Xi’an gezisinden notlar
Çin’in eski başkenti Xian’da Arapça ve Türkçe öğrenen Müslümanlarla karşılaşmak beni çok mutlu etti. Türkiye’de bu Çinli Müslümanlardan pek haberdar değilsek de onlar bizimle gönül köprüleri kurmakta çok istekli.
Çin, bir buçuk milyara yaklaşan devasa nüfusu ve Türkiye’nin 12 katı coğrafi büyüklüğüyle her daim sürprizlerle dolu, keşfedilecek sayısız güzelliklerle bezeli bir ülke. Her ne kadar koronavirüsünün çıkış noktası olması hasebiyle şu an gözümüzde kötü bir imajı olsa da bahsedilmeye, gezilmeye, görülmeye değer olduğu kanaatindeyim.
Koronalı günlerimizden önce Çin içindeki son seyahat rotam olan Xi’an (Şi an) şehrini gezdiğimde bu fikrim daha da güçlendi. Pekin Üniversitesi Arapça bölümü hocaları ve doktora öğrencileri olarak Xian Yabancı Diller Üniversitesi ve Xibei (Kuzeybatı) Üniversitesi Arapça Bölümlerine istişare ziyaretine gittik, bu sayede benim de Xian’ı görme imkânım oldu. Camileri özgürce gezebilmek için üniversite heyetinden yarım gün önce yola çıktım, öğleden sonraki o kısacık vakitte ancak üç önemli cami ve Müslüman Sokağı’nı gezebildim, yine de çok bereketli bir ziyaret olduğunu düşünüyorum.
Xian, Çin’in iç batısındaki Shaanxi Eyaleti’nin başşehri. 1981 yılında verilen Unesco Tarihi Başkent ünvanını hak eder biçimde tarihte ondan fazla hanedanlığa başkentlik yapmış. Bin 300 sene boyunca da başkent ünvanını korumayı başarmış, insanlığın serüvenine tanıklık eden koca bir çınar... Han Çinlileri’nin ortaya çıktığı merkezlerden biri olarak kabul edilen şehir aynı zamanda bir ticaret durağı, kadim İpek Yolu’nun en doğudaki başlangıç noktası. Yani Çin’den ipek, çay ve porselen gibi zamanının en lüks ticaret ürünleriyle yüklenen kervanlar bu şehirden yola çıkıp boydan boya Asya’yı kat ederek, Anadolu topraklarına kadar geliyordu.
- İpek Yolu’yla taşınan zenginlik, kültür, din ve dil öğeleri Xian’ı adeta medeniyetlerin buluşma noktasına dönüştürmüş. Çin’in dış dünyaya kapalı olan kapıları bu şehirden doğan İpek Yolu ile ardına kadar açılmış.
Xian’da görülmesi gereken çok fazla tarihi ve turistik mekân var. En çok bilineni ise Terra-cotta askerleri, yani ilk Çin imparatorunun MÖ 210 yılında yaptırdığı topraktan heykel ordu. Ayrıca şehir merkezinde Çan ve Davul Kuleleri, birçok tarihi cami, Budist tapınakları var.
Xian ve Çin Müslümanları
Ziyaretime geçmeden önce Xian’ın tarihinden kısaca bahsetmek isterim. Çünkü İslam’ın Çin’e giriş serüveninde bu bölge adeta bir kapı görevi görmüş. Tarihçilerin doğrulamadığı ama halk arasındaki yaygınlaşan söylentilere göre İslam’ın kente gelişinin hikâyesi şöyle: Xian, Tang Hanedanlığı (618-907) döneminde Chang’an (Çang An) adıyla hanedanlığın başkenti olur. Bu tarihlerde İslam’ın kutlu güneşi de Arap yarımadası sınırlarından taşarak, Anadolu’yu ve Asya’yı aydınlatmaya başlamıştır. Tang hükümdarı ise rüyasında batı tarafından gelen bir kişinin sarayına girdiğini ve manzum şekilde kendisine İslam’ın temel ahkamını anlattığını müşahede eder.
Bu kişi sadece İslam’ı anlatmakla kalmaz, aynı zamanda İslam’ın Konfüçyanizm, Budizm ve Taoizm’le karşılaştırmasını da yapar. Hükümdar rüyadan çok etkilenir. İslam’ın güzelliğine hayran olur, “iki cihanın yolu” ve “cennetlerin ötesindeki cennet” olduğuna inanır. Ardından ordusundan 3 bin asker seçip, batı tarafına bu kişiyi bulmaları için gönderir. 3 bin Müslüman askerin de Xian’a gelip yerleşmesini ister. Arap Yarımadası’na da elçiler gönderip İslam peygamberini görmek istediğini iletir. Ancak tarihler 651’i göstermektedir ve alemlere rahmet Efendimiz darı bekaya irtihalinin üstünden yıllar geçmiştir. Durumdan haberdar olan Hz. Osman bölgeye bir heyet gönderir. Heyet, Xian’da Tang hükümdarıyla görüşür ve büyük bir hürmetle ağırlanır. Halk arasında hükümdarın gizliden İslam’la müşerref olduğu söylentisi yayılır. Ancak bu bilgi yine tarihi kaynaklara yansımaz.
Müslüman Sokağı ve Kadın Camii
Çin’in İslam tarihi açısından bu denli önemli olan Xian ziyaretimde şehirdeki Müslüman nüfusu ve camileri tam anlamıyla beni büyüledi diyebilirim. Pekin’den Xian’a hızlı trenle yaklaşık 5 saatlik bir yolculukla ulaştım. Trenden inip metroyla ilk durağım Xian Ulu Camii’ye (Huajue Xiang Camii) doğru yola çıktım. Camii Xian’ın merkezinde, Davul Kulesi’ne yakın bir mesafede. Önce Davul Kulesi’nin önünden geçip Çince Huiminjie denilen Müslüman Sokağı’na saptım. Bir anda yolun iki tarafında helal lokantaların, beyaz takkeli, başörtülü Müslümanların arasında buldum kendimi. İtiraf etmeliyim, Çin’de hiç bu kadar helal yiyecek satan dükkânı bir arada görmemiştim, yıllardır Çin’de yaşayan biri olarak o anki sevincimi anlatmam mümkün değil.
Gözlerimi helal şiş kebap ve ekmeklerden ayırıp başörtülü, tatlı Müslüman ninelere selam vererek camiye giden yolu takip ettim. Zaten başörtülü yabancı bir hanım gördüklerinde hemen herkes camiyi işaret ediyor. Çin’de camileri gezmek için Müslüman olmayan ziyaretçilerin bilet alması isteniyor. Ancak hanımlar başörtülüyse ya da erkekler Allah’ın selamıyla selamlarsa bilet almadan avluya girilebiliyor. Ben de camiye turist değil ev sahibi edasıyla, koşarak girdim. Avlunun ihtişamı karşısında istemsizce “aaa” dediğimi duymuş olan birkaç Müslüman dede hep bir ağızdan gülüşmeye başladı. Gerçekten de Çin’de o kadar cami ziyaret etmeme rağmen bu kadar ihtişamlı olanını ilk kez görmüştüm. İç içe avlular, taş ve ahşap oymalar, sağlı sollu ufak medrese binaları inanılmaz bir uyum içinde insanın nefesini kesecek düzeyde. Önce hızlıca sağa sola savrularak koşa koşa bütün avluları dolaştım. Taş ve ahşabın muhteşem uyumunu öyle güzel yakalamışlar ki!
Bu camii kompleksi dört ana avludan oluşuyor. Binaların kapladığı alan 4 bin, üzerine kurulduğu alan ise tam 12 bin metrekare. Avludaki taş tablete kazınan tarihe göre cami 742 yılında inşa edilmiş, bugüne kadar da birçok kez tamir ve ekleme geçirmiş. Çin’in en iyi korunmuş ve en büyük camii olarak biliniyor. Her avluda farklı bir mimari, farklı bir renk ve desen var. İlk avluda sağ ve sol cenahta ahşap oymalı medrese binaları uzanıyor, buralarda hala Kur’an-ı Kerim öğretimi yapılıyormuş. Aynı zamanda bu binalarda taş tabletler üzerine yazılı ve el yazması nadide Kur’an-ı Kerimler, eski duvar yazıları, caminin en eski kalıntıları ve tarihi bir Mekke haritası mevcut. Sonraki avlulara ise kamelyalar, ramazan hilali gözleme kuleleri, minareler serpiştirilmiş. En son avluda ise turkuaz rengi çatısıyla ana mescit binası yer alıyor. Eski resimlerinde mescit binasının çatısında kocaman bir hilal göze çarpıyordu, ne yazık ki o hilal artık sökülmüş. Cami kompleksinin bazı binaları da kapalı. Birinci gün tek başıma gittiğim için o binaların içini görememiştim, ikinci gün üniversite heyetiyle tekrar gittiğimde imam bize o binaları da açtı.
En iyi Kung Fu ustaları Müslümanlar
En çok dikkatimi çeken bir odada sergilenen Kung Fu mızraklarıydı. Belki ilginç gelecek ama en iyi Kung Fu ustaları Hui Müslümanları’ndan çıkıyormuş. Müslümanlar tarihte yaşadıkları kısıtlamalardan dolayı Kung Fu gibi savunma sanatlarına yönelmiş, cami avlularını dövüş sanatları için antrenman merkezi haline getirmişler.
Mescidin içinde dikkatimi çeken başka bir husus ise giriş kapılarındaki döşemelere nilüfer çiçeğinin işlenmiş olmasıydı. Bilindiği gibi nilüfer Budizm’in sembolüdür ve tapınaklarda yoğun olarak kullanılır. Avlu döşemelerinde, binaların çatılarında ejderha ve aslan heykellerinin olması da bir hayli ilginç. Türkiye’deki herhangi bir Müslüman’a oldukça yabancı gelebilecek bu görüntülerin altında aslında yürek burkucu gerçekler var. Özetle anlatmak gerekirse, eğer bu heykeller ve Çin’e uygun hayvan süslemeleri olmasaydı, bu caminin bugüne kadar ayakta kalması da imkânsız olurdu diyebiliriz. Yani Müslümanların burada yaşayabilmeleri, özgürce ibadetlerini yapabilmeleri bin yıldan fazladır kısmen -ve mecburen- buranın şartlarına, geleneklerine ayak uydurabilmeleriyle mümkün oldu.
- Bir başka açıdan bakarsak, buradaki Müslümanların yüzyıllardır Çin kültürüyle iç içe yaşamaları onların mimari açıdan da etkilenmelerine yol açmış. Ülkedeki birçok camide Çin, Arap, Fars ve Orta Asya motiflerinin harmanlanıp, kendine has yeni bir mimari estetik oluşturduğunu eklemeliyim.
Bu düşüncelerle ana mescit binasına geliyorum. Mihrabı, minberi ve tavanı tam anlamıyla ahşabın dile getirilmiş hali... Özellikle mihrap kısmında ince detay ahşap işlemeler ve renk renk boyalar kullanılmış. Mescidin bütün duvarları ise üst kısmı Arapça, alt kısmı Çince Kur’an-ı Kerim mealiyle donatılmış.
Gelelim bu camiyi benim nezdimde özel kılan en önemli detaya... Avluda her yeri didik didik etmeme rağmen hanımlar için ne abdesthaneye ne de mescide rastladım. Avluda karşılaştığım tonton bir teyzeye hanımlar kısmını sorduğumda şaşırmış bir ifadeyle “burda olmaz ki, ama istersen büyük mescitte (erkekler mescidinde) kılabilirsin bir köşede” dedi. Ben nasıl olur, niye olmaz derken, Hui Müslümanları’nın o sımsıcak misafirperverliği ve gülümsemesiyle “gel ben seni götüreyim” dedi. Teyze önde, ben arkada cami kompleksinden çıkıp ara sokaklara daldık. İki kişinin yan yana zor sığdığı bir çıkmaz sokakta karşımıza yeşil ışıklı panodan ‘hanımlar mescidi’ yazısı çıktı. Meğer yıllardır Çin’de izini sürdüğüm, hakkında makale yazdığım ama bir türlü göremediğim “kadın camii”lerinden biriymiş burası.
Bu mescitlerde hoparlörün olmadığında eski zamanlarda imam, müezzin ve cemaat tamamen kadınlardan oluşuyormuş. Şimdi çoğunlukla Ulu Cami’ye bağlanan ses sistemine uyup namazlarını eda ediyorlar. Kadın camilerinin ortaya çıkmasının birçok sosyolojik ve tarihi nedeni var. En önemli unsur Ming Hanedanlığı (1368-1644) dönemiyle birlikte artan siyasi baskılar ve Müslümanların dini anlamada karşılaştıkları sıkıntılar. Bu dönemde memuriyet sınavları için Konfüçyanist öğretileri ve Çinceyi bilme zorunluluğu getirilmiş, bundan dolayı Müslüman erkekler geçimlerini temin edebilmek ve toplumda yer alabilmek için Çince eğitim veren okullara yönelmiş. İslami ilimlerin kaybolmasını önlemek ve nitelikli din alimi yetiştirmek için, hem geleneksel Çin öğretilerinin hem de İslami ilimlerinin bir arada olduğu Çin’e özgü bir medrese sistemi kurulmuş. Çin tarzı medreseleri diğer İslam ülkelerindeki medrese sisteminden ayıran en önemli özelliklerden biri Çince yazı karakterleri kullanarak Arapça Kur’an-ı Kerim ve temel İslami eserleri öğretmesidir. Daha da açıklamak gerekirse Arapça kelimeleri Çince hece sisteminin fonetiğine göre Çince yazmışlardır. Aynı zamanda İslami eserleri Çinceye çevirirken Konfüçyanizm, Budizm ve Taoizm’in yerleşik terimlerini İslami terimleri açıklamak için kullanmışlar, ortaya kendilerine has bir dil ve eğitim sistemi çıkarmışlardır.
Bu medreseler genellikle Müslüman erkeklerin İslami bilgi ihtiyacını karşılamak için kurulmuş olmasına karşın, zamanla Müslüman hanımların eğitimine de başlanmış. Ancak erkek imamların yönetiminde olan camilerde, erkek imamların eğitimi altındaki hanımlar için yeterince özgür bir eğitim alanı oluşturulamamış. Qing Hanedanlığı (1636-1912) döneminin ortalarında ise kadınlar kendilerine ait eğitim mekanları oluşturup, bu mekânları Müslüman toplumun dini ve kültürel hayatını canlı tutan birer merkeze dönüştürmüş. Bu da zamanla kadın eğitimcilerin imam gibi görev yapmasına sebebiyet vermiş. Bu şekilde ana cami komplekslerinden ya tamamen ayrı ya da kompleksin uzak bir köşesinde bağımsız binalarda kadınların kontrolünde mescidler oluşmuş. Bize ilginç gelen bu durumun Çin Müslümanlarına oldukça faydası dokunmuş. Çünkü üzerlerindeki artan baskılar nedeniyle erkeklerin göz önünde ibadet ve dini eğitimlerini kısıtlarken, kadınlar Müslümanların İslami kimliğinin korumasında kilit rol oynamayı başarmış.
- Elimizdeki güncel verilere göre Xian şehrinde 17 adet kadın camii mevcut. Bunlardan ikisi tamamen bağımsız olan kadın camileri. Bağımsız camilerden biri de ziyaret etme fırsatı bulduğum Ulu Cami’ye yakın olan bu mescit.
O kadar naif, o kadar temiz ki... İlk kez bir kadın caminin içinde olmanın şaşkınlığını yaşayıp, etrafı incelerken müdavim olduğu belli olan yaşlı nineler, orta yaşlı hanımlar yabancı bir Müslüman görmenin sevinciyle selamlıyorlar beni. Çince konuştuğumu duyduklarında ise “nerelisin, seni hiç görmedik burada, sık sık gel, biz hep buradayız” gibi tatlı sözleri havada uçuşuyor.
Buharalı Seyyid Çin Amirali
Bu camiden de çıkıp biraz ilerlediğimde birçok caddenin kesişmesiyle oluşan Müslüman Sokağı’na tekrar adım atıyorum. Başımı nereye çevirdimse helal yazıları, başörtülü takkeli esnaflar, çeşit çeşit yerel yemekler, içecekler... Tam bir curcuna, bayram yeri gibi. Sevinçten tam anlamıyla ağzım kulaklarımda helal yiyecek cennetinde yüzüyor hissiyle caddeleri adım adım dolaşıyorum.
- Şu anda Xian nüfusunun yüzde 30’unu Müslümanlar oluşturuyor, bunların birçoğu da ticaret yaparak geçimini sağlıyor. Özellikle yüzyıllardır İpek Yolu’nun getirdiği ticaret malları Müslümanların elinden geçiyor. Son birkaç yüzyıldır ise canlı hayvan ticareti ve esnaflık Müslümanların başlıca gelir kaynağı.
Ulu Camii’nin bir diğer adı Huajue Xiang isminin de yine bu sokağa satılmak için getirilen koyunlardan geldiğini ekleyeyim. Anlatılanlara göre camii avlusundaki koyun hareketliliğinden ötürü cemaat kaymasın diye zemine sürekli saman serpilirmiş. Zamanla camii de “huajue” yani ‘kaymak, kaygan yer’ adıyla anılmaya başlamış.
Vitrinlerdeki ürünleri incelerken bir anda dükkânların duvarlarında asılmış Zheng He porteleri dikkatimi çekti. Zheng He aslen Buhara asıllı bir seyyid ailesine mensup efsanevi Çin amirali. Küçük yaşta köle olarak Çin sarayına girmiş, zamanla imparatorun güvenini kazanıp Çin’in tarihteki en büyük deniz keşif ve ticaret filosunun amirali olmayı başarmış. Çoğunluğu Müslüman askerlerden oluşan devasa filosuyla Hint okyanusu ve batıya birçok kez sefer düzenlemiş. Güney Asya adalarında birçok topluluğun İslam’la müşerref olmasına vesile olmuş. Hatta Mekke seferinde askerleriyle hac farizasını yerine getirip, Çin’e dönerken Kabe’nin bir çizimini getirmiş. Onunla Çin hem dış dünyayı tanımış hem de büyük bir ticaret ağı sağlamış. Çin içinde vazife yaptığı bölgelerde camileri ihya etmiş. Bunlardan biri de Xi’an Daxuexixiang Cami. Küçük bir cami olmasına karşın, 705 yılında yapılmış olması burayı özel bir konuma getiriyor. Ayrıca bu önemli mekânda yer alan tablette Zheng He ve yakın arkadaşı Hasan’ın camiyi tamir ettirdiği de ayrıntılarıyla anlatılmış. Xian’daki Müslümanlar tarihe damga vurmuş bu büyük Müslüman amiralle yüzlerce yıl sonra bile gurur duymaya devam ediyor, dükkânlarının, evlerinin duvarlarına onun posterlerini asmaktan vazgeçmiyorlar.
Xian gezimde yukarıda belirttiğim gibi iki üniversitedeki Arapça bölümlerini de ziyaret ettim. Buradaki Müslümanların Arapçaya çok yoğun ilgileri olduğunu gördüm. Bir üniversitede Ortadoğu Araştırmaları Merkezi kurulduğunu da öğrendim. Ayrıca Türkçe öğretimi de yapılıyor. Türkiye’den 6 bin küsur kilometre uzakta, Çin’in eski başkenti Xian’da Arapça ve Türkçe öğrenen Müslümanlarla karşılaşmak beni çok mutlu etti. Türkiye’de bu Çinli Müslümanlardan pek haberdar değilsek de onlar bizimle gönül köprüleri kurmakta çok istekli. Bizlerin de onları tanıyarak, kopmaya yüz tutmuş bağlarımızı tekrar kuvvetlenmesi temennisiyle.