Ülkü Tamer'in ana yurdu: Gaziantep
"Şair"in kahraman şehri. Nişan takılmış cesaretiyle, tarihseldüzlemde kahraman elbette. Ama sosyolojik anlamda, kültürelsınırları ve uç ikonlarıyla bir bütün olarak Tamer’in çocuklukkahramanı bu şehir. Gazi unvanlı, kahraman ruhlu, kentli bircumhuriyet.
Antep deyince akla bunlar gelir ve daha fazlası. Ülkü Tamer’in şair bakışıyla, geniş, ferah bir avlu canlanır önce gözümüzde, sonra annesinin dudaklarından kalbine doğru dökülen o her seferinde ilk kez duyuyormuş gibi dinlediği Yahudi Kemancı masalı. Avlu, masal ve anne. Bitimsiz bir çocukluğa yaslanan, hatıralar, mekânlar ve dostluklarla örülmüş uzun, köklü bir anayurt. Tamer tam olarak buradan yola çıkarak büyür. Ömrünün 60 yılını İstanbul’da geçirmiş bir şair için, içinde yaşadığı İstanbul, içinde yaşattığı Antep’ten daha anlamlı değildir hiçbir zaman. İçinde yaşar ve yaşatır şehrini. Bu böyledir, ilk kahramanlar unutulmaz. Antep de böyle.
İlk kitabı Soğuk Otların Altında (1959) ile son kitabı Bir Adın Yolculuktu (2014) arasında geçen bir ömür. Antep bu yolculukta bilincinin en derinliklerinde yer alır ve aslında şairin ilk 50 yılına görünür dizelerinin içinden eşlik etmez. Saklı bir şehir gibi izler şairi. Ülkü Tamer’i, kök arayışlarının, unutamadığı anıların ve geçmişle kurduğu güçlü/kopmaz bağların ortaya çıkardığı bir anlama doğru yaklaştıran "hâl"in tarifi, uzun bir gurbetten sonra yuvaya dönüş duygusudur. Hem iradi hem mecburi bir sonuçtur bu. 7. Şiir kitabı Antep Neresi, Tamer ile Antep’in yarım asır sonra doğrudan başrol olarak buluştuğu yalınkılıç bir çocukluk fırtınasıdır.
Bu fırtınadan Davut'un demirci dükkânından, Şükrü'nün götürdüğü bayram yerinden, Mehmet Efendi'nin Camlı Kahve'sinden, Nakıp Ali'nin sinemasından, Arasa'daki isimsiz kebapçıdan, Uzunçarşı'daki buzlanmış tuluklardan, Kalealtı'ndaki boya kokularından, Dunlop Garajı'ndaki dokuma tezgâhlarından, Narlı'daki sivrisinek uykularından ve Çukurbostan'da bekçi düdüklerinden bahsederek sağ çıkar şair, Hatırladıkça şiirini, yazdıkça anılarını kışkırtır. Anlam, yatağını bularak derinleşir yani.
Fırat’ın coşkun kollarından Alleben Deresi, Tamer’in zihnindeki Antep’i temsil eden derinlikli tasvirlerden biridir. Alleben, şehri ortadan ikiye ayıran ve insanları buluşturduğu kıyılarında; Sitti Zeynep, Çete İsmail, Şekerci Asım ve Macı Hüseyin'in hikâyelerini saklayan gürül gürül bir idiyet olarak Tamer’in henüz çocuk denecek yaşta kanına karışmış bir imgedir. Alleben suyu coşkuyla çağlarken, Antep Başkarakol'da başlayıp Şehreküstü'de biten bir şehirdir. Bu mekân sınırları belli dar kapıların, dünyayı Antep’e taşıyan ufuk açıcı iki çilingiri vardır; kitapçı Arif Güzel ile sinemacı Nakıp Ali. Tamer’in çocukluk kahramanıdır bunlar.
Nakıp Ali’nin ahşaptan yapılma Asri Sinema’sıyla birlikte, Yıldız, Şehir ve Baydar sinemaları, bir çocuğun gözünden Antep’ten dünyaya açılmış dev pencereler olarak anlamını bulur. 12 yaşında ortaokulu okuması için İstanbul’a gönderildiğinde aklı hep bu dev pencerelerde kalmış bir çocuktur Tamer. Aklı, uzun yıllar başka bir yere gitmez zaten. Bu pencerelere asılı dev perdelerde seyreder ömrünü.
Alleben’den öteye
Ülkü Tamer’in Antep’e dönüş yolculuklarından birinde, şehre yaklaştıklarını anlatırken; "tepe aşılınca dünyanın en güzel resmi Antep görülürdü." ifadesini kullanması, bizi idiyet bağlamında evini tutkuyla sevmenin genişleyen anlamları hakkında uzun bir yolculuğa çıkarır. Burada dönüş, yalnız şehre/eve değil, kendi gerçekliğine, Tamer özelinde baktığımızda baba ocağı ile ana kucağı arasında konumlandırılacak bir "öz"e dönüş hikâyesini anlatacaktır. Alleben sularında serinlemek isteyen bir çocuğun hikâyesidir bu. Künefe yiyen kedileri Bico’yla oynayarak, bayram yerinde meyan şerbeti içerek, annesinden bitmeyen masallar dinleyerek ve yaz tatillerinde Asri Sinema’nın kapısına doğru koşarak yaşanmış bir hayatın tam ortasıdır aslında bu.
Dayı Ahmet Ağa İlkokulu ile Robert Koleji arasında uzanan bir hayat. Batı’dan okuyup, halk edebiyatından bilen bir şair. İkili gerilim hattında kendini arayan bir adamın hikâyesi değil ama bu. Çünkü Ülkü Tamer için Antep, hiçbir zaman folklorik bir güzellik olarak değil, her daim dünyayı anlamak için bir merkez üssü işleviyle karşılık bulmuş bir "kök"tür. Şöyle anlatır bu şehri Tamer: "Gaziantep benim için sadece doğup büyüdüğüm bir kent değil. Beni oluşturan en önemli ögelerden biri. Annem, babam, ninem gibi. Ben yine onların çocukları olsaydım, ama bir başka yerde doğup büyüseydim, içimdeki birtakım zenginlikler olmayacaktı sanki. Antep'e ne zaman gitsem, o zenginlikleri yeniden yaşıyorum. Belki yok olup gitti çoğu. Ama içimde bir yerlere o zenginlikleri define gibi gömmüşüm. Onları yeniden çıkarıp keşfetme olanağını sağlıyor Antep yolculukları. Jorge Amado’nun sık sık tekrarladığım bir sözü var: ‘İnsanın anayurdu çocukluğudur.’ Bugün ben de anayurdumdayım."