14 saniyelik bir İSAM fotoğrafı
Kimin kartı fazlaysa, kimin adamı daha güçlüyse o kazanıyor bu müsabakalarda. Kazanan da yok gerçi. Daha doğrusu kazanan tek. Kavgadan önce de kazanan o, kavgadan sonra da: Akademi.
“Overlok makinası ayağımıza geldi. Eskiler alıyor eskici.”
En son baktığımda saat 18.00’i 42 saniye geçiyordu. Kütüphanenin tüm sarı masaları, ruhunu yitirmiş onlarca zombiyle dolu.
Yangın alarmı cayır cayır öttü bir gün. Bir tek insan bile yerinden kalkmadı. Kafasını kaldıranları parmakla sayabilirdiniz. Dostlarım, akademi insanın ruhunu emen bir kara delik. Kitap yüklü zombiye çeviren bir dev. İnsanların gözündeki yaşam enerjisi ile beslenen bir canavar. Kapıdan içeri girip gözlerinizi masa masa gezdirdiğiniz an karşılaşacağınız yegâne şey: Asık yüzlü bir ciddiyet. Az hayat neşesi gösterseniz alacağınız cevap: “Bu ne laubalilik efendim!” diyen iki çatık kaş. Kaş ne kadar mühim şey. İnsanın duygusunu o istemese de ele veren iki gizli servis ajanı. Bazen insanların sadece kaşlarıyla konuşmak istiyorum. O iki kaşa bakıp, “Merhaba, bugün neden bu kadar sinirlisiniz?” diyesim geliyor.
Siyah beyaz bir çizgi roman gibi İSAM. Keskin hatlı, uzun yüzlü, gözünden hayat ışığı çekilmiş bir sürü karakter. Gerçi benim zamanımda karakterdi. Şimdilerde “çar” diyorlar.
Ne diyorduk? Bir animede pekâlâ çizilebilecek bir ortamı var şu İSAM’ın. Uzun uzun yüzlü, ruhu akademi denen şey tarafından emilip, onun emrinde birer zombiye dönüşmüş korkunç adamlar ve kadınlar. Sahip oldukları kitaplarla vuruyorlar birbirlerine. Dışardan baksanız sohbet zannedeceğiniz karşılaşmalarda, yazdıkları sayfaları (tıpkı animelerdeki gibi) zamanı ve mekânı delecek hızda fırlatıyorlar birbirlerine. Sıkıştıklarında birtakım adam kartları kullanıyorlar. Şöyle diyorlar mesela:
“Fuko’ya göree!”
“Kant’a göree!”
“Haldun’a göree!”
Kimin kartı fazlaysa, kimin adamı daha güçlüyse o kazanıyor bu müsabakalarda. Kazanan da yok gerçi. Daha doğrusu kazanan tek. Kavgadan önce de kazanan o, kavgadan sonra da: Akademi.
- Kaybeden var ama. Kaybetmek tez denen bölüm sonu canavarını yenememek demek. Kaybetmek yeterince referans verememek demek. Kaybetmek kütüphaneden kovulmaya kadar gidiyor. Daha çok kart toplamak lazım o yüzden ve daha çok sayfa sahibi olmalı.
Siyah beyaz bir çizgi roman gibi İSAM. Keskin hatlı, uzun yüzlü, gözünden hayat ışığı çekilmiş bir sürü karakter. Gerçi benim zamanımda karakterdi. Şimdilerde “çar” diyorlar. Sosyal hayatta azalan şey, dilde de varlığını, kısa süre abartılı bir şekilde arttırdıktan sonra hızla yitiriyor tabi. Normal yani.
Sokağa çıktığımızda etrafımızda karakterler yok, çarlar var. Herkes kendine kendinden bir put yaratıyor. Sonra da haydi bana tapının diye görünen bir yere koyuyor çarını. Modern zamanın putları başka malzemelerden yapılmıyor. İnsan dışarıdan helva, odun, taş filan alıp yontmakla uğraşmıyor. Bizzat kendinden put yapıyor. Kendini put yapıyor.
Okullarda bir sürü profesör putçuk bize bakıyor. Instagramda bir sürü efektli putçuk bize bakıyor. Haberlerde bir sürü takım elbiseli putçuk bize bakıyor.
Güzelliğime tap. Gücüme tap. İlmime tap. Yani benimkinin karşısındaki zayıflığını/eksikliğini ikrar et, beğen ve iman et. Herkes kendine tapındırma derdinde. Herkes tapınılma derdinde.
Saat 18.00’i 56 saniye geçiyor. Kütüphanenin sarı masaları, önlerine oturanlardan daha canlı. Gideyim de çayhanede yeni sahip olduğum “Bauman” kartımla adam vurayım. Belki bir kaç da kart toplarım.
Toparlarsak İSAM candır.