Gurbet/sürgün kitapları

HABER MASASI
Abone Ol

Bir şair kalbi buncasına nasıl dayansın, diye soruyor insan bu mektupları okurken. Hele ki, yalnızca duygularını değil, kalbini, ruhunu ve bedenini adadığı bir vatan söz konusu ise, hele ki o şair çağına sığmayan bir mütefekkirse, âlimse… Mehmed Âkif, Hakk için çok sevdiği ve ömrünü adadığı memleketi için sürgüne de razı olmuştu.

Mourid Barghouti, Şairin Filistini

“…halihazırda Filistinli mülteciler sorununun elimizdeki en güzel varoluşsal kayıtlarından birisidir.” diyor Edward Sid kitabın 2000 senesine ait önsözünde.

Bir şair zamanda mı yaşar, mekânda mı? Bizim vatanımız, içinde soluduğumuz vaktin şeklini almıştır.

Siyasi hassasiyetleri bir tarafa bırakmadan şiirselliğin düsturuyla donanmış cümleleri artarda dizen Barghouti, kelimeden kelimeye sılanın hasretiyle sürükleniyor. Ayakları gurbete saplanmış bir şair, aklı ve kalbi Filistin’deyken ne yazar hiç düşündünüz mü? Diasporanın kıskacında debelenmektense, kişisel yazgısıyla barış yapan fakat halkının geleceği için kritik tespitler sunmaktan geri durmayan, suskun olmayan bir hüznün temsili Barghouti. Belki de bu yüzden hâlâ, savaş bir şaire neler yazdırabilir, sorusunun daha yeni ve ikna edici bir cevabıyla tanışamadık. Mekânsızlık duygusunu “yamalı zamanlarla” avutan Barghouti’nin kalp burkan ‘sınır dışı’ seslerinden yalnızca biridir bu satırlar:

Bir şair zamanda mı yaşar, mekânda mı? Bizim vatanımız, içinde soluduğumuz vaktin şeklini almıştır.

Mourid Barghouti, Şairin Filistini (Çev.: A. Melis Hafez), Klasik Yayınları, İstanbul 2004.

Mehmed Âkif Ersoy, Firaklı Nağmeler-Âkif’in Gurbet Mektupları

Bir şair kalbi buncasına nasıl dayansın, diye soruyor insan bu mektupları okurken.

Bir şair kalbi buncasına nasıl dayansın, diye soruyor insan bu mektupları okurken.

Hele ki, yalnızca duygularını değil, kalbini, ruhunu ve bedenini adadığı bir vatan söz konusu ise, hele ki o şair çağına sığmayan bir mütefekkirse, âlimse… Mehmed Âkif, Hakk için çok sevdiği ve ömrünü adadığı memleketi için sürgüne de razı olmuştu. Bu sürgün onu yalnızca vatan toprağından değil, ciğerparesi kızlarından da, dostlarından da, biricik İstanbul’undan da ayırmış, gurbet elde gönül yalnızlığına duçar etmişti. Adanmışlığın ağır bedeli olan bu ayrılık, gönlüyle arasında kalan her kelime için kalemini tercüman tayin etti ve sevdiklerine özlem dolu birçok mektup yazdırdı. Mektupların hepsi sevdiklerini Allah’a emanet ederek ve cevap beklediğini hatırlatarak bitiyor hep. Kızı Suad Hanım’a yazdığı bir mektuptaki şu satırlar, dünyanın ahvalini kendinden fazla dert eden çile yüklü kalemin sesi:

Evlâdım kendini çok üzme, bizlerden binlerce derece beteri var. Bugün dünyanın hiçbir tarafında saâdetten eser yok.

Mehmed Âkif Ersoy, Firaklı Nağmeler-Âkif’in Gurbet Mektupları (Haz.: Ömer Hakan Özalp), Timaş Yayınları, İstanbul 2011.

Alnımın Çizgilerindesin Memleketim

Özgürlük duygusunun memleket hasretine nasıl galip geldiğini, Nazım Hikmet, en çok yaşamöyküsüyle anlatır.

Alnımın Çizgilerindesin Memleketim’deki fotoğraflar, Nazım Hikmet’in bitmeyen yolculuklardaki ruh hallerinin birer yansıması sayılabilir.

Ömrünün uzun ve sık yolculuklarıyla, mısralarında da karşılaştık. Ama hiç görülmemiş yolculuk fotoğraflarından çok yeni haberimiz oldu. Bu yolculukların her biri, gittiği her ülkede kahraman gibi karşılanan şairin dünya çapında tanınmasına hizmet etti en çok. Katıldığı sayısız konferans ve öncüsü olduğu birçok etkinliğin yanı sıra kitapları da aralıksız çeşitli dillere çevriliyordu. Her yere gidebilen Nazım Hikmet, memleketten uzak bir dünya sürgününe hapsolmuş gibiydi. Kesintisiz özgürlüğünün bedeli olarak… Alnımın Çizgilerindesin Memleketim’deki fotoğraflar, Nazım Hikmet’in bitmeyen yolculuklardaki ruh hallerinin birer yansıması sayılabilir. Eşi Vera Tulyakova’nın özenle tuttuğu arşivden geniş bir seçkiyle sunulan fotoğraflardaki ‘yolcu Nazım’ı okurken, hep o mısra dönüp duruyor dile gelmeye en yakın yerde:

Ne kasketim kaldı senin ora işi, ne yollarını süpürmüş ayakkabılarım…

Alnımın Çizgilerindesin Memleketim (Nazım Hikmet'in Yolculuk Fotoğrafları Sergi Kataloğu), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2013.

Cengiz Dağcı, Hatıralarda

Ölüm kalım mücadelesiyle geçen bir ömür, o ömre damgasını vuran bıçak sırtı hadiseler, uçurum kıyılarından hayata dönüşler, namlunun ucundaki meydan okuyuşlar…

Ölüm kalım mücadelesiyle geçen bir ömür, o ömre damgasını vuran bıçak sırtı hadiseler, uçurum kıyılarından hayata dönüşler, namlunun ucundaki meydan okuyuşlar…

Cengiz Dağcı’nın hayatı kayda geçtiğinde ilk vurgulanacak olan hususlar bunlar. Fakat Dağcı sadece bir Kırım savaşçısı olarak kayda geçmesinin, yazarlığını gölgede bırakışına içerlediğini anlatan cümlelerle başlıyor hatıralarına. Korkunç Yıllar bile yalnızca bir roman olmasına rağmen birçoğumuzun hatırında sanki biyografik bir kesitmiş gibi kalmıştı. Bu şaşılacak bir şey de değil esasında; zira Cengiz Dağcı, Kırım’ı kendinden kendini Kırım’dan ayrı düşünemeyen, tarihinin tek satırını unutmayan, topraklarına sadık bir yazar olduğunu hatıralarındaki her cümlesinde hissettirmeyi başarıyor. Memleketinden ayrı düştüğü tarihlerde Türkiye’ye ilticasının kalbinde uyandırdığı mutluluğu şu sözlerle anlatıyor:

Eşyanın hikayesi: Can yeleği
Nihayet

Varlığı tehlikeye düştüğü zamanlarda ecdadım kurtuluşunu Hak(ak) toprak’ta aradı. Gurzuf ve Kızıltaş nasıl benim yerim olduysa, Aktoprak da benim yerim olacaktı.

Cengiz Dağcı, Hatıralarda, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1998.