Taraklı, kalbimdeki süveyda
Taraklı’yı Bursa tekfuru yapmıştır. Osman Gazi’nin fethidir. Kadılıktır. 150 akçelik kazadır. Hâlen kalesi virandır. Ama kasabası bağlı bahçeli, akarsulu bir dere içinde 500 mamur evli, tahta ve kiremit örtülü şirin bir kasabadır. 11 mihrap ve 7 mahalledir. Çarşı içindeki cami de güzeldir. 1 hamamı, 5 hanı, 6 çocuk mektebi ve 200 dükkânı vardır. Hepsi kaşık ve tarak yapmakla uğraştıklarından şehre ‘Taraklı’ derler
Kasaba
Oldum olası küçük kasabalara meftunum. İçinden ırmak geçen, cânberâberi çınarlar olan, döngüsel zamanın henüz anlamını yitirmediği, çiçeğin biraz daha çiçek, kuşun biraz daha kuş olduğu küçük kasabalara… Taraklı böyle bir yer işte. Bir sepet ustası olsaydım ne kadar mutlu oldurdum kim bilir.
Ya da işini aşkla yapan bir kaşıkçı. Sadece ceviz sandık yapan bir marangoz da olabilirdim. Sepetlere dolacak incirleri hayal edebiliyorum. Zarif şairin “Bir gün olgun bir incir gibi patlayacak ve bütün balını dökeceksin yeryüzüne” mısraları geliyor hatırıma. Şimşir ağacından yapacağım kaşıklarla tarhana çorbası içenleri de hayal edebiliyorum. Ve ceviz sandık, işte en kışkırtıcı düş bu. Çünkü Nil’de akan bir ceviz sandık muhayyilemin bütün sınırlarını zorluyor. Zamanı ve mekânı aradan kaldırıyor. Ve dudaklarımda birkaç kırık söz: “Allahım dilimin düğümünü çöz.”
Çoban
Bulutların gölgelediği bir dağa bakıyorum. Varlığın çobanı gibi hissediyorum kendimi; bütün kelimeler sanki birer kuzu, onları güdüyorum. Bir kekiğe uzanıyorum, hayat… Bir adamotu dilimin ucunu tadıyor, huzur… Bir kırlangıç başlangıç meridyeni oluyor hayatımın, zaman…
Ahi Tekkesi
- Şimdi Taraklı’da İbn Batuta gibi konaklayacağım bir Ahi tekkesi yok. Atımı boynundan öpüp dinlendireceğim bir avlu, mum ışığında yazabileceğim bir rahle, uzanıp hakikatin cüzlerinden biri olan rüyalara dalacağım keçeden bir yatak, meşe odunların yandığı bir ocağın önünde anlatılacak elf leyle ve leyle masallarını dinleyebileceğim bir Ahi tekkesi yok.
Evliya
Evliya anlatıyor: “Taraklı’yı Bursa tekfuru yapmıştır. Osman Gazi’nin fethidir. Kadılıktır. 150 akçelik kazadır. Hâlen kalesi virandır. Ama kasabası bağlı bahçeli, akarsulu bir dere içinde 500 mamur evli, tahta ve kiremit örtülü şirin bir kasabadır.
11 mihrap ve 7 mahalledir. Çarşı içindeki cami de güzeldir. 1 hamamı, 5 hanı, 6 çocuk mektebi ve 200 dükkânı vardır. Hepsi kaşık ve tarak yapmakla uğraştıklarından şehre ‘Taraklı’ derler. Dağlar safi şimşir ağacı kaplı olduğundan halkı bunları işleyip Arap ve Acem’e gönderirler. Suyu ve havası çok güzeldir. Bütün dağları ormanlarla kaplı av yeridir. Deresi içinden aktıktan sonra, diğer bir nehir vasıtasıyla Sakarya Nehri’ne kavuşur.”
Taraklı’dan Evliya Çelebi geçti, âteş kesildi bütün bulutlar.
Nev-Râh
“Merd ana derler ki aça nev-râh” mısraını yazdığında henüz yirmili yaşlarının ortalarında idi Galib Dede. Mehmet Esad. Yepyeni bir yolun yolcusu idi o. Konya’ya her ne kadar eski bir yoldan gitti idiyse de. İpek yolundan. Victoria Rowe Holbrook’la yaptığımız Taraklı seyahatimizi unutamam. Hatırası kalbe ışıklarla dökülen vakitler… Victoria Hanım, Galib Dede’nin de geçtiği bu yolları düşünmüştü yolculuk boyunca. Neler düşünmüştü büyük şair, geleneğin demir parmaklıklarını pençeleriyle sarsan, şiirin o büyük arslanı. Tayy-ı zaman eyleyip Mehmet Galib’le yolculuk yapıyorduk sanki. Aşkın Okunmaz Kıyıları’nda göğsümüzden çıkarıp yıkanan kalbimizi seyrediyorduk…
Hisar-ı Kalp
Bakın, dedim Victoria Hanım’a, viran kaleyi göstererek: Hisar-ı kalb.
Mısır Dönüşü
Gül bir ayna alıp eline dört bir yana tutar bazı yerlerde. Oktay Rifat’ın unutulmaz “Mısır Dönüşü” şiirinin son dizesi de “Ayna tut, yüzümü görmek istiyorum!”dur. Taraklı’da, Mısır Seferi yolunda kışlayan Vezir Yunus Paşa tarafından yaptırıldığı rivayet edilen Yunus Paşa Camii’nin avlusundaki vişne ağacının altında, yüzümü gördüm. Kendime rastladım. O ordudaki askerlerden biri de bendim. Hazirede “vurulsun boynu Yunus vezirimin” dizesi yankılanıyordu hâlâ.
Masal
Taraklı sakinlerinden Ahi Naci İşsever anlatıyor: “Belli ki tarih bizi sırça sarayın kapısına. Taraklı’ya bekçi etmiştir. Bu sarayı açacak şifre ve giz dolu sözcükleri unutmamak gerekir. Taraklı ve Taraklılıda dil, gönül kapısının kulpudur. O sırça saray ki, yarma yakılan oda ocaklarında, yalımların çağrısına takılarak, yanlış dizilmiş masallar yeniden derlenirdi. Bugün ustası ve dülgerleri kaybolmuş konaklarından, konuklar gelirdi masalcının evine.”
Taraklı, o bağışlanamaz güzellikteki masal…
Kalp Kalesi Konağı
Kalp Kalesi isimli bir konakta kaldım. Itrî’nin Segâh Ayini’ne benzeyen bir ikindiüstü tepeden tırnağa Aşk kesildim. Şu vücudum şehrine bir dem giresim geldi.
- Ne zaman Hacı Bayram-ı Velî’nin “Çalabım bir şâr yaratmış, iki cihân arasında/Bakıcak didâr görünür, o şârın kenâresinde/Nâgehân ol şâra vardım, ol şârı yapılır gördüm/Ben dahi bile yapıldım, taş ü toprak arasında” mısralarını okusam Yunus gelir aklıma; onun “Bu dünyanın meseli bir ulu şâra benzer/Velî bizim ömrümüz bir tîz pâzâra benzer” mısralarıyla başlayan ilahisi…
İsmail Hakkı Bursevî, Şerh-i Rumûzât-ı Hacı Bayram-ı Velî isimli eserinde, söz konusu ilahide “şâr” ile kastedilenin “kalb” olduğunu söyler ve şöyle devam eder: “Kalb ehline gizli değildir ki, hakikatler, kalbin şiârı üzerinde devredicidir ve başka mahfillerde uygulaması yoktur. Kalb’in ‘şehir’ ile tâbir edilmesi, bütün kuvve ve isimlerin toplandığı yer ve yüce harfler ve süflî satırlar dairesinin merkezi olmasındandır. Kalb, kemâle erdikten sonra ruhtan daha yetkin olma hususiyetine sahiptir. Ruhun bedene ilişmesindeki maksat, tecelliler esnasında, kalbi, bir halden bir hale çevirmek içindir.” “İlâhî sırların, tecellî biçimleri itibariyle birkaç taayyün-beliriş mahalli varsa da, bu, durak ve konak yerleri bakımından olup payitaht mahalli, kalbdir.”
Bursevî, Kalb’in iki yönüne işaret eder: Biriyle “gayb” âlemine, diğeriyle “şehadet” âlemine yönelmiştir. “Kalbin kemâli Allah ilmiyledir ve diğer âzâ ve kuvvelerin olgunluğu da onun kemâlâtına bağlıdır. Yani onun kemâli, zât ile kastedilen ile; ondan gayrı olanların kemâli ise âraz ile kastedilen iledir.” Kur’an’da Yüce Yaratıcı, “O’nu, ruhu’l-emin, senin kalbine indirmiştir” buyurur. Yunus Emre, her şeyden önce o kalbin mimarıdır: “Kalb kalesi”nin…
“Bu şârın sultânı var cümleye ihsânı var/Sultân ile bilişen yok iken vara benzer.” İşte, Yunus’un şehri bu şehirdir, Taraklı’dır; -“Sultân ile bilişen”lerin şehri…
Yunus’un “kalb”inden Hacı Bayram-ı Velî’nin “kalb”ine bir yol var hiç şüphesiz…
Kalp Kalesi’nde süveyda olmaya geldim; Taraklı’ya…