Zamanı büken Hayriye

Hayriye, birkaç hafta geldikten sonra gelmez olmuştu. Bir zaman haber alamadılar.
Hayriye, birkaç hafta geldikten sonra gelmez olmuştu. Bir zaman haber alamadılar.

Zaman bükülmüş, Hayriye daha söylemeden, sözü gerçeğe dönüştürülmüştü. Yan odada, sadece birkaç dakika sonra, ispat edilecekti Hayriye’nin katıksız imanı. Nazan’ın kalbi titredi. Zamanı büken, şüphesiz Hayriye değildi. Ancak kalbindeki bu katıksız ihlas sebebiyle onu seven Rabb’iydi.

Bir grup kadın, cumaları sırayla birbirlerinin evinde toplanır, Kur’an okur, ayetlerin açıklamasını okuyup üzerine düşünür, İslam’ın önemli meselelerinden bahseder, sonrasında da israfa kaçmaksızın Allah ne verdiyse el emeği böreklerini, salatalarını, mis gibi demlenmiş çaylarına katık edip, hasbihal edip birbirlerine hayır dua ederek haftaya cuma görüşmek üzere selamlaşıp dağılırdı.

Hayriye, birkaç hafta geldikten sonra gelmez olmuştu. Bir zaman haber alamadılar.

Haftalardan birinde Hayriye adında zayıf, beyaz tenli bir kadın aralarına katıldı. Nazan, henüz tanıştığı bu kadının yüzünde bir aydınlık gördü ve sebebini bulmaya çalışarak uzun uzun kadının yüzüne bakakaldı. Neden sonra sohbetten koptuğunu fark edip, “Herhalde ten renginden dolayıdır.” diye iç sesini bastırarak kafasını hafifçe titretip, sohbete dikkatini verdi. Hayriye, birkaç hafta geldikten sonra gelmez olmuştu. Bir zaman haber alamadılar. Derken Nazan’ın sırasının olduğu hafta Hayriye çıkageldi. Kuranlar okundu, sohbetler edildi. Çaylar demini aldı. İkramlar servis edildi. İşte o vakit Nazan, Hayriye’nin parmaklarını kapatamadığını fark etti. Orta sehpanın iki farklı ucunda oturuyorlardı. Nazan, kendini duyurabilmek için yüksekçe bir sesle, “Hayriye Hanım, ellerinize ne oldu, hayrolsun?” dedi. Hayriye, “Kutu yapıyordum da.. Sinir sıkışması olmuş. Doktor ellerimi mecburiyetler hariç kullanmamamı söyledi. Ameliyat gerekiyormuş.” dedi. Bir anda herkes sustu ve Hayriye Hanım’ın durumuna kulak kesildi. İçlerinden biri, “Ne kutusu?” diye sordu.

Kuranlar okundu, sohbetler edildi. Çaylar demini aldı. İkramlar servis edildi. İşte o vakit Nazan, Hayriye’nin parmaklarını kapatamadığını fark etti.
Kuranlar okundu, sohbetler edildi. Çaylar demini aldı. İkramlar servis edildi. İşte o vakit Nazan, Hayriye’nin parmaklarını kapatamadığını fark etti.

Hayriye cevap verdi: “Kına gecelerinde, nişanlarda, düğünlerde dağıtılan içine şeker, lavanta vesaire konan kutular var ya! İşte onlardan. Bi’ adam var, yapmak isteyenlere veriyor malzemeyi, yapabildiğin kadar yapıp parasını alıyosun. Ama arkadaşlar, hiç öyle göründüğü gibi kolay değil. Çok uğraştırıyor bir kutu bile. Ben de işte ellerimi fazla yormuşum. Ondan böyle olmuş. Sinirler sıkışmış. Şimdi hiç kullanamıyorum.” dedi üzüntüyle.

“Ne kadar alıyordun ki?” dedi biri. Kimin sorduğu anlaşılamamıştı, çünkü herkes cevaba odaklanmıştı. “Günlüğü iki buçuk, üç liraya denk geliyor.” dedi Hayriye.“O kadarcık para için o kadar emeğine değer mi yaa?” dedi Nazan. Üzüntüsü, ona bu sözü söyletmişti aslında. Fakat aldığı cevap, onu bir anda yerin yedi kat altına indirip, oraya hapsedecekti. “İhtiyacınız olunca öyle bir değiyor ki.” dedi Hayriye. Nazan artık kıpkırmızıydı. Sonrasında sorularla genişleyen Hayriye’nin durumunu, eşinin işlerinin kötü gidişini, okuyan çocukların masrafına ek olarak çokça borçlarının olduğunu, Hayriye’nin de diğer işlere izin vermeyen eşine destek olamamayı içine sığdıramayıp, her gün 3-4 saat kutu atölyesine gittiğini duymamıştı.

  • Günün gerisinde neler yaşandı, kimin çayı tazelendi, kiminki tazelenmedi, neler oldu, neler konuşuldu… Hiçbirini duymadı Nazan. Kulaklarında Hayriye’nin “İhtiyacınız olunca öyle bir değiyor ki.” cümlesi döndü durdu, büyük bir uğultu eşliğinde.

Nazan, günlerce kendine gelemedi. Uzun uzun düşündü, aldığı bu dersin üstüne. Haftalarca Kur’an’lar okumuş, sohbetler etmiş, namazdan infaka her şeyin İslam’daki önemini öğrenmişlerdi. “Kana karışmamış ilim neye yarar?” dedi bir sabah işe gitmek üzere hazırlanırken. Aklına bir fikir geldi.

O cuma Hatice Hanımlarda toplanıldı. Mealin hemen ardından, sohbet kısmına geçilecekken Nazan bir anda sesini yükseltiverdi: “Biz böyle kendi kendimize toplanıp Kur’an okuyup, sohbet edip dağılıyoruz. İnfakın öneminden bahsedip duruyoruz, ama sohbette kalıyor. Mahallemizde de şüphesiz ihtiyaç sahibi insanlar var. Şu ilmimizin ilim olarak bünyemize yerleşmesi için ispatını yapmamız lazım. Şöyle bir şey yapalım; her birimiz elimizden geldiğince erzak ürünleri alalım, hatta ulaşabileceğimiz insanlara da söyleyelim. Onlardan da para ya da erzak malları alalım. Birimizin evinde toplayalım bunları. Muhtara soralım, etrafa haber salalım, ihtiyaçlıları da tespit edelim. Toplanan yardımı da poşetlere bölüştürüp, ihtiyaç sahiplerine teslim edelim. Ne dersiniz?”

Tüm erzaklar bir araya getirildi, poşetlere taksim edildi. İhtiyaç sahiplerine ulaştıracak kişiler seçildi ve poşetler yan odaya konuldu.
Tüm erzaklar bir araya getirildi, poşetlere taksim edildi. İhtiyaç sahiplerine ulaştıracak kişiler seçildi ve poşetler yan odaya konuldu.

Bu sözleri dikkatle dinleyen diğer hanımlar, arkadaşlarının bu önerisini, bunu daha evvel düşünememiş olmanın utancı ve mahcubiyetini kalplerinde duyarak memnuniyetle kabul ettiler. Derhal aralarında bir görev taksiminde bulundular. İki kişi ihtiyaçlılar listesini hazırlayacaktı. İki kişi para yardımı yapanlar adına marketten temel ürünleri satın alacaktı. Geri kalan herkes, hafta içinde yardımlarını Ayşe Hanım’ın evine bırakacaktı. Tüm erzaklar bir hafta içinde toplanacak, Cuma günü de uygun şekilde poşetlere taksim edilip dağıtılacaktı. Herkes üzerine düşen vazifeyi yerine getirdi ve bir sonraki cuma geldi çattı. Vazifeli olanlar diğer hanımlardan bir saat erken gitti. Tüm erzaklar bir araya getirildi, poşetlere taksim edildi. İhtiyaç sahiplerine ulaştıracak kişiler seçildi ve poşetler yan odaya konuldu. Vedalaşırken herkes vazifeli olduğu poşetleri alıp çıkacaktı. Nazan’ın aklında elbette Hayriye vardı. “Bir poşet de Hayriye Hanım’a hazırlamalıyız.” dedi. “Çok iyi söyledin.” dediler. Hayriye, rahatsızlığından sonra uzun zamandır sohbetlere de katılamamıştı, ancak bu hafta gelmesi için bir arkadaşı ile hususi davet göndermişlerdi. Bir poşet de ona hazırladılar. Nazan kafasında bir plan yapmıştı. Herkes ayrılırken kendisi, poşetlerin olduğu odaya geçecek, bir bahaneyle Hayriye’yi de o odaya çağıracaktı. Kalabalığın çıktığından emin olana dek bir şeyler konuşacak, herkes gidince de koltuğun arkasına onun için bekletmiş olduğu poşeti verip sarılıp vedalaşacaktı.

Poşet yerinde yoktu. Kafasını tamamen çevirip baktı. Evet, poşet, orada değildi.

Sohbet bitti. Sorumlular poşetlerini alıp gittiler. Herkes dağılmaya başladı. Nazan planladığı gibi odaya geçti. Tam “Hayriye Hanım” dediği sırada gözü, koltuğun arkasına takıldı. Poşet yerinde yoktu. Kafasını tamamen çevirip baktı. Evet, poşet, orada değildi. Hayriye durmuş, ona bakıyordu. “Hayırlı günler, haftaya yine görüşelim inşallah. Çok özletmeyin.” diyebildi sadece. Kireç gibi olmuştu. Hayriye mütebessim, “İnşallah” dedi ve ev sahibesiyle görüşüp ayrıldı. Nazan odanın her yerine baktı. Poşet yoktu. Hatice’ye sordu. “Herhalde hanımlar onu da yanlışlıkla aldı götürdü.” dedi. Nazan bu duruma çok üzüldü. Belli ki Hayriye’yle ilgili sınavı henüz bitmemişti. Haftaya bizzat kendisi, Hayriye için bir poşet hazırlamaya karar vererek, Hatice’yle vedalaşıp evden ayrıldı.

O hafta Nazan için öyle yoğun geçti ki, cumanın nasıl geldiğini anlayamadı. Üstelik cuma toplantıları o hafta Nazan’daydı. Bir de bunun telaşı derken, misafirler gelmeye başladı. Kapıda Hayriye’nin yüzünü gördüğü an, Nazan yine, bir daha, beyninden vurulmuşa döndü. “Allahım!” dedi, “Nedir tüm bunların hikmeti?” Bir anda yüzü asıldı Nazan’ın. Fark edenler buna anlam veremedi.

Her biri zihninde başka bir ihtimali kurup, “Neyse hüsnü zan etmeli.” diyerek kafasını silkeleyip, yerine geçti.

Herkes ufak ufak tilavete hazırlanıyordu ki, kapı çaldı. Nazan kapıyı açtığında Hatice’yi hayli ağır bir poşetle karşısında gördü. Kapının yanındaki küçük odaya geçtiler. Hatice, yarı fısıldayarak, “Cumartesi günü, geçen hafta meseleyi açtığım yakınlarımdan biri, kusura bakma geciktirdim ama bu da benim katkım olsun diyerek hayli iyi bir para verdi. Ben de ‘Bu belli ki Hayriye’nin nasibi. Bizim hazırladığımız poşetten Rahman razı olmadı’ dedim. Tüm parayla her şeyden aldım. Diğerlerine koyamamıştık ama bu torbada birkaç çeşidinden kırmızı et bile var.” dedi heyecanla. Mutluluktan gözleri parlıyordu. Nazan, alması gereken dersin bitmediğini o an anlamıştı. Mutlu ve ferahlamış bir çehre ile salona geçti. Kur’anlar, mealler okundu. Sohbetler edildi. İkram faslında sohbet ederlerken hanımlardan biri “Ne iyi bir şeye vesile oldunuz Nazan Hanım.” dedi. Diğeri de “Evet, her evden dualarla ayrıldık.” diye devam etti. Hayriye, “Neye vesile oldu? Ne oldu?” diye sordu. “Mahallemizdeki ihtiyaç sahibi kimseler için aramızda yardımlar toparlayıp, dağıttık.” dediler. Hayriye hemen elini çantasına attı. 10 lira çıkardı. Herkes biliyordu ki, bu para, onun 3-4 günlük kazancıydı. “Bunu da benden alıverin.” dedi. İki tarafında oturan hanımlar, eline atıldılar. “Olur mu, sen zaten ihtiyaçlısın. Borçlarınız var. Sen verme. Biz senin niyetine verelim.” dediler.

  • Hayriye hiçbir söze aldırmadı. Ne dedilerse parayı cüzdanına koymadı. “Bu para benim cüzdanımdan bu niyetle çıktı, artık geri girmez. Ben eminim, Rabbim bana, bunun karşılığı olarak, bundan daha iyisini verir.” dedi.

Nazan ve Hatice buz kesmiş hâlde birbirlerine bakakaldılar. Yan odada, Rabb’i, ondan çok daha güzelini, gerçekten de ona vermek üzere hazır etmişti bile. Zaman bükülmüş, Hayriye daha vermeden, Hayriye daha söylemeden, sözü gerçeğe dönüştürülmüştü. Yan odada, sadece birkaç dakika sonra, ispat edilecekti Hayriye’nin katıksız imanı. Nazan’ın kalbi titredi. Zamanı büken, şüphesiz Hayriye değildi. Ancak kalbindeki bu katıksız ihlas sebebiyle onu seven Rabb’iydi.

Hayriye sanki görevini tamamlamışçasına bir daha Cuma toplantısına gelmedi. Hastalanan annesini evine almış. Ona baktığı için gelemiyormuş. Herkese selamlarını gönderiyormuş diye haberi geldi.