor bana. Bir de emmioğlu sen benim mahremim sayılırsın bana “paşam” diyor. Millet benim adımı bile anmazken Arzu beni kendine paşa etti anla gayri şöyle Arzu sevilmez mi?”
Menfez mutlu olup da yalan dünyada bir kerecik olsun “huf” deyip rahatlayınca Cesim de rahatladı. Ama aklına bir şey takıldı. Kendi hanımı neden böyle bir şey söylemezdi? Paşa demesi şart değil ya o da başka bir laf bulsundu. Cesim’in yürek yağını eritecek bir laf da o söylesin istedi. Ve bir gün cesaretini toplayıp konuştu. “Arzu yengemiz Menfez’i “paşam” diye seviyormuş.” Cesimin sosyoloji doktoralı hanımı okuma gözlüğünün üzerinden baktı. “Ciddi misin? Ay ne kadar militarist şeyler bunlar. Ay ne kadar ibretlik. Yoksa sen de mi öyle isterdin Cesim güldürme beni?” Cesim her lafı ders verir gibi konuşan hanımına öylece baktı. Hiç ses etmedi. Ve usulca çıktı odadan. Hanımı arkasından bağırıyordu, “Nereye Cesim?” “Balkona çıkacağım bir soluk alırsam rahatlarım belki...”