Yarı ölümün tarihi: Uyku
Uyku, insanoğlunun kendi ile ilgili düşünmeye başladığı ilk zamanlar olan eski çağlardan itibaren merak edilmiş, keşfedilmek istenmiştir. Neden uyuruz, uykudayken neler olur, neden rüya görürüz ya da gördüğümüz rüyalar ne anlama gelir? Bu ve benzeri sorulara verilen yanıtlar 17. yüzyılda Descartes’ın şüpheciliğine gelene dek dini ve mistik inanışların etkisinde kalmıştır.
Uyku kavramının geçtiği en eski metne Antik Mısır’da rastlarız. Milattan önce 16. yüzyıla ait, dünyanın en eski tıp dokümanı kabul edilen Edwin-Smith papirüsü ve milattan önce 1550 yılına ait, Antik Mısır’a ait tıp bilgilerini içeren en önemli yazmalardan biri olan Ebers papirüsünde uyuyamama hastalığından ve bu hastalığın tedavi yöntemlerinden bahsedilir. Milattan önce 1200’lü yıllara ait olan Chester Beatty tıbbi papirüsünde ise rüya yorumlarına ağırlık verildiği görülmektedir. İçerisindeki rüya yorumlarının büyük yer tutması, Antik Mısır kültüründe uyku ve rüyaya oldukça değer verildiğinin en önemli göstergesidir. Mısırlılar sorun yaşadığında tapınaklara gidip belli ritüelleri gerçekleştirdikten sonra uykuya dalar, uyandığındaysa gördüğü rüyaları rahibe yorumlatırdı. Rüyalarda tanrılar tarafından haber verebilecek mesajlar aranırdı. Aynı zamanda Mısırlılar, uyku ve görülen rüyaların başka âlemlerin kapılarını açtığına, ölenlerin faaliyetlerinin rüyalar aracılığıyla görülebileceğine inanırlardı.
M.Ö. 500’lerde yaşamış olan ünlü hekim ve filozof Alkmaiōn uyku hakkında, “Uyku, kanın vücudun yüzeyinden geniş damarlara doğru çekildiği zaman oluşur; bu yüzden kan tekrar vücut yüzeyine yayıldığında uykumuzdan uyanmış oluruz.” der. Platon’un akademisindeki en parlak öğrenci olan Aristoteles’e göreyse uyku, beslenmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Kendi ifadesiyle, “Uyku ve uyanma, bir hayvanın aynı bölgesine aittir; eğer ki uyku ve uyanma birbirinin zıttı ise bile, uyku açıkça uyanmanın yokluğunda ortaya çıkmaktadır.” der ve buna ek olarak uyku ile beslenme arasında bir bağ olduğuna inanır. Mitoloji ekseninde bakılacak olursa, milattan önce 8. yüzyılda Antik Yunan’da yaşadığı tahmin edilen Homeros, uyku tanrısı Hyonos ve ölüm tanrısı Thanatos’un kardeş olduğunu yazmış. Aralarında kurduğu bu bağı ise Antik Yunan anlayışı içerisinde her ikisinin de dinlenme yeri olarak tabir edilmesine bağlar. Uyku ve ölümün bu benzerliklerinin tek bir farkı bulunur: biri geçici diğeri kalıcıdır.
Eski Çin tıbbında ise en eski yazmalarının milattan önce 3. yüzyıla ait olduğu düşünülen "Huangdi Gizli Kitabı" hayatı ying yang teorisiyle açıklar. Uyku ise bu teorinin oldukça önemli bir unsurudur. Uyku sayesinde ying ve yang dengesi sağlanabilir. Ying azalıp, yang çoğaldığında vücut uyanıklık durumuna geçer. Tam tersi durumda ise uyku aşamasına geçilir.
Semavi dinlerde de uyku yine özel bir yer tutar. Hz. Davut’a indirilen Zebur’da rüyaların kehanette bulunabilmek için sık sık kullanıldığından söz edilir. Yahudiler için kutsal kitaplardan biri olan Talmud’da, “uyku, ölümün 60’ta 1’idir” ifadesi geçer. Tevrat’ta Hz. Yusuf’un gördüğü rüyalar geleceğe dair kehanetlerdir. Bazen de yaratıcı, rüyalar aracılığıyla peygamberine seslenir: Hirodes öldükten sonra, Rabb'in bir meleği Mısır'da Yusuf'a rüyada görünerek, “Kalk!, dedi, Çocukla annesini al, İsrail'e dön. Çünkü çocuğun canına kıymak isteyenler öldü.’”
İncil’de ise uykuya dair bölümlerde genellikle çok uyumanın kötülendiğini görürüz: “Uykuyu seversen yoksullaşırsın. Uyanık durursan ekmeğin bol olur.”, “İsrail’in bekçileri kördür, hepsi bilgisizdir. Havlayamayan dilsiz köpekler gibidirler. Uzanıp düş görürler. Uykuyu pek severler!”. Bazen de uyku mecaz olarak kullanılır: “Ne zamana dek yatacaksın, ey tembel kişi? Ne zaman kalkacaksın uykundan?”
Kur’an’da uyku ve ölüm arasındaki benzerlik: “Geceleyin sizi öldüren, gündüzün de neler yaptığınızı bilen; sonra belirlenmiş eceliniz tamamlansın diye (her) sabah sizi dirilten O’dur.” ayetiyle karşımıza çıkar. Bununla birlikte uykunun bir istirahat zamanı olduğundan bahsedilir. Yine uykuyla ilgili, “Allah kendi tarafından bir güvenlik olarak sizi hafif bir uykuya daldırıyor” ve “Allah (ölen) insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır.” ayetleri ise oldukça dikkat çekicidir.
Modern tıbba bakacak olursak 20. yüzyıla gelindiğinde artık uyku ile ilgili yapılan bilimsel gözlemler ve deneyler, uykunun ne olduğunu insanların daha iyi anlamasına imkân verir. Amerikalı psikiyatrist ve rüya araştırmacısı Allan Hobson’ın 1989 yılında yazdığı uyku ile ilgili kitabında dediği gibi, “Şimdiye kadar geçen 6000 yıla kıyasla, son 60 yılda uyku hakkında öğrenilen şeyler çok daha fazladır.”